“Türklük”ten “Türkiyeli”liğe Bireyin Temsil İmkânı

Tam boy görmek için tıklayın.

“Kürt sorunu” diye adlandırılan problemin çözüm önerileri, “anayasal vatandaşlık”, “Türkiyelilik” gibi üst kimlik-alt kimlik hiyerarşisinde bir vurguya sahiptir. “Birlik-beraberlik” tezleri olarak özünde Kürtçü dinamiklerin bölücü taleplerine içkin olan Kürdistan’a “bağımsızlık”, “özgürlük”, “özerklik” gibi yaklaşımlara karşı bir çözüm yöntemi olarak dile getirilmektedir. Türkiye’de kimlik tartışmalarının merkezinde Türk kimliğinin siyasi ve hukuki boyutlarının yanında sosyal-psikolojik statüsünün de tasfiyesi bulunmaktadır. Hemen hemen bütün tartışmaların merkezi konusunu tasfiyesi düşünülen “Türk” ve “Türk milleti” kavramları yerine ne konulması gerektiği ekseninde yürütülmektedir. “Türk milleti”nin ve “Türk devleti”nin tarihsel ve sosyolojik gerçekliğinin demokratikleşme, kimlik siyaseti, özgürlük, çok kültürcülük, farklıkların zenginliği gibi söylemler üzerinden reddedildiği bir politik mantık “milliyetsizcilik” gibi bir olguyu gündeme getirmektedir.

Türkiyelilik Tezleri Nedir? 

Söz konusu kimlik tartışmalarında “ırkçılık”, “resmi ideoloji”, “asimilasyon”, “etnikçilik”, “inkar” gibi kavramlar seti üzerinden olumsuzlanan “Türklük” karşısında “Türkiyelilik” bütün olumlu anlamlar ve algılarla içeriklendirilmektedir. İlk bakışta sergilenen tavrın bir aidiyetlik tespiti değil de Batıcı renkteki liberal, sosyalist, İslamcı Kürtçülerin tezlerinin farklı biçimlerde bir ifadesi olduğu gözlenmekle birlikte dikkat çeken husus Türk kimliğinin statüsünün tasfiyesi olduğu görülmektedir. Bunun içinde kullanılan argümanlar: Türklüğün etnik kökene göndermede bulunurken, Türkiyeliliğin etnik kökeni aşarak coğrafya merkezli bir aidiyetliğe işaret ettiğidir. Türkiyelilik tezinin özünü Türkiye’nin çok etnili, dinli, kültürlü halklardan müteşekkil bulunduğu, Türklüğünde bu etnik gruplardan sadece biri olmasına rağmen Cumhuriyetle birlikte haksız yere devlet kimliği kabul edilerek diğer farklıklara karşı baskı ve asimilasyonun kaynağı haline geldiği aksiyomu yer alır. Buna karşılık Türkiyelilik ülkedeki bütün etnik grupları, dinleri ve mezhepleri kabul ettiği, daha doğrusu anayasal düzlemde tanıdığı için, Türklükten daha kapsayıcı ve kucaklayıcıdır, iddiasıdır.

Türkiyelilik kavramını eleştirenlere ise şöyle yanıt verilmektedir: “Türkiyelilik kavramının bir üst kimlik ve aidiyet çerçevesi olarak kullanılmasına itiraz edenler genellikle şu eleştiriyi yapıyorlar: Türkiyelilik bir kimlik olamaz. Bir kimseye ‘kimsin?’ sorusu sorulduğunda ya ‘Türküm’ der ya da başka bir etnik kimliği dile getirir. Türkiyelilik tezini ileri sürenler, bu ülkenin gerçek sahiplerini dışlıyorlar ve tersinden bir ‘kimliksizlik’ siyaseti öneriyorlar. Bu ülkenin halkı Türktür ve Türklük, sanıldığı gibi sadece etnik bir kavram değil, etnik bakımdan Türkler yanında bu ülkede yaşayan herkesi ifade eden geniş bir kavramdır! Bu eleştirilere dikkatlice bakılırsa aslında bu eleştirinin sahipleri farkında olmadan ‘Türklük’ kavramını ‘Türkiyelilik’ kavramına eşanlamlı bir kavram olarak kullanıyorlar. Mademki Türklük sadece etnik olarak Türkleri ifade etmiyor, bilakis tüm Türkiye’de yaşayanları ifade ediyor; öyleyse bu iki kavram birbirine zıt olarak algılanmak zorunda değildir. Madem öyle, neden ‘Türkiyelilik’ kavramı üzerinde bu kadar ısrar ediyorsunuz denilirse, bu soruya verilecek cevap çok basittir. Türkiyelilik kavramı, Türklük kavramından daha fazla etnisiteden arınmış ve dolayısıyla daha fazla kapsayıcı/kucaklayıcı gözükmektedir. Etnik bakımdan Türk’ten gayrısını dışlayan bu kavram yerine, herkesi kapsayan ikinci kavram tercih edilmelidir.”[1]

