Türkiye ve Lübnanlaşma

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK

Tarih boyunca insanlar arası ilişkilerin dinamiği dağılma ve toplaşma döngüsü üzerinden şekil almıştır. Mezopotamya uygarlıkları, antik şehir devletleri, Roma İmparatorluğu, krallıklar, imparatorluklar, ulus-devletler, Avrupa Birliği tipi entegrasyon hareketleri derken bugün geldiğimiz nokta ise oldukça dengesiz.

Üç ayrı eğilim aynı anda güçlü bir biçimde hissediliyor. Acaba önümüzdeki dönemde insanlık tüm dünyayı ortak norm ve değerler sistemi altında bütünleştiren bir “küresel yönetişim” (global governance) mekanizmasına mı geçiş yapacak, yoksa merkez devlet otoritelerini eskisinden çok daha güçlü kılan ulusal sınırları mı belirginleştirecek? Belki de o ulusal sınırları daha da parçalayacak ve mikro milliyetçiliklerin gelişimine ön ayak olacak. Bütünleşecek miyiz dağılacak mıyız; eğer dağılacaksak bu parçalanmanın ucu nereye kadar uzanacak?

Öncelikle şunu söyleyelim. Tarihteki en birleştirici dinamik olarak nitelendirebileceğimiz küreselleşme olgusu ile insanlığı siyaseten en mikro ölçeğe kadar parçalanma eğilimine teşvik eden küreselleşme ideolojisi birbirinden farklı şeyler. Küreselleşme dediğimiz olgu spordan sanata, fikirlerden damak lezzetlerine, üretimden tüketime, piyasa ve finansa, normlara ve değer sistemlerine vs. uzanan bir benzeşme ve ortaklaşma durumuna işaret ediyor; üstelik bu benzeşme sınır tanımadan tüm yer küreyi kapsıyor.

Küreselleşme ideolojisi ise içerisinde devlet otoritesine karşı bireyin haklarını ve alt kimliklerin gücünü artıran bir liberal söylemle geliyor. Devletin küçülmesini, onun bıraktığı alanda ise sivil toplumun ve devlet dışı aktörlerin etkin olması gerektiğini öngörüyor. Ancak milli kimliğin yerine doluşan etnik, dinsel, mezhepsel, mikro milliyetçi ideallerin nasıl dizginlenebileceği konusundaki tek önerisi olan demokratikleşme söyleminin yetersizliğine de çaresi yok. Durum ortada!

Lübnanlaşma üzerine

Lübnanlaşma kavramı 1975 yılında patlak veren Lübnan iç savaşı sürecinde gündeme gelen ve ABD’li diplomat Jeane Kirkpatrick’in şöhret kazandırdığı bir terim. 1982’de Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi iken kullandığı “dost ülkelerin Lübnanlaşmasını engellemeliyiz” ifadesi o tarihten sonra kavramı popüler hale getirdi. Kavramın özü şu: Parçalanmış bir devlet otoritesi; siyasi yapının mezhep ve etnik temelli ayrışması; silahlı milislerin devletten daha etkin hale gelmesi; dış güçlerin ülkenin iç siyasetine müdahale etmeye başlaması; uzun süreli iç savaş ve istikrarsızlık ortamı.

Esasen Lübnanlaşmadan ziyade Lübnanlaştırma üzerinden okunması gereken bir süreçten söz etmek daha doğru. Zira Lübnanlaşma kendiliğinden oluşmuyor; itina ile inşa ediliyor; devamlılığı sağlanıyor; gelişen süreçten besleniliyor. Emperyalizmin yeni yüzü bu.

Oysa halklar aralarındaki farklılıklara rağmen birlikte yaşamaya meyilliler. Özellikle birlikte yaşam kültürüne cevaz veren bir siyasi anlayış varsa yüzlerce yıl hiçbir sorun çıkmadan hayat devam ediyor. Ne zaman ki, uluslararası sistemdeki tıkanmalar ve büyük güç rekabeti kan ihtiyacı hissediyor, o zaman dış müdahaleler gündeme geliyor ve yüce siyasi anlatılarla temellendirilen dağılma eğilimleri ön plana çıkıyor.

Büyüklük kurma iddiaları, Tanrı tarafından vaat edilme veya kanla sulanmışlık söylemleri, kolektif travmalar, mitler vs. ile beslenen fikir dünyasına dış emperyal müdahaleler eklenince ortada halk filan kalmıyor. Komşu komşuya düşman oluveriyor. Sonrası on yıllarca devam eden iç savaşlar, ölümler, yıkımlar…

Türk, Kürt, Arap derken

Geçtiğimiz günlerde Sayın Devlet Bahçeli’nin söylediği iddia edilen “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun; biri Kürt biri Alevi olsun” biçiminde bir ifadenin dolaşıma sokulması konuyu daha da önemli hale getirdi. (Doğrusu ben pek inanmadım ama güncel bir sohbet sırasında söylenen laflar belki amacından saptırılmıştır diye düşündüm.)

Bu sözler üzerine başlayan tartışma “Terörsüz Türkiye” sürecine de zarar verebileceğinden Lübnanlaşma olgusuna dikkat çekerek bu öneriyi değerlendirmekte fayda var. Zira siyasi ve sosyal kimliklerin farklılaşması başka bir şey, farklı statülere yerleştirilmesi ise bambaşka. Üstelik bu tür bir yaklaşım ulus devlet formatını uluslar devletine sokacağından parçalayıcı dinamikleri de ön plana çıkarabilir.

Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası cumhurbaşkanının da yardımcısının da etnik veya mezhepsel kimliğine atıf yapılmasına engel teşkil ediyor. Nitekim eğer bir önceki seçimi Kemal Kılıçdaroğlu az farkla kaybetmeseydi bugün Kürt ve Alevi bir cumhurbaşkanımız olacaktı. Yardımcısını Sünni ve Türk ya da Hristiyan ve Arap kökenli seçmesi de mümkündü.

Ya da eğer Meral Akşener aday olsaydı ve kazansaydı bir kadın cumhurbaşkanımız da olabilirdi. Zira Anayasamız en berbat haliyle bile cumhuriyetimizin kurucu değerleriyle korunan temel bir direğe yaslanmış durumda: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı. Bu nedenle de ne cumhurbaşkanları, ne yardımcıları, ne bakanlar ne de bürokratlar toplumsal kimliklerine göre konumlandırılabilirler.

Kimliklerimiz kuşkusuz bizi biz yapan, bizi insan kılan ve bir toplumun parçası haline getiren en özgün değerimiz; katman katman bedenimizi saran kılıflarımız. Ulusal kimliğimiz de bunların en tutucu ve birleştirici olanlarından. Alt kimliklerin güçlenmesi ise devlet şemsiyesi altında toplaştığımız ulusal kimliğimizin zayıflaması anlamına geliyor.

İnsanların devletlerinden çok cemaatine, mezhebine, sosyal grup liderine bağlılık göstermesi devlet aidiyetinin zayıflaması demek. Bu da Lübnanlaşma dediğimiz parçalanma halinin başlamasına neden olacağından önceliğimiz aidiyet hissinin güçlenmesini sağlayacak şefkatli ve adaletli bir devlet sisteminin kurgulanması olmalı. Ne olduğumuzla değil, ne yaptığımızla değerlendirildiğimiz bir devlete aidiyet bağı kurmamız çok daha kolay olacaktır.

—————————————————-

Kaynak:

https://www.dunya.com/kose-yazisi/turkiye-ve-lubnanlasma/786032

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen