Bugünkü haritaya göre kabataslak sınır çizecek olursak Kore ile Macaristan arasındaki uçsuz bucaksız topraklar Turan yurdudur. Turan yurdu tarih içerisinde genişleyerek Azerbaycan ile Türkiye’yi de kapsamıştır. Bu iki ülkenin bugünkü siyasi hudutları daha dardır ama demografik hudutları daha geniştir. Azerbaycan halkı bilhassa İran içlerine kadar genişlerken Türkiye halkı da Balkanlar coğrafyasına kadar yayılıyor. Bu iki ülke Batı Türklüğünün varlık alanıdır. Mezopotamya Türklüğü de aynı şekilde Batı Türklüğünün üçüncü varlık alanıdır ki buraya Türkmeneli diyoruz. Suriye’nin kuzeyi ile Irak’ın kuzeyi hem Türkiye Türkleriyle hem de Azerbaycan Türkleriyle sımsıkı irtibatlıdır. Batı Türklüğünün Kırım yarımadasında ve Gagavuz yerinde uzantıları bulunmaktadır. Kıbrıs adası ve Dobruca gibi daha başka uzantılar da vardır. Mustafa Akdağ, Türkiye’nin batıdaki doğal sınırının Tuna Nehri olduğunu söylüyor. Azerbaycan ise Hazar Denizi’ne yaslanmıştır. Bu itibarla Hazar Denizi ile Tuna Nehri arasını Batı Türklüğünün vatanı olarak kabul etmemizde sakınca yoktur. Hazar Denizi’nin doğusundaki Türkistan ülkesinde Batı Türklüğünün yakın akrabaları yaşamaktadır. İran ile Afganistan arasında sıkışıp kalmış olan Horasan ülkesi de yine Batı Türklüğünün yakın akrabalarının yurdudur. Mançurya’dan Cezayir’e kadar pek çok ülkede Batı Türklüğünün –köklerini unutmuş veya unutmamış– yakın akrabaları bulunmaktadır.
Batı Türkleri ağırlıklı şekilde Oğuz Türkleridir. Selçuklu hânedanı önderliğinde Batı Türkistan’dan göç ederek İran’a ve Anadolu’ya gelmişlerdir. Bugünkü Özbek halkı tarihteki Karluk Türklerinin devamı kabul ediliyor. Doğu Türkistan halkı ise Uygur Türkleri sayılıyor. Kazak-Kıpçak halkı ve Tatarlar ile Başkurtlar ise tarihteki Kıpçak Türklerine dâhil ediliyorlar. Hun birliği dağıldığında en kuzeye göç edenler Yakut Türkleridir. Çuvaşlar da yine Hun birliğinden koparak bugünkü vatanlarına gelmişlerdir. Yukarıda sıraladığımız bütün Türk halkları bir zamanlar Hun birliği içerisinde bulunuyorlardı. Çok sonraları Göktürk Devleti dağılınca Oğuzlar doğudan batıya göçerek şimdiki Kazakistan’a yerleşmişlerdi. Kazak Bozkırı’nın yaklaşık bin yıl önceki adı Oğuz Bozkırı idi. Bu itibarla Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin ataları yaklaşık bin yıl önce şimdiki Kazakistan’da yaşıyorlardı. Burada onların bir devleti vardı. Tarihçiler bu devlete Yabgulu Oğuz Devleti adını verdiler. Bunun sebebi Oğuz Devleti’nin başbuğuna Yabgu denmesidir. Yabgular kral hükmündedir. Kağan ise imparator seviyesindedir. Yabgulu Oğuz Devleti muhtelif Türk boylarının kaynaşmasıyla ortaya çıkmıştı. Bütünüyle kurumsallaşmış değildi ve gevşek bir yapısı vardı. Yabgulu Oğuz Devleti çökünce Selçuklu hânedanı bunlara halef oldu ve Oğuzların başına geçti. İran ve Türkiye’deki bütün hânedanlar Oğuzlardan sayılıyor. Yabgulu Oğuz Devleti’nin günümüzdeki üç büyük devamı Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan cumhuriyetleridir. Türkmenistan ve Horasan ahalisine Hazar-ötesi Türkmenleri diyoruz. Hazar Denizi’nin güneyindeki ve batısındaki ahaliye Batı Türkleri denmektedir. Göktürk Devleti zamanında şimdiki Moğolistan taraflarında yaşayanlara tarihçiler Doğu Türkleri, şimdiki Batı Türkistan coğrafyasında yaşayanlara Batı Türkleri diyorlar. Şimdiki tasnif böyle değildir; Hazar’ın doğusunda yaşayanlara Doğu Türkleri, Hazar’ın batısında yaşayanlara Batı Türkleri diyoruz. Bu itibarla geçmişteki Batı Türkleri ile şimdiki Batı Türklerinin birebir örtüşmediklerini hatırdan çıkarmamak gerekiyor.
Batı Türklerinin konuştuğu Türkçe ufak tefek ağız farklılıklarına rağmen aynıdır. Bin yıl kadar önce Hazar-ötesinde bıraktığımız Türkmenlerin konuştuğu Türkçe biraz farklıdır. Bu ağızların müşterek adı Oğuzca’dır. Dede Korkut Kitabı’nın yazı dili Oğuzca olduğu gibi Gagavuzlar da Oğuzca konuşmaktadır. Türkmenistan hâriç tutulursa, Batı ve Doğu Türkistan’daki Türk dilleri Oğuzca değildir. Kısaca böyle özetleyebiliriz. Bununla birlikte Azerbaycan’a ve Türkiye’ye yalnızca Oğuzlar gelmediler. Kıpçak, Çiğil, Karluk, Uygur, Kırgız gibi Türk boyları da Oğuzların peşinden Horasan yoluyla batıya göçtüler. İznik şehrindeki Kırgız Baba Türbesi az sayıda olsa bile Kırgızların da batıya göçtüklerine işaret ediyor. Kazakistan’da ve Özbekistan’da kalan Oğuzlar hâlâ var. Onlar artık Kazak ve Özbek kimliğini benimsediler. Oğuzlardan olmayıp da Azerbaycan’a ve Türkiye’ye gelenlerse Azerbaycan ve Türkiye Türklerinin kimliklerine büründüler.
Kavimler göçü öncesinde Turan coğrafyasında yüzlerce Türk boyu kaynaşıyordu. Bu boylar sürekli hareket hâlindeydiler. Çoğunluğu konar-göçer idi fakat şehirlerde yaşayan Türkler de vardı. Meselâ, Uygurlar erken tarihte yerleşik hayata geçmişlerdi. Çiğil Türklerinin de Oğuz Türklerinden önce yerleşik hayata geçtikleri anlaşılıyor. Yabgulu Oğuz Devleti’nin sınırları içerisinde Yangıkent, Barçınlıkent, Sütkent, Çimkent, Uzkent, Sugnak, Karnak, Sabran, Otrar, Cend, Farab, Sırlı-Tam ve Sayram (Akşehir) gibi irili ufaklı pek çok şehir bulunmaktaydı. Yabgulu Oğuz Devleti’nin başkenti Yangıkent (yeni şehir) idi. Yabgulu Oğuz Devleti’nin halkına –diğer yurtlardaki Oğuzlardan ayırabilmek maksadıyla– Sır-Derya Oğuzları denmektedir. İşte bu Sır-Derya Oğuzları yaklaşık bin yıl kadar önce Horasan üzerinden batıya göçerek Azerbaycan’a ve Türkiye’ye gelmişlerdir. Türkistan’da kalan Sır-Derya Oğuzları bugün ağırlıklı olarak Türkmenistan’da yaşıyorlar. Tekrar edersek; günümüzdeki çağdaş Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan cumhuriyetleri Yabgulu Oğuz Devleti’nin türevleridir. Selçuklu, Akkoyunlu, Osmanlı ve Safevi gibi hânedanların kurdukları devletler de aynı şekilde Yabgulu Oğuz Devleti’nin türevleridir.