Farklı zihniyetlerin kaleminden çıkan ve aynı cümlelerden kurulan bu gerekçelerin geçerliliği için de isim isim aynı örnekler verilir: “İran, Fransa, B.Britanya, İspanya… Bunlarda, sırayla: İran, Frank, Breton, İspanyol diye bir alt-kimlik yoktur. Birincisinde Farslar, Azeriler, Kürtler, Beluciler vs. vardır. İkincisinde Korsikalılar, Bretonlar; Oksitanlar, vs. vardır. Üçüncüsünde İskoçlar, İngilizler, Galliler, İrlandalılar vardır. Dördüncüsünde Katalanlar, Basklar, Andaluzyalılar, Kastilyalılar vs. vardır.[2]

Gözardı Edilen Özgün Şartlar

Her ülkede milli kimlik, millet ve milliyetçilik tanımları o ülkenin nesnel ve öznel koşullarına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Toplumların farklı bir tarihselliğe sahip olması, özgün ve tikel kültüre, norm ve değerlere dayanması ve bunların zemininde bir ilişkiler sistemi geliştirmesi siyasi yapının niteliğini biçimlendirir. Bir devletin jeopolitik konumunun veya dış tehlikeye göre de millet tanımlamasının renklendirildiği görülmektedir. Her bir ülkenin kendi tarihi mecrasındaki tecrübesi esas alınmakla birlikte iki ana toplumsal tecrübe söz konusu tanımlara yön vermiştir. Bunlar: Fransız ve Alman tecrübeleridir. Biri vatandaşlığa, eşitliğe, evrenselliğe vurgu yaparken diğeri dile, kültüre, tarihe, etnisiteye dayandığı iddia edilir. Erol Göka bu tasniflemeyi eleştirerek gerçeğin asla anlatıldığı gibi olmadığını vurgular.

Göka’ya göre, 19. yüzyılda gündeme gelen devrimler ve milliyetçilik yüzyılı olarak adlandırılması sürecinde, Fransa’da ortaya çıkan milliyetçilik, siyasal ve popülist bir nitelik taşımaktaydı ve halkın bir davaya adanmış yurttaşlar topluluğu olarak kutsanmasına yol açmıştı. Ama çok kısa bir sürede “yurttaşların birliği” şeklindeki “ulusal bilinç” “Fransız birliği” bilincine, devrimi savunma iradesi bir “Fransız misyonuna”, devrimin beşiği Fransa “kutsal vatan”a dönüşmekten geri kalmadı; Napolyon Fransa’sı kendinden türeme idealleri savunan direnişleri yok etmeye çalışmak gibi bir trajediyi yaşamak zorunda kalmıştı. Tarihsel gerçekler, idealleri ters yüz etmişti. Tarih sahnesine sonradan çıkan Alman ulusal anlayışı, yurttaşlık yerine soy, toprak ve kültür gibi “ilkel” kavramlara dayandığı için küçümsense ve eleştirilse de, Fransız gibi eşitlik ve özgürlükten konuşup, Alman gibi davranmak insanlığın gündemine artık çıkmayacak şekilde yerleşmişti. Fransa, bugün Avrupa’nın en büyük göçmen toplumudur. Cumhuriyetçi ideallerle çok-kültürcülük taleplerinin tazyiki arasında sıkışıp kalmıştır. Orada insanlar Fransız dilini öğrendikleri, kendilerini Cumhuriyet’e adadıkları, çocuklarını devlet okullarına gönderdikleri ve Bastille gününü kutladıkları ölçüde yurttaştırlar. Azınlık ve göçmenlerin Fransa’dan kendilerine özgü yaşantıları için özgürlük talep etmesi imkânsızdır. Fransa, “Alman kültür devleti” modelinin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır.[3]

Alman ve Fransız tipolojilerinin siyasal analizlerdeki kullanılmaya elverişli işlevselliği siyasal ve toplumsal gerçekliğin “anlama” eylemini dışlamasıyla temellenir. Özellikle çok-kültürcülerin anayasal vatandaşlık gibi projelerinin temellendirilmesi açısından önemli görülebilir. Çünkü bir milli devletin tarihsel süreçte ortaya çıkışı ve hep göz ardı edilen işlevinin eleştirilerek yerine tecrübe edilmemiş ve üstelik normal gelişme-değişme süreci dışında tepeden inmeci bir proje olması nedeniyle “Anayasal Vatandaşlık”ın meşrulaştırılmasında bu tasniflemeye gerek duyulmaktadır. Her iki olgununda sahip olduğu değişkenler kimlik tartışmasının yürütüldüğü ülkelerin özgün ve tikel vasfının gözetilmesiyle değerlendirilmelidir.

Belirleyici Aidiyet: Coğrafya mı Kültür mü?

Bir sembol olarak sözcüklerin taşıdığı anlamlar toplumun tarihsel süreci içerisinde oluşur. Bu sebeple “madem Türklük bütün farklılıkları kapsıyor ‘Türk’ yerine ‘Türkiyeli’ diyelim” gibi bir düşünce bilim dışı ve gayri ciddi bir yaklaşımdır. Kimlik özellikle birey ve grup arasındaki manevi bir ilişki biçimidir ki bunun dışsal tezahürü ortak bir davranış örüntüsü yaratır. Bu ortak duygu, düşünce ve davranış bireylerin içselleştirdiği manevi-tinsel bir kaynağa atıfla yaratılır. Bu ortak yaşam evreni simgesel anlam yapıları tarafından temsil edilir. Anlam ise özne kaynaklıdır. Öznenin özne ile olan ilişkisi neticesinde varlık kazanır. Özne nesne ilişkisi ise aynı anlam evrenini yaratmaz çünkü nesne cansızdır. Nesneye anlam verende öznedir. Bu sebeple mekân yani nesne bir kimlik öznesi olamaz. Kimliği özneler arası ilişkiler belirler. Türklük de aynı anlam ve simge yapılarına mündemiç bireylerin yarattığı bir kimliktir. Türkiyelilik ise sadece bir coğrafi varlıktır ki “Türk” olarak tanımlanan öznelerin yaratması ile coğrafyada bir “anlam” kazanır ve o “vatan”dır.

Aidiyetin belirgin özellikleri vardır: “Toplumsal varoluş bakımından aidiyet, sürekliliği için talep edilen bir durumdur. Süreksiz olan ya da gelip geçici olmaya aday nitelik taşıyan aidiyetler toplumun devamlılığının temel dinamiği olamazlar. Süreklilik taşıyan, hatta ayrılmaz bağlılığın temelinde yatan aidiyet, sırf bugüne hitap eden, bireyi yaşama sürecinde ‘olduğundan daha iyi olabileceği’ düşüncesiyle yönlendiren bir ait olma duygusundan farklıdır.  O, daha iyi olma isteğine bağlı olmaksızın bireyi kendi topluma bağlar.”[4]

Buna bağlı olarak da “En kuşatıcı ve problemsiz aidiyet, kültür dünyasına ait olma durumudur. Zayıf veya güçlü, maksatlı kullanıma açık veya kapalı tüm aidiyet biçimlerine kendi içinde yer veren bu aidiyette, gelenekte temellenen bir tarihsel süreklilik kavrayışı vardır. Kültürel aidiyet diğer aidiyet biçimlerinde barınan problemleri ya da güçlükleri kendinde taşımaz. Bu aidiyette, mesela vatandaşlık ya da yurttaşlıkta görülen salt siyasal-hukukî formu, milliyetçilikten kaynaklanması muhtemel keskinlikleri, yurtseverlikte gözlemlenen bireyin ihmali problemini, Türkiyelilik kavramında barınan aidiyet zayıflığını bulamayız.”[5]

Basit Ama Bir O kadar Anlaşılması Zorlaştırılan Olgu: Millet ve Etnisite

Coğrafi temelli bir aidiyet olarak savunulan kimliğin tarihsel, kültürel ve psikolojik temelli bir aidiyetlik olan millet ve etnisitenin yerine ikame edilemeyeceğini ortaya koymak için millet ve etnisitenin ne olduğunu tespit etmek gerekmektedir. Sosyolojik açıdan millet, “aynı ekolojik alan (bir kültür, bir pazar, bir egemenlik) üzerinde ki kültürel, ekonomik ve siyasal sistemlerin çakışma süreçleriyle birlikte aşağı kültürlerin standartlaştırılmış, homojen ve merkezi iktidar tarafından desteklenen bir yüksek kültürle bütünleşmesi olarak ele alınır.”[6] Devlet ve millet arasında modern anlamda ortaya çıkan ilişki hukuki ve siyasi karakterlidir. Her devletin dayandığı sosyolojik temel kültürel yaşam evreni açısından farklılıklar gösterse de “millet” tanımı yurttaşlık kurumu nedeniyle hukuki-siyasal boyutta tecessüm eder. Millet ve milli devlet gibi hâlâ geçerliliğini koruyan varlık formları sanayileşme, kentleşme, okullaşma, kitleselleşme gibi sosyolojik ve iktisadi yapılardaki dönüşümün bir sonucudur. Başka bir deyişle, fert ve grup planında algılanış, duyuş, duruş ve görüşte yeni bir olgu ortaya çıkar. Devletin bu “büyük dönüşümle” birlikte geleneksel işlevlerinde bir tagayyür göze çarpar. Yani modern devlet farklı düzlemlerdeki –etnik, dini, mezhepsel, cinsel, ekonomik vb.- çatışma unsurlarının işlevsizleştirilmesi rolünü üstlenmiştir. Bu rol ise eşit, özgür, evrensel insan haklarına dayanan yurttaşlık kurumu ile sağlanır.

Sosyoloji literatüründe yaygın kabule göre milletleşme farklı etnik, dini, kültürel grupların kendi aidiyetleri üstünde kapsayıcı bir kolektif kimlik sahibi olmalarıdır ki bu yeni kimliğin adı milli kimliktir. Milli kimliğin kaynağı ise yeni veçhesiyle millettir. Modern toplumsal sistemlerin ve doğal olarak ulusal kimliğin üretildiği ve yenilendiği merkezler yine modern bir mekanizma olan merkezi eğitim sistemi, aile, kitle iletişim araçları, sivil toplum örgütleri, ordu gibi kurumlar aracılığıyla temayüz etmektedir.[7]

Türkiye’de belirli ideolojik formasyona sahip aydın zümrenin ısrarla ıskaladığı bir gerçek, millet ile etnisite arasındaki farktır. Millet, tarihsel ve kültürel bir olguya karşılık gelirken etnisite yanlış bir algı sonucu “ırksal” bir yapıya göndermede bulunur. Modern sonrası toplumsal ve kültürel yapıları yeniden şekillendiren ana olgu çeşitli dini-felsefi düşünceler, yeni cinsel farklılıklar, kültürel ve özellikle etnik yapılardır. Gordon Marshall’ın “Sosyoloji Sözlüğü” etnisiteyi, “Ait oldukları ve içinde özgün kültürel davranışlar sergiledikleri bir toplumda kendilerini diğer kolektif yapılardan farklılaştıran ortak özelliklere sahip olduğunu düşünen ya da başkaları tarafından bu gözle bakılan kişileri tanımlayan bir terimdir. Etnisite terimi ırk terimine karşı bulunmuştur. Çünkü etnik bir grubun üyeleri ırksal özelliklerine göre tanımlanabilecekleri halde, bunun yanında, din, meslek, dil ya da politika gibi başka kültürel özellikleri de paylaşıyor olabilirler… Etnik grupların bileşimi bir akışkanlığa sahiptir ve tanımı gereği değişikliklere açıktır.”[8] Orhan Türkdoğan ise etnikliği, “dil, din ve kültürel farklılaşmaların bir yansıması” tarzında değerlendirmektedir.[9] Bir toplumsal ve kültürel yapı içindeki ilişkiler ve etkileşimler sistematiğine göre etniklik, kolektif bir olgu olarak kendine yer bulmaktadır. “Etniklik zamanın dışında ve doğal olarak var olan bir olgudur. Ulusal kimlik, zamana ve kurguya bağlı olarak oluşan modern ulus ve ulusçuluğa zemin hazırlayan en önemli unsurlardan biridir. Buna karşılık etniklik, bir etnik gruba aidiyete ve öznenin özgül durumuna göre belirlenen tutum, algı ve duygularla ilgili bir mesele olup geleneksel dönemin en önemli kimlik belirtme biçimlerinden biridir.”[10] Smith etnik grubu, soya ait mitlerin rolünü ve tarihi anıları vurgulayan, din, gelenek, dil ya da kurumlar gibi bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve ayırdedilen bir kültürel kollektif tip olarak tanımlar.[11]

Öncelikle etniklik “ırk”a göndermede bulunmaz. Ana kültürden gözlemlenebilen farklılıktır. Başka bir açıdan farklılıklar arasındaki ortak değerlerin somut göstergesi olan milli kimliklerin bir boyutudur. Alternatifi değildir. Bireyin merkezi kimliği modernizmde milli kimlik iken post-modernizmde kimlik çoğulculaşmış, sabit bir tanımdan uzaklaşmış ve muğlâk bir belirsizliğe hapsedilmiştir. Çünkü modernizmin belirgin vasfı, bütünleştirici, süreklilik sağlayıcı, sabitleyici, ortak iyi iken post-modernizmin ki, çoğulcu, kesiklik, parçalayıcı ve “bencil” bir göreceliktir. Milli devlet ve dolayısıyla modern siyasal özne anlayışında “uzlaşı”, “mutabakat”, “ortak iyi” önemli ilkeler olarak yer bulup ve “vatandaşlık” gibi bir kurum üzerinden işlevselleştirilirken post-modern tasavvurun öznesi uzlaşıyı olumsuzlar. “Birliğe” ve “bütünlüğe” reddiye yazan yaklaşıma göre, “uzlaşı” farklılıkların türdeşleştirilmesi sonucunu doğurur. Bu sebeple her öznenin kendi kimliğini kendisinin belirlemesi gerektiği üzerine vurgu yaparak farklıkları kutsar. Coğrafya merkezli yaklaşımın göz ardı ettiği gerçek şudur ki: “Milliyetçilik duygusunda egemen olan aidiyet biçimi tam anlamıyla bilinçliliği beraberinde getirir. Milliyetçilik, milletin soyut formu olan niteliklere, milliyeti oluşturan ilkelere bilinçli bir bağlılık duygusu; farklı olan karşısında kendini tanımlayış biçimi; kendi kültürel dünyasına özgülüğü yüksek değer haline getiren bir kendilik-bilincidir. Bu yönüyle milliyetçilik değerlere, manevi unsurlara en kristalize biçimde bağlılığın uygun zeminidir.”[12]