Oğuzlar kadim zamanlarda iki kola ayrılmıştı. Ural Dağları’nın doğusunda kalanlara Oğuz deniyordu. Ural Dağları’nın batısına gidenlere Ogur deniyordu. Başlangıçta bunlar aynı Türkçeyi konuşmaktaydı. Göçler nedeniyle birbirlerinden koptuklarında R-Türkçesi ile Z-Türkçesi oluştu. Taşıdıkları adlardan da görüleceği üzere Oğurlar R-Türkçesi konuşuyordu. Oğuzlar ise Z-Türkçesini konuşuyorlar. Örnek verirsek: Z-Türkçesinde kız sözcüğü R-Türkçesinde kır veya hır biçimindedir. Bugünkü Türkçede yaz (ilkyaz, ilkbahar) sözcüğü Ana-Çuvaşçada yar biçimindeydi. Aynı sebepten dolayı Oğuz kavim adının eski biçiminin Ogur şeklinde olması muhtemeldir çünkü dil bilimciler R-Türkçesinin Z-Türkçesinden daha eski olduğunu düşünmektedirler. Hunlar büyük ihtimalle R-Türkçesi konuşuyorlardı. Batı Hun Kağanı Attilâ’nın R-Türkçesi konuştuğuna şüphe yoktur. R-Türkçesi zaman içerisinde yok olmuştur. Bugün yeryüzünde R-Türkçesi konuşan yegâne topluluk Çuvaş Türkleridir. Çuvaşların dili aynı zamanda Fin dilleriyle Türk dilleri arasında bir köprü gibidir.
R-Türkçesi ile Z-Türkçesi ayrımının Hunlar çağında başladığı tahmin edilmektedir. Anayurttan batıya göç edenler R-Türkçesini alıp götürmüşler, doğuda kalanlarsa kendi dillerini Z-Türkçesine çevirmişlerdir. Diller akıp giden zaman ırmağında değişirler, birtakım şubelere ayrılırlar, bu şubelere lehçeler ve ağızlar diyoruz. Birbirinden uzak düşerek bağlantıyı koparan iki lehçe birkaç bin yılda o kadar değişebilir ki artık birbirlerini tanıyamaz duruma gelebilirler. Meselâ; Türkiye Türklerinin artık Çuvaş dilini anlaması mümkün değildir. Oryantalist çalışmalar başlatıldığında Çuvaş dilinin Fin dillerinden olduğu sanılıyordu, çalışmalar derinleşince Çuvaşların dilinin Türk dillerinden olduğu fark edildi. Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye şimdiki Türkler her yerde Z-Türkçesini konuşuyorlar. Çuvaşlar tek istisnadır. Bu bakımdan Çuvaşça pek değerlidir ve İlk-Türkçeyi anlamak cihetinden önemlidir. Göktürkler çağının dili Eski-Türkçedir. Hunlar çağının dili İlk-Türkçedir. Hunlar öncesindeki dilimiz tabii ki Ön-Türkçe sayılıyor. Burada kabaca ve ana hatlarıyla tarif ediyoruz. Yoksa epeyce karmaşık bir konudur dillerin tarihi. Herkes kolayca anlasın diye popüler yazıyoruz burada. Derinleşmek isteyenler pek çok kaynağa başvurmak zorundadır. Çuvaşların dili hâricinde R-Türkçesi kaybolmuştur fakat Z-Türkçesinde bugün hâlâ R-Türkçesinin kalıntılarını görebilmekteyiz. Örnek verelim: köz (küçük kor parçası); kor (iyice yanarak ateş durumuna gelmiş kömür ya da odun parçası); burada görüldüğü üzere Z-Türkçesinde kullandığımız korsözcüğü R-Türkçesinin bir hâtırasıdır. Moğolca ile Mançu-Tunguzca Z-Türkçesinden uzak olup R-Türkçesine yakındır çünkü İlk-Türkçenin R-Türkçesi olduğunu yukarıda belirtmiştik. Sözünü ettiğimiz r~z ses denkliğinin yanı sıra başka ses denklikleri de söz konusudur. Örneğin; s~y ses denkliği vardır. Yakut Türkleri kendilerine Saha diyor. Bizim Türkçemizdeki yedi sayısı Çuvaşçada şiççĕ biçimindedir. Bununla birlikte Yakutların dili R-Türkçesi tarafında olmayıp Z-Türkçesi içindedir. Macarca ile Türkçe arasında ses denklikleri de bulunmaktadır. Örneğin; Macarcada gy-, Türkçede y-hâline bürünüyor. Türkçe yal- ‘yalamak’, Macarca gyal- biçimine giriyor.
Ahmet Bican Ercilasun’un teorisine göre[1] Türklerin doğum yeri bugünkü Türkmenistan’ın güneyindeki Ceytun bölgesidir. Ceytun bölgesi şimdiki Türkmenistan ile İran sınırı arasıdır ve Horasan’a tekabül etmektedir. Türklerin ataları olan İlk-Türkler işte burada ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla Türkçenin doğduğu yer de burasıdır. Türkçe kendinden önceki çekirdek dilden türemiştir. Ön-Türkçe şayet varsa işte bu çekirdek dile eğilmek gerekecektir. Aksi takdirde çekirdek dilden İlk-Türkçeye dolaysız bağlanmak söz konusu olacaktır. Türkçenin akrabası olan muhtelif diller de sözünü ettiğimiz çekirdek dilden çıkmışlardır. Elimizde yazılı metin bulunmadığından ötürü bu çekirdek dilin mâhiyeti bilinmiyor fakat dil bilimine özgü birtakım yöntemlerle izi sürülüyor. Ercilasun’un savına göre, İlk Türkler M.Ö. 7.200’lerde Ceytun bölgesine yerleşenlerin devamıdır. İlk Türklerin buraya Fırat-Dicle havalisinden geldikleri tahmin edilmektedir. Türkmenistan’ın güneyine (Horasan) yerleşen İlk Türkler burada yerleşik Ceytun kültürünü meydana getiriyorlar. Bu itibarla Türkler başlangıçta yerleşik idiler ve Ceytun bölgesinden çıkarak bozkırlara göç ettikçe günümüzden yaklaşık dört bin yıl kadar öncesinde konar-göçer hayata geçtiler. Ahmet Bican Ercilasun, Ceytun kültürünü M.Ö. 7.200-4.500 tarihleri arasına yerleştirmektedir. Bu tarihten sonra İlk-Türkler kuzeye ve doğuya göçüyorlar. Bu göçlerle birlikte İlk-Türkler şimdiki Kazakistan, Güney Sibirya ve Moğolistan topraklarını vatan ediniyorlar. Buralardan da Avrasya’nın pek çok bölgesine yayılacaklardır ve binlerce yıl sonrasında Fırat-Dicle havalisine (Türkiye’ye ve tabii ki Azerbaycan ile Mezopotamya’ya) geri döneceklerdir.
Kavimlerin tarihi göçlerin tarihidir. Yeryüzünde bir yerden bir yere göç etmemiş topluluk yoktur. Her kavim şimdiki vatanına başka bir yerden gelmiştir. Örneğin: Sümerler herkesin bildiği Mezopotamya’ya doğudan (Hindistan-Pakistan-Afganistan) cihetinden gelmişlerdir. Amerika kıtasının yerlileri buraya Sibirya’dan göç etmişlerdir. Etrüskler şimdiki İtalik yarımadasına Anadolu’dan gitmişlerdir. Hititler uygarlık kurdukları Anadolu’ya şimdiki Ukrayna taraflarından Kafkasya yolunu izleyerek gelmişlerdir. Kadim zamanlardan beri yerleşik bir halk olan Çinlilerin ataları şimdiki vatanlarına başka yerden göç etmişlerdir. Her kavmin uzak mâzisinde göçebelik vardır. Almanlar ve Fransızlar da bir zamanlar göçebeydiler. Çin mimarisindeki eğimli çatılar onların göçebelik zamanlarındaki çadırlarının bir hâtırasıdır. Türklerin kubbeli çadırlarını zaten biliyoruz.
Oğuzlar nasıl ortaya çıktı? Oğuz kavim adının etimolojisi hakkında muhtelif görüşler bulunuyor. Çok tutulan bir görüş, “aile ve kabile” gibi anlamlar taşıyan “oğ” kökünden Oğuz sözcüğü türetilmiştir ve boylar birliği anlamına gelmektedir. Genel kabul ok+uz şeklindedir ve oklar (boylar) mânâsına geldiği de düşünülmektedir. Oğuz Kağan’da gördüğümüz kişi adı Oğuz ile kavim adı Oğuz sözcüğünün aynı anlama gelmeyip farklı sözcükler olduklarını düşünen Türkologlar vardır. Bu iki sözcük farklı anlamlara geliyor olsa bile süreç içerisinde özdeşleşmiştir ve aynı sözcük görüntüsüne bürünmüştür. Oğuz Kağan bir kişi adı olmaktan çok Oğuzların Kağanı anlamındadır. Fatih Sultan Mehmet’e kısaca Fatih dediğimiz gibi atalarımız da Oğuzların efsanevi hükümdarına kısaca Oğuz Kağan demişlerdir. Oğuz Kağan’ın gerçek adı Oğuz muydu yoksa onun başka bir adı var mıydı kesinkes bilemiyoruz. Mustafa Kemal Paşa’ya kısaca Atatürk dememiz gibidir. Eski Türklerde hükümdarlık tahtına çıkan şehzadenin –asıl adını bırakarak– hükümdarlık makamına yakışacak yeni bir unvan alması geleneğinin bulunduğu anlaşılıyor. Doğubilimci ve Türkolog Barthold unvan konusunda şöyle demektedir: “Hatta eskiden Moğolistan’da hükümran olan Oğuz hanları tarihinden de bilinen bir âdete –ki tahta çıkan hanın kendisinin eski unvanını yeni bir unvana çevirmesidir– Karahanlılarca devamlı uyuluyordu. Bu lâkap (unvan) hanın özel adı yerine kullanılmakta idi.”[2] Mustafa Kemal Paşa’nın soyadı unvan gibidir ve eski geleneğe uygun biçimde –özel adı yerine– cumhurbaşkanlığı makamına yakışacağı düşünülen Atatürk soyadını almıştır. Göktürk hükümdarı Bilge Kağan’ın özel adının Bilge olmayıp kağan olduktan sonra kendisine Bilge unvanı verildiği düşünülebilir.
Kavimler göçü öncesinde Turan coğrafyasında yüzlerce Türk boyunun kaynaştığını söylemiştik. Birkaç boy aynı yörede buluşup –zorunlu veya gönüllü– siyasi birlik kurarsa ortak bir ad alıyorlar; yani üst-kimlik ediniyorlar. Göktürk Devleti yüzlerce boyu kendi çatısı altında birleştirince Türk adı birleşen boyların üst-kimliği olmuştur. Bir diğer yörede birkaç boy birleştiğinde onların üst-kimlikleri Uygur olmuştur. Kuzey bozkırlarındaki boylar birleşince Kıpçak üst-kimliğini kazanmışlardır. Dolayısıyla bu üst-kimlikler etnik kimlik olmayıp, siyasi birliği ifade eden adlandırmalardır. Geçmiş zamanlarda Üç-Oğuz, Sekiz-Oğuz, Dokuz-Oğuz gibi birleşmeler vuku bulmuştur. Adlarından belli olduğu üzere üç boy birleştiğinde Üç-Oğuz adını almıştır. Şayet birlik dağılırsa aynı üst-kimlik içindeki boylar farklı üst-kimliklere dâhil olabilmektedir. Meselâ: Eymür boyu çok önceleri Uygur boylar birliğinin içindeydi, Uygur birliğinden ayrılan Eymür boyu Kimek birliğine katılmıştır ve Kimek birliğinden kopunca da Sır-Derya Oğuzlarına dâhil olmuştur.
Bütün bu kaynaşan boylar uçsuz bucaksız Turan bozkırlarında yurt değiştirdikleri gibi üst-kimlik de değiştirebilmektedirler. Barthold, Peçenek kavminin Oğuzlardan pek erken tarihte kopmuş olabilecekleri kanısındadır[3], yüzyıllar sonrasında Oğuzlar ile Peçenekler aynı coğrafyada karşılaştıklarında yurt mücadelesine girişmişler fakat Peçenekler bu mücadeleyi kaybederek batıya, Karadeniz’in kuzeyine göçmüşlerdir. Karadeniz’in kuzeyine göç etmeyerek Türkistan’da kalan Peçenekler ise Sır-Derya Oğuzları birliğine katılmışlardır. İşte bu nedenle 24 Oğuz boyundan birinin adı Peçenek’tir. Bu örnekten görüleceği üzere Sır-Derya Oğuzları muhtelif boyların Oğuz Bozkırı’nda karşılaşıp birleşmesiyle oluşmuş yeni bir siyasi üst-kimliktir. Oğuz adı başlangıçta ok-uz veya oğ-uz şeklinde boylar birliği anlamına geliyor olsa da birleşme güçlenip pekişince etnos hâline evrilebiliyor. 24 boydan oluşan Sır-Derya Oğuzları’nın birliği zaman içerisinde pekişip kaynaşınca Oğuz adı siyasi birlik anlamından taşarak kavim adına dönüşüyor. Uygur ve Kıpçak adları da böyledir. Uygur boyları eskiden müttefik boylardı fakat uzun süre beraber yaşadıkları için kaynaşarak Uygur etnosunu meydana getirdiler. Tarihsel süreç içerisinde Uygurlardan kopan bir boy Kıpçaklara yahut Oğuzlara katılabiliyor. Kalabalık bir boy kendi içinde bölünerek farklı siyasi birliklere dâhil olabiliyor. Bu itibarla aynı boy adını hem Oğuzlarda hem Kıpçaklarda veya Uygurlarda görmek mümkündür. Çünkü her boyun alt dalları vardır, bu alt dallara genelde urugdenmektedir. Örneğin: Türkiye’de çok bilinen Karakeçili, Sarıkeçili, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi topluluklar boy değil urug hükmündedir. Bunlara günümüzde aşiret diyoruz. Boyların dağılması gibi uruglar da kendi içlerinde dağılıp ayrışabiliyorlar. Bir urug nüfus itibarıyla çok büyüyerek boy hâline gelebiliyor. Bir misal olarak Türkiye’deki Karakeçili aşiretinin dallarına Balıkesir’den Şanlıurfa’ya pek çok yerde rastlamak mümkündür. Batı Anadolu’daki Karakeçililer Yörük ağzıyla konuşurlarken, Güneydoğu Anadolu’daki Karakeçililer Türkçe ve Kürtçe konuşabilmektedirler. Aynı boyların ve urugların adları bugün Türkiye’de, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Horasan’da ve diğer Türk ülkelerinde karşımıza çıkabiliyor. 24 Oğuz boyundan biri olan Salur boyunun bir dalı bugün Doğu Türkistan’da Salar adıyla varlığını sürdürmektedir. Bunlara Çin Türkmenleri deniyor. Türkmenistan’dan Türkiye’ye pek çok yörede Salurlar görülüyor. Salur boyunun eski adı Salgur biçimindedir ve bugün Kırım’ın en meşhur akarsuyunun adı da Salgır Nehri’dir. Demek oluyor ki Salur boyunun bir dalı vaktiyle Kırım yarımadasına göç ederek bir nehre kendi adını vermiştir.
24 boydan oluşan Sır-Derya Oğuzları ile meselâ Dokuz-Oğuzlar aynı halk mıydılar? Bu türden konular hep tartışmalı konulardır. Fakat şurası kesindir ki Sır-Derya bölgesinde toplaşan boylar farklı yerlerden göç ederek Oğuz birliğini kurmuşlardır. Sır-Derya Oğuzları kendi bünyelerinde Üç-Ok ve Boz-Ok adıyla iki ana daldırlar. Her dalın içinde 12 boy vardır. 24 Oğuz boyu işte bunlardır. Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan cumhuriyetlerinin ana kitleleri bu 24 Oğuz boyudur. Dolayısıyla söz konusu üç cumhuriyetin halkları yakın akrabadır. Sır-Derya Oğuzları birliğine katılan 24 boydan kimisi Türk kökenli olmayıp sonradan Türkleşen bozkırlı unsurlardır. Meselâ: İranî bir topluluk olan ve Doğu Farsçası konuşan Toharların bu Oğuz birliğine katıldıkları, zaman içinde Doğu Farsçasını unutarak Oğuzcayı benimsedikleri ve Türkleştikleri düşünülmektedir. Toharlar kimlik değiştirip Türkleştiklerinde 24 Oğuzlara Döger adıyla katılmışlardır. Döger artık 24 Oğuz boyundan birinin adıdır. 24 Oğuz boyundan bir-ikisinin Moğol asıllı olabileceği tahmin edilmektedir. Sır-Derya Oğuzları bünyesinde yer tutan çok meşhur Bayındır boyunun Moğol aslından geldiğini düşünen Türkologlar görülüyor. Oğuzlara katılmazdan önce Bayındır boyu Kimek birliği içindeydi. Kıpçaklar bu Kimeklerden çıkmıştır ve muhtemelen Kimek birliğinin yönetici boyudur. Bayındır boyu Kimek birliğinden ayrılınca Oğuz birliğine katılmıştır.
Türkiye’deki folklor zenginliğinin sebeplerinden biri işte budur. Çünkü her boyun folklorik unsurları zaman içerisinde Oğuz birliğinin folklor zenginliğine katkı sağlamıştır. Türk boylarının kimisi göç ettikleri coğrafyalarda Slavlaşmış veya Çinlileşmiş, kimisi Macar etnosuna katılmışken Türkçe konuşmayan bazı topluluklar da Türk yurtlarında Türkleşmişlerdir. İnsanlık tarihi her coğrafyada böyledir. Hiçbir millet ırken saf değildir. Bugünkü İran’da Farsların kimisi Türkleşirken, kimi Türkler de Farslılaşabilmektedir. Kimlik değiştirmeler genelde hayat pratikleri içerisinde kendiliğinden vuku bulur fakat devletlerin kendi vatandaşlarına yönelik kimlik değiştirme politikaları yürüttükleri de görülmektedir. Her devletin bunu yapma hakkı vardır çünkü her devlet kendi güvenliğini etnik unsurların kaynaşmasında görmektedir.
24 Oğuz boyunun her biri hangi üst-kimliklerden ayrılarak Sır-Derya Oğuzları kimliğinde bütünleşmiştir? Sır-Derya Oğuzlarının ataları Dokuz-Oğuzlar mıdır? Ayhan Pala bu konuda şöyle demektedir: “Bu boyların [Sır-Derya Oğuzları boylarının] bir kısmı Dokuz Oğuzların veya Uygurların devamı olduğu gibi bir kısmı da Bayındır boyunun Kimeklerden gelmesi gibi başka siyasi birliklerden koparak Oğuzlara katılmışlardır. Bunlar içinde İranî kavimlerden ve Moğollardan gelenlerin de bulunabileceği anlaşılmaktadır… Aynı şekilde Uygurlardan ayrılan Eymür boyunun önce Kimeklere, sonra Oğuzlara ve Bayat boyunun önce Kimek veya Kanglılara sonra Oğuzlara dâhil olduğu bilinmektedir… Çeşitli İran ve Türk kavimlerinin yaşadığı bir bölge olan Sır-Derya boylarının şimdiki bilgilerimize göre Hunlardan itibaren Türkleşmeğe başladığı, ancak İranî kavimlerin de bilhassa şehirlerde yaşamaya devam ettiği anlaşılmaktadır. İranî kavimlerin bazı kalıntılarının Aral ve Sır-Derya boylarında Hunlar ve Gök Türkler döneminde Türkleştikleri ve bunların da Oğuzları oluşturan unsurlardan oldukları anlaşılmaktadır. Hatta bu bölgede daha eski tarihlerden beri çeşitli Türk kavimlerinden toplulukların yaşadığı düşünülmektedir. İranî kavimlerden olup bir kısmı Türkleşenler içinde en iyi bilineni Alanlardır. Alan’ların diğer adının As’lar olduğu ve bugünkü Oset’lerin ataları oldukları kabul edilmektedir. İslâm coğrafyacıları, Alan ve As’ları Türk kavmi olarak kabul ederler ve bunların yurtlarının Amu Derya ile Hazar Denizi arasındaki Oğuz Çölü olduğunu, bunların Peçenekçe ile Oğuzcanın karışmış olduğu bir Türk lehçesini konuştuklarını ileri sürerler. Alan, bugün de Türkmenistan’da aşiret adı olarak yaşamaktadır…”[4]
24 boylu Sır-Derya Oğuzlarının kökenleri hakkındaki farklı görüşleri Ayhan Pala şöyle özetliyor: “İbrahim Kafesoğlu Sır-Derya Oğuzlarını Dokuz Oğuzların devamı sayarken Faruk Sümer onları On-Okların devamı olarak görür. [On-Oklar Batı Göktürkleridir.] Oğuz şehirleri üzerinde çalışmalarıyla tanınan L. P. Tolstov ise Sır-Derya Oğuzlarını bu bölgenin otokton halkı olarak görmektedir. Osman Karatay ise Kimek asıllı Bayındır ve Bayat boyları ile Güney Sibirya’dan gelmiş bazı boyların Oğuzların çekirdeğini oluşturduğunu ifade etmiştir.”[5] Ayhan Pala bu farklı görüşlerin telif edilebileceğini ve her görüşte doğruluk payı bulunduğunu belirtiyor. Kolayca anlaşılacağı üzere Sır-Derya Oğuzları başlangıçta 24 boydan oluşmuyordu. Göktürk birliği dağılınca ayrışık boylar Oğuz Bozkırı’nda toplaşarak kendilerine bir Yabgu seçiyorlar ve siyasi birlik hâline geliyorlar.
Osman Karatay, Oğuzların sürekli yeni katılımlarla büyüdüğünü söylüyor. Bu katılımlar gönüllü veya zoraki olmuştur. Karatay’a göre, Peçenekler zorunlu fakat Salurlar gönüllü olarak Sır-Derya Oğuzları birliğine katılmıştır. On-Ok kalıntıları (Türgişler), Turgay bozkırlarında yaşayan bazı göçebe boylar ve Güney Sibirya kuşağındaki boylar Seyhun Nehri’nin doğusunda bir araya gelerek 24 boylu Sır-Derya Oğuzları birliğinin temellerini atmışlardır. On-Ok Kağanlığı dağılınca Türgiş boyları çekirdek Oğuz topluluğuna katılıyorlar ve Oğuzluğun birdenbire büyümesine yol açıyorlar.[6]
Bütün bu görüşleri pratiğe dökersek: Bugünkü Kazakistan’a tekabül eden Oğuz Bozkırı’nda sonradan 24 boylu Oğuzlara katılacak olan boylar zaten vardı. Bunların bir kısmının dili Türkçe, bir kısmının dili Doğu Farsçası idi. Bir kısmı göçebeydi ve bir kısmı da kentlerde yaşıyordu. Güney Sibirya kuşağından Türk kökenli ve Moğol asıllı fakat Türkleşmiş bazı boylar buraya göç ettiler. Göktürk Devleti’nin batısını oluşturan Türgiş Devleti çözülünce On-Ok boyları ister istemez Sır-Derya Oğuzlarına dâhil oldular. Böylece 24 boy Oğuz Yabgusu’nun çevresinde birleşmiş oldu. Yabgu’nun zayıf otoritesi altında bütünleşen bu 24 boy kısa sürede (herhalde yüz veya yüz elli yılda) kaynaşarak Oğuz kavmini meydana getirdiler. Farklı kimliklerini unutarak hep birlikte Oğuz üst-kimliğini benimsediler. İşte bu Sır-Derya Oğuzları çok kısa sürede güçlü bir asabiyet kurarak Türk tarihinin en büyük şubesi hâline geldi. Selçuklu, Osmanlı, Akkoyunlu, Safevi, Karamanlı gibi büyük hânedanları bünyesinden çıkardı. Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı büsbütün, İran’ı kısmen Türkleştirdi. Yabgulu Oğuz Devleti günümüzden bin yıl önce çöktü ama Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan cumhuriyetlerinin tohumlarını attı. Oğuzların tarih macerası fevkalade karmaşık ve zengindir. Bilinen ve henüz bilinmeyen yönleri vardır. Biz burada popüler şekilde özetlemeye çalıştık. Türkologların çalışmaları ilerledikçe Oğuzların tarihi peyderpey aydınlığa kavuşacaktır.
Metin Savaş
[1] Ahmet Bican Ercilasun, Köklere Doğru, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2024.
[2] V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi, sayfa 116, Divan Kitap, İstanbul 2017.
[3] V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi, sayfa 147, Divan Kitap, İstanbul 2017.
[4] Ayhan Pala, Oğuzların Peçenek Boyunun Menşei – XVIII. Türk Tarih Kongresi – X. Cilt – Türk Dünyası Tarihi (sayfa 117-128) – Ankara 2022.
[5] Ayhan Pala, Oğuzların Peçenek Boyunun Menşei – XVIII. Türk Tarih Kongresi – X. Cilt – Türk Dünyası Tarihi (sayfa 117-128) – Ankara 2022.
[6] Osman Karatay, İlk Oğuzlar, sayfa 87, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2017.