Türkiyelilik ve Türklük

Kimlik bireyin, kümelerin, toplumların “kimsiniz?”, “kimlerdensiniz?” sorularına verilen cevaplardır. Özneyi tanımlamak için ötekilerden olan farklılıktan hareketle benzerlik veren unsurlarla tanımlamadır. Psikolojik olarak bireyin kendini ait hissettiği grup veya tanımlama kimliktir. Bireyin içinde yaşadığı sosyal ve kültürel çevresi ise bu psikolojiyi belirleme gücüne sahiptir. Kimliğin göz ardı edilememesi gereken başka bir özelliği de içsel, manevi, tarihsel bir referansa mündemiç olmasıdırKimlik birey ve kümeye bağlı olarak farklı coğrafyalarda aynı kimliğe vurgu yapabilir. Kimlik ortaklıkların vurgulanmasına bağlı olarak bir başkalığı, farklılığı da ortaya koyar. Kendi içinde ortaklıklar zemininde bir anlam bulurken dışa karşı farklılıkları gösterir. Kendini Türk olarak tanımlayan bir kişi Türkiye’de Türk olduğu gibi Amerika, Rusya, Avrupa vb. farklı teritoryalarda da Türk’tür. Bu kimliği kendi farklılığı ve aitlik evi olarak vurgular. 

Modernitenin öznenin bilişsel evrenine ve “dünya” tasavvuruna getirdiği belirleyici bir dönüşüm aracı, mekân algısındaki radikal değişimdir. Mekân ve özne ilişkisi görece bağımsız tasavvurlara sahipken modernlikle birlikte ontolojik ve epistemolojik açıdan belirleyici bir unsur olmuştur. Başta siyasi egemenlik sınırlarının tamamen mekâna bağlı olarak yeniden inşa edilmesi önemlidir. “Vatan” olgusu milli devletlerle yükselişe geçen ve öznenin davranış ve düşünce dünyasında karar vermeyi etkileyen vazgeçilmez bir olguya dönüşmüştür. Bu modernitenin mekâna ve insana verdiği önceliğin bir göstergesidir. Mekân bu değişime yöndeş olarak uluslararası sisteminde de belirleyici rol oynamıştır ve oynamaktadır. Sınırlardaki müphemliğin yerini kesinlik almıştır. 

Günümüz moda akımları kendi ortaya koydukları referanslara bağlı olarak yeni bir kimlik tahayyül ederler ki coğrafya merkezli bu kimlik tasavvuru evrensel addedilen değer içerikli bazı kavramlar setiyle de meşruluk ortaya koyma iddiasındadır. Bu kimlik önerisinin mutlak bir gerçeklik ve sorunlara tek çözüm yolu olarak sunulması ise sunanlarda psikolojik bir sorun olarak kendini gösterir. “Millet” olgusunun coğrafya karşısında olumsuzlanarak tek hakikatçi bir yaklaşım tahayyülün gerçeklik karşısındaki zaferini ilan etmek anlamına gelir ki, bu tavır alış anakronik bir yaklaşımdır. Somut olarak gözlenebilen ve sağlam analizlere araçsallık sağlayan modernizm yerine tanımında bile asgari bir ortaklık sağlanamayan Post-modernlik ve küreselleşme karşısında yeni kimlik talep edip bu zeminde bir hegemonya kurmaya çalışmak kimlik çalışmalarının üzerinde durulması gereken bir boyutudur.

Oysa Türkiyelilik kavramı “tüm sosyal, kültürel, tarihsel, hukukî ve siyasal bağlantıları dışta bırakan salt coğrafi aidiyeti anlatır…. Eğer ortak payda sadece coğrafî bölge olursa, toplum sadece aynı adresi paylaşan, ama aralarında herhangi bir duygusal bağ olmayan aileye benzer. Bu tür bir aitliğin duygusal temeli hiç yok gibidir. Dolayısıyla bu tür bir aitlikten doğan bağlılık bilincinin adeta pamuk ipliğine bağlı olması neredeyse kaçınılmazdır. Aidiyet durumu bu kavramda hiç temellendirilemez. Onun gerçek kullanım amacı ortaya çıkana kadar, sadece zayıf bir aidiyet anlamı yüklenebilir.”[13]

Sonuç

Modernleşme sanayileşme, kentleşme, bireyselleşme, rasyonelleşme birbirinden ayırt edilmesi zor olan aslında bir bütün olarak her birinin modernleşmenin bir boyutunu yansıtmaktadır. Buna bağlı olarak geleneksel toplumsal, dini gibi cemaat yapıların etkisini kaybederken ulus devlete bağlı olarak ortak bir dil, kültür, tarih ekseninde uzlaşma sağlanarak ulusal bir kimlik tekevvün etmiştir. Ulusal kimlik veya başka bir deyişle modernitenin kimlik tanımlaması türdeş, eşit, evrensel değerlerle bezenmiş bir birey anlayışına dayanır. Bu durum kendini vatandaşlık kurumunda somutlaştırır ki ulusal kimliğin en başat özelliğidir. Güçlü cemaat yapılarının belirgin olduğu geleneksel toplum yapısındaki sınıfsal, cinsel, ekonomik, etnik çatışma yaratan farklılıklar vatandaşlık kurumu ve milli kimlik nosyonuyla aşılmaya çalışılmıştır. Kültürel temelli etnik farklılıkların yine kültürel temelli milli kimliğe intisabı aynı manevi düzlemde bir aidiyetlik sunmasındandır. Bu sebeple coğrafya kültürün işlevini yerine getiremez.

YAYINLANDIĞI YER: İkbal VURUCU, Araftaki Kimlik: Türklük, Konya: Eğitim Yayınevi, S. 187-216 arası.

[1] KADİR CANATAN, “Türklük mü, Türkiyelilik mi?”, Radikal, 23.09.2009. “Türkiyelilik” önerisi Yeni Türkiye’nin yeni seçkinleri tarafından yani daha doğrusu liberalinden İslamcısına ve sosyalistine aynı argümanların aynı sözler ve örneklerle kullanıldığı bir söylemdir. Bkz: Levent Köker, “İkinci bir emre kadar ‘Türküz, doğruyuz, çalışkanız’”, http://www.stargazete.com/acikgorus/ikinci-bir-emre-kadar-turkuz-dogruyuz-caliskaniz–haber-184503.htm (27 Nisan 2009); Baskın Oran, “Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama”,İletişim, 6.Baskı Ekim 2010, İstanbul. Mehmet Metiner, “Türk ve Türkiyelilik bahsinde çözüm denemesi”, Star, 7 Haziran 2009.

[2] Baskın Oran, “Türkiyeli’, son defa olarak inşallah”, Radikal, (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&CategoryID=42&ArticleID=932910), 26.04.2009.  

[3] Erol Göka, “Bugün: Dünün ve Yarının İlginç Bir Karışımı”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 52, 1998, s. 1-30; ayrıca bkz: L. M. Friedman, Yatay Toplum, (Çev.) Ahmet Fethi, İstanbul, Kültür Yayınları, 2002, s. 151.

[4] Milay Köktürk, Hedef Ülke Türkiye’de Birey, Toplum ve Siyaset, Tek Ağaç Yayınları, Ankara, 2005, s. 7.

[5] Milay Köktürk, Hedef Ülke Türkiye’de Birey, Toplum ve Siyaset, Tek Ağaç Yayınları, Ankara, 2005, s. 9. 

[6] Tean Leca “Uluslar ve Milliyetçilik” (çev: Sinan İdeman), ist, 1997, s: 13

[7] Milliyetçiliğin Doğu-Batı farklılıkları konusunda bkz: Benedict Anderson, Hayali CemaatlerMilliyetçiliğin Doğuşu ve Gelişmesi, (Çev.) İ. Savaşır, 2. Basım, İstanbul, Metis, 1993.

[8] Gordon Marshall, “Sosyoloji Sözlüğü”, (çevirenler: Osman Akınhay-Derya Kömürcü), Ankara: Bilim ve Sanat, 1999, s. 215-216.  

[9] Orhan Türkdoğan, “ Etnik Sosyoloji”, İstanbul: Timaş, 1999, s. 11

[10] Mehmet Karakaş, “Küreselleşme ve Türk Kimliği”, Elips, Ankara, 2006, s. 92.

[11] Anthony D. Smith, “Milli Kimlik”, İletişim, İstanbul, 2009, s. 41-42.

[12] Milay Köktürk, Hedef Ülke Türkiye’de Birey, Toplum ve Siyaset, Tek Ağaç Yayınları, Ankara, 2005, s. 7.

[13] Milay Köktürk, Hedef Ülke Türkiye’de Birey, Toplum ve Siyaset, Tek Ağaç Yayınları, Ankara, 2005, s. 6-7.

Yazar
İkbal VURUCU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen