Tuva’lı Kübey’ın  Sürdürülebilir Yaşam Not Defteri – 4

Tam boy görmek için tıklayın.

Tuva’ lı Kübey Diyor Ki; 4

 

Ey insanoğlu ne evren, ne de dünya senin için var.

Önce sadece hidrojen vardı. Evrende ki tüm süreçler hidrojenle başladı. Evren hidrojen üstüne kuruldu. Dünya da, biz de, senin bedenin de, bütün kimyasal elementler de var olan hidrojenin ufak birer parçasıdır. Evrende ki hidrojenle kıyasla diğer tüm elementlerin miktarı azdır. Bu kadar büyük bir ölçek içinde, çevrenizde gördüğünüz hemen her şey hidrojendir.

Yaşam, kimyasal bağlar kurma ve ayrılma konusunda kolay hareket eden hidrojen moleküllerini kullanarak başladı.

Hidrojen ve oksijen birlikte, bütün okyanusları dolduran H2O oluşturduğunu hepiniz biliyorsunuz, H2O diyorum ki Tuva’lı Kübey’in de kimyadan anladığını görün.

Hidrojenle kolayca birleşen diğer elementler, hidrojeni devir daim ettirir ve çok sayıda serbest hidrojeni kendisine bağlar. Bunun sonucunda, ilk elementlerden hidrojen elde etmek için, hidrojene bağlanan elementler yaşam sürecine katılır. Karbon da hidrojenin bir bölümünü alarak yaşam sürecine katılır.

Yaşayan organizmalar, yani bizler tarafından meydana getirilen bileşimler, eski yaşam formlarından görülenlerden daha düşük tepkime sürecine sahiptir. Hidrojeni daha uzun süre tutmak demek, bağlayıcı enerjiyi daha uzun süre tutmak demektir. Biz bitkiler nişastayı, hayvanlar yağları uzun süre tutmak için uzmanlaşır.

Ey insanoğlu artık güneş ya da rüzgâr enerjisini depolamak için daha iyi yollar bulmaya çalışmalısın. Hidrojen enerjisi diye gözlerin parlıyor ama bu enerjiyi üretmek için en iyi yolu aramıyorsun hala. Hidrojen enerjisi, hidrojenin moleküllerinin ayrışması sonucunda açığa çıkan kimyasal enerjidir. Hidrojen, Güneş ve diğer yıldızların ısı vermesine yardımcı olan en temel enerji kaynaklarından biri olup farklı yöntemlerle elektrik ve ısı formuna dönüştürüp sanayinin birçok kolunda kullanıyorsun.

Son yıllarda, içinde bulunduğumuz yüzyılın önemli enerji kaynaklarından kabul edilen hidrojen için Ar-Ge çalışmalarını hızlandırdın ama yetersiz bu çaban insanoğlu. Hidrojen enerjisinin üretimi sonrasında iletim ve depolanması hakkında çalışmaları hızlandır. Hidrojen enerjisinin iletim ve dağıtımı için gaz formunun sıkıştır, sıvı forma dönüştür ve tankerler ile taşınmasını planla.

Gelecekte, temiz olarak üretilen hidrojen enerjisine olan talep artacaktır. Birçok ülke hidrojen enerjisi üretmek için kendi içlerinde strateji ve yol haritaları oluşturmaya başladı. 2050 yılına kadar Net Sıfır Hedefi’ne ulaşmak isteyen ülkeler, artan enerji talebini karşılamak ve sera gazı emisyonlarını azaltmak için hidrojen enerjisine ağırlık veriyor.

Yak doğal gazı, petrolü. Sonra da bu iklim değişimi gerçeğini saklamak için yeşil masal –greenwashing- anlat dur, tüketicilere.

Yaşam enerjisi döngüsü süreci boyunca indirgeme işlemleri, hidrojen bileşenleri ile bağlanma, hücrelerimizin en önemli unsuru olma niteliğini korudu.

Ben Tuvalı Kübey, indergeme dediğim süreç; güneşten gelen enerjiyi kullanarak, elementler ve kimyasal bileşimler ile hidrojeni bağlamayı içermektedir. Dolayısıyla, yaşamın tarihi boyunca, indirgemeye bağımlı yaşam enerjisi süreci güneş enerjisi sayesinde gerçekleşti.

İklim değişimini neden 1,5 derece de tutmalısın diyorum, sana. İşte bunun için. Güneş ışınlarının hassas dengesini sağlayan sera etkisi ile oynayamazsın… Havada ki CO2 miktarına o kadar dikkat etmelisin ki, kendi kalp atışların gibi her an kontrol etmelisin… Bunu bilenler, 350 ppm geçmesin diye organizasyon kuruyorlar, www.350.org sitesine bak, bir göz gezdir, neden yaşam enerjisinin döngüselliği bu kadar kritik bir noktaya geldi, tane tane anlatıyorlar. Atmosferdeki milyon parçacıktaki karbondioksit yoğunluğunu gösteren 350 ppm’i aşmanız, iklim değişikliğine karşı güvenli üst sınırı aştığınız anlamına geliyor. 350 ppm sayısı yaşanabilir bir gezegen için çok önemli kritik, yaşamsal bir eşiği temsil ediyor. Bilim insanları ve iklim uzmanları atmosferdeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık (ppm) olması gerektiğinde hem fikir.

Yaşam enerjisinin döngüselliğinin sürekliliği, hücrelerde ki suyun yeterli kadar hidrojen barındırmış olmasıdır. Suyun, yağmurların, göllerin, nehirlerin, yer altı sularının önemini hala anlamıyorsun, bir yandan kirletirken, bir yandan vahşi tarım sulamasıyla, sanayide suyu yok ediyorsun, ey insanoğlu. Yediğin yiyeceklerin,  giydiğin giyeceklerin üretilmesi için kaç litre su kullanıyor, bir araştır bak, gözlerin faltaşı gibi açılacak. Susuz, kurak yıllar hızla yaklaşıyor, ormanları, bizi yok ediyorsun, yağmurlar ya hiç yağmıyor ya da çok şiddetli yağıyor, seller alıp götürüyor, toprak üstünde ne var ise…

Bir yandan biz, ağaçlar, bitkiler, diğer yanda mantarlar, hayvanlar birbirlerini tamamlayan yaşam formlarıdır. Ben Kübey, tüm ormanlar, bitkiler havadan ve topraktan karbondioksiti ve suyu alıp, atık gaz olarak oksijeni havaya geri salarız. Sen yapabilir misin bunu ey insanoğlu, hadi CO2 350ppm de tutacak teknolojileri hızla geliştirmeye başla. Ya da karbondioksit salma havaya. Tüm ürünlerin karbon ve su ayak izlerini hesapla, kirleten öder kanunu işlet, o doğrusal ekonomi düzenini terk et döngüsel ekonomi düzenine geç. Ne zaman yeşil dönüşüme başlayacaksın?

Bitkiler karbonhidrat üretirler, karbonhidratlar buğdaydaki, pirinçteki ve patatesteki nişasta gibi, hücrelerinde depoladıkları kimyasal enerjidir. Ey insanoğlu sen de, hayvanlar da, mantarlar da yemek ve sindirmek suretiyle bu karbonhidratları bitkilerden alırsınız.

Sen bitkilerin atığı oksijeni besleyici gaz olarak kullanıp, atık ürün olarak dışarıya karbondioksit salarsın.

Sen nişastayı patatesten doğrudan ya da makarnadan işlenmiş bir şekilde besin olarak alırsın, bizim atık olarak ürettiğimiz oksijenle soluk alırısın, binbir marka ile ad koyduğun kahveni içersin, atık olarak ise dışarıya karbondioksit ve su salarsın. Bu arada kimyasal sindirim sistemin sonucunda ortaya çıkan ısının bir kısmını da kaybedersin. Bu ısı bitkilerdeki kimyasal bileşimi parçalamanız ile çıkar. Hidrokarbonlardaki hidrojeni daha önce bizim salmış olduğumuz oksijenle bağlayarak ortaya çıkardığın enerjindir. Hani diyorsun ya enerjim düşük. İşte senin enerjini ben yükseltiyorum. Aslında tüm canlılar her nefes alıp verdiğinde birbirine göbek bağı ile bağlıdır. İşte ben Tuvalı Kübey, ormanın iyesi, sana bu yaşam enerjisi bağını anlatmaya çalışıyorum, bize saygı duy Tuvalılar gibi derken bunu anlatıyorum. Tuvalılar suyu asla kirletmez, bir dal koparsa, bir meyve yese, bir geyik avlasa önce özür diler, sonra teşekkür eder. Tamam Tuvalılar kadar bana saygı duyma. Ama ey insanoğlu, mesela her ağaca bir plaka as; yaş kesen, baş keser diye. Bu, bir mıh, bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır……. kaos teorisinin bir ifadesidir. Tamam Tuva mitolojisine ilgin yok, kaos teorisini de mi hiç duymadın?

Ben Tuvalı Kübey, hayvanları çok severim. Tohumlarımızı taşır dururlar, çok uzaktaki topraklara. Kuşlar, geyikler, böcekler hepsinin yeri ayrı, benim köklerimde, dallarımda… yüreğimde diyeceğim, senin yüreğin mi var diyeceksin. Benim gövdemdeki çizgileri ile senin parmak izlerin ne kadar benzer birbirine bilir misin? Biz köklerimizle haber veririz, topraktaki her minerali. Herkes ulaşsın, beslensin, dirençli olsun, dirensin diye.

İşte hayvan dostlarımız da hücreleri ile şekerleri parçalarlar, bizim atık gazımız oksijenle yakarlar, atık ürün olarak da bize karbondioksit verirler. Sizin otomobilleriniz de şeker yerine benzin kullanır, karbondioksit salar. Otomobilinle yüz km gidip,  havaya saldığın CO2, ben Tuvalı kübey, kaç ağaç dostumla temizliyorum biliyor musun? Binlerce diyeceğim. Tam adedini hesapla da sen bul. Benzinleriniz de aslında on milyonlarca yıl önce aynı şekerden oluştu. İlk hayvanlar ve bitkiler birbirlerini mükemmel tamamlıyordu. Böylece hem CO2 hemde O2 atık ürün olarak bir arada üretiliyordu. Bunlar kimyasal kaynak olarak da kullanılıyordu. H2 bu iki kimyasal arasında bir araya gelerek en önemli arabulucu rolünü oynuyordu. DÖNGÜSEL EKONOMİ dediğim şey işte böyle olur.

Ben Tuvalı Kübey, daha siz insanoğlu dünya da yok iken bizim ve hayvanların yaşam formları birbirlerine sıkı sıkıya bağlı hale gelmişti. Düğüm düğüm bağlanmıştı, tüm canlılar birbirlerine. Kendi atıklarımız ile diğerine besin sunuyorduk. ATIK GAZLARIN ölümcül seviyede birikmesine karşı birbirlerimizi koruyorduk.  Böylece o zamandan bu yana atmosferde ve okyanuslarda atık ürün ve kaynak formunda bulunan oksijen ve karbondioksiti geri dönüştürmeye devam ediyoruz. Bu yaşam enerjisi döngü süreci, biyosfer olarak adlandırdığınız büyük döngüler oluşturur. Su döngüsü, nitrojen döngüsü, fosfor döngüsü, demir döngüsü gibi temel döngüler de var. Yaşam döngüsü evrimin bütün aşamalarında ve bütün düzeylerinde yaşamın temeli olmuştur.

Şimdi sen insanoğlu, geri dönüşüm adı ile greenwashing yapan dev küresel şirketlerin halkla ilişkiler propagandasına kanıyorsun, üç beş plastik kutu, poşet toplayıp, dünyayı biz kirletmedik diye yalan söylüyorlar…

Ey insanoğlu sen, altıncı yok oluş çağını başlatmadan önce,  biz ağaçlar, bitkiler hayvanlar ile diğerinin atığını besin olarak kullanarak, birbirimizi mükemmel olarak tamamlıyorduk. Tuvalılar bunu bildiklerinden ölçülü, dengeli sağlıyordu besinlerini. Aramızda ki yaşam enerji akışı birbirimize karşı bir döngü oluşturuyordu. Böylece maddeler tekrar, tekrar, uzun zaman dilimlerinde az ya da kapalı besin döngüsü içinde yaşamı sağladı. Madde bu döngü içinde milyonlarca yıl aktı. Bu yaşamın kimyasal döngüsünün, yeniden ve yeniden başlamasıdır.

Ben Tuvalı Kübey sana kesin olarak söyleyebilirim ki, hemen hemen hiçbir madde israf olmaz. Kaybolan maddeler en sonunda kalın jeolojik katmanlar, petrol ve kömürü oluşturur. Ama enerji, bitkilerden bakterilere, mantarlardan hayvanlara birkaç basamakta geri döndürülemez bir şekilde kaybolur.

Çok eski organik atıkların yalnızca küçük bir kısmına erişip, enerji olarak yakıyorsunuz ama benim canımı daha çok yakıyorsunuz. Fosil yakıtları yaktığınızda oluşan karbondioksit sera gazı oluşturarak havanın ısınmasına yol açar. Güneşten gelen görece yüksek enerjili ışınım dünyadaki toprakları ve okyanusu ısıtırak enerjisinin bir kısmını yitirir. Ancak geri kalan bir kısımı uzaya geri yansır. İlk bölümü, toprağı ve suyu ısıttıktan sonra düşük enerjili kızılötesi ışınım olarak dünyamızdan uzaklaşır. Ne güzeldir bu kızılötesi ışınımları izlemek.

İşte bu kızılötesi ışınım, sera gazları molekülleri tarafından soğurulur. Onları daha sıcak hale getirip gezegenimizi cehenneme çevirir. Senin yarattığın CO2 ler, sera gazları sıcak bir atmosfer oluşturur. Senin ısıttığın bu atmosfer karaları ısıtır, ormanları, bizi yakar, gölleri nehirleri kurutur, okyanusların O2 dengesini bozar. Şimdi anladın mı niye karbon ayak izine dikkat et diyorum, yediğin, içtiğin, kullandığın her maddede… 350 ppm diye diye aklına sokacağım, bu gezegenin kalp atışının sayısıdır. 350ppm aşarsa gezegenin kalp atışları, kalp krizine girer. Gezegen şimdi komada… Çünkü 350 ppm aşıldı. Milyondaki karbondioksit parçası kaç ppm bak, yaz şimdi buraya. Kendi kalp atış grafiğin gibi bak, gezegenin CO2 ppm seviyesine…

Kullandığın plastikler, naylonlar, kimyasallar doğada çözülmez. Mikro parçacıklar olarak denizde ki balıklardan, yediğin içtiğin gıdalara midene ulaşır. O yüzden doğada çözülen biyoplastikler kullan diyoruz, bilim insanlarınız birlikte. Doğrusal ekonomi ile gezegeni yok ediyorsun ey insanoğlu. Bak doğayı örnek alarak döngüsel ekonomiyi keşfettin, o zaman sen yaşam şeklini değiştir ve khömei dinle. Sonra bir plakaya “ yaş kesen, baş keser yaz” yol kenarında gördüğün ağaçlara as. Bir mıh, bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır diye bir söz vardır, Hadi tuva mitolojisini ve benim ismimi duymadın, Kaos teorisini de mi duymadın?

Suyunu ve gıdanı korumak için milyonda 350ppm CO2 rakamı ve 1,5 derece iklim değişimi rakamını için bu plakayı dünyada ki tüm ağaçlara astığında döngüsel ekonomi kurulabilir, gezegen kurtulabilir. Bilgi paylaştıkça çoğalır, ben Tuvalı Kübey bunu milyonlarca yıldır çok iyi biliyorum, bak tane tane, bıkıp usanmadan gördüklerimi, bildiklerimi adil yaşam notlarında yazmaya devam edeceğim. Ne yarın var, ne de dünden kalan bir iz. Ne duyan olur, ne de gören. Sosyal medyaya böyle notlar yazılır. Ne okuyan olur, ne de umursayan. Biri bir ağaca, bir plaka asar. Başka biri elinde ki baltayı atar. Bir ağaç ayakta kalır. Bir orman yeniden doğar.

Ben Tuva’lı Kübey,

Biz, bitkiler, ağaçlar, enerjiyi güneşten alırız. Havadaki gazları, topraktaki mineralleri suyla karıştırıp karmaşık kimyasal bileşikler yaparız. Bu kimyasal bileşikler ile gövdemizin hücrelerini inşa ederiz.  Yani besinimiz, güneş enerjisinin yanı sıra havadaki, topraktaki su ve maddelerden ibarettir. Kullandığımız enerji güneşten gelir ve uzaya geri döner. Bu enerji akışı, döngüsel yaşam çevriminin sürdürülebilirliğini sağlar.

Eğer iklim değişimini 1,5 derecede tutmayı başaramazsan ey insanoğlu, başına neler gelir, görüyorsun, yaşıyorsun ama çok çabuk unutuyorsun. Eğer kaynaklarını tüketirsen ve atıkları yeniden kullanmaz isen, bu doğrusal ekonomi düzenin sonunda gezegeni bitirir. Sen de ey insanoğlu Mars’a mı gidersin, Jüpiter’e mi? Karar ver, rotanı çiz, uzay gemini yapmaya şimdiden başla.

Şimdi döngüsel ve doğrusal süreçler arasında ne fark olduğunu sorgulamaya başlamalısın.

Döngüsel süreçler neden biyolojik süreçlere özgüdür, söyle bakalım?

Ben Tuva’lı Kübey doğanın, bütün organizmalar (kimyasal basit canlılardan, ekolojik düzeye kadar) için her düzeyde neden birer yaşam döngüsüne sahip olduklarını çok iyi biliyorum.

Peki, sen insanoğlu, içindeki bilim insanlarının uyarılarına rağmen neden basit doğrusal ekonomi sürecini uygulamakta bu denli ısrarcısın? Kaynak, atık ve üretimi neden dengeleyemiyorsun?

Bak şimdi, sana parmak sallıyorum, benim, Tuva’lı Kübey’in dengesini neden bozuyorsunuz,  kızlarımı, oğullarımı yani ormanları yakıyor, yıkıyor, kesiyorsunuz?

Döngüsel ekonomiyi planlayacak tüm teknolojilere sahipsin, ey insanoğlu, bunu görebiliyorum, daha iyisini de yapabilirsiniz biliyorum.  Bir bakteri kadar da mı aklın yok, atıkların ile gezegeni zehirliyorsun.

Artık kaynaklarını tükettin, insanoğlu. Daha ne kadar yeter ki birçok maden. Uzayda maden aramaya başladın zaten.

Okyanustaki balığın midesinde de, yeni doğan bebeğin midesinde de mikro plastikler var, yeni bir kıta yaptın plastikten.  Hala çöp dağlarının patlamasını bekliyorsun, yanardağlar gibi.

Sıcak suları nehire dökerseniz balıkların ve organizmaların yaşayamayacağı bir ortam yapar, nehirleri öldürürsünüz, Kendi biyolojik atıklarınızı (dışkı) ve sanayi atıklarınızı Marmara Denizi’ne dökerseniz, Marmara denizi müsilajla kaplanır ve deniz can çekişir.

Ben çok iyi biliyorum, yaşam düngüsü için binlerce yıl yaşadığım için.

Eşitliğin her iki yanında bulunan madde eşit olmalıdır. Çünkü maddeyi yoktan var edemeyiz.

Var olanı da yok edemeyiz.

Biz bitkiler, ağaçlar güneş enerjisini kimyasal sistemlerimize alırız.  Bir süre meyvelerimizde, yapraklarımızda, gövdelerimizde depolarız.  Fakat bunları sonra bırakırız, yaşam döngüsünün içine. Hayvan dostlarımız bizim depoladığımız bu enerjiyi alırlar. Bu enerjinin bir kısmını kendi yaşamını sürdürmek için kullanır ve ısı olarak dışarıya verir. Bütün sistemler de enerji ısı formunda yitirilir.

Enerjiyi kullandığınızda onu daha düşük bir forma indirgersiniz. Doğal gaz Türbinlerinde ya da bedenlerinizde nişastayı hazmederek enerjiyi açığa çıkarabilirsiniz. Güneşten yayılan ısıdan da enerjinizi alıyorsunuz zaten.  Maddeyi geri dönüştürebilirsiniz, ama enerjiyi dönüştüremezsiniz.

Evrende nereye bakarsanız bakın; malzemenin atığa dönüşme miktarına bağlı olarak, yitirilen enerji ve ısı miktarında bir artış görürsünüz. Artan karbondioksit miktarında ısı değişimini 1,2 dereceye kadar getirdi, zaten. İster bir organizma olsun, ister bir spor kulübü tüm örgütlenmelerin işleyiş gereği süreç sırasında enerji indirgenir ve ısı açığa çıkar. Bu yasadan kaçamazsınız ey insanoğlu.

Eğer sorumlu üretici ve tüketici olursanız, atık sürecinizi yavaşlatabilirsiniz, sanayinizin karbon ayak izini hesaplayıp, kirletenlere hesap sorarsanız.

Döngüsel ekonomiye geçip, döngüsellik oranını %7’ lerin üstüne çıkarmanız gerek.

Tuvalı kübey olarak ben yaşam döngüsünün doğadaki atıkları kendi kendine %100 geri dönüşümünü sağladığını gördüm, ama sen insanoğlu doğanın dengesini bozdun. Dünya kaynakları sonludur,  Döngüsel ekonomi zorunludur, bunu nasıl anlamazsın?

Hepimiz, bitkiler, hayvanlar, bakteriler, mantarlar, güneş enerjisi ile besleniyoruz. Peki, güneşin kendisi enerjisini nereden alıyor.

Hidrojen bombasında ki füzyon süreci, milyarlarca yıldır, güneşin içinde gerçekleştiğini daha sen altmış yıl önce keşfettin, insanoğlu. Güneşi bir hidrojen bombası gibi düşünebilirsin. 4.5 milyar yıldır dünyayı ısıtan, hidrojenin helyum haline gelme işlemidir.

Sen dünyada ki ısı değişimini 1,5 derece tutacak seviyede kardondioksit salınımını sınırlayabilirsen, güneş dünyamızın yaşam enerjisi döngüsünü sürdürecek.

Dünyayı cehenneme çeviren bir %1 var. “Biz %99’uz” derken, ağaçları, gölleri, denizleri, bitkileri, arıları, kelebekleri ve insanoğlu seni de bir tutuyorum, sen ise Marmara Denizi’ni müsilajla kaplamaya devam ediyorsun, ormanların kesilmesini, yanmasını seyrediyorsun. Ben Tuva’lı Kübey Adil Yaşam® notlarını burada yazmaya devam edeceğim, sosyal medyaya atacağım. Belki biri okur da bir ağaca yaş kesen, baş keser diye bir plaka asar, belki denizlerdeki plastikleri temizleyerek balıkların midesine gitmesine engel olur, bir denizyıldızını çevirir, denize geri atar ve onun için çok şey değişir.

Ey insanoğlu, şimdi sana bir sorum var: İster küçük ister büyük, bir canlı, yaşamak için neye ihtiyacı var; nasıl yaşamını sürdürebilir?

Cevabı ben vereyim: Beslenerek! Tüm canlılar enerji ve madde transferi yapar, bunu daha ilkokulda hayat bilgisinde öğretirler sana. Her canlı beslenir, yedikleri maddeyi enerjiye dönüştürür, sonra tekrar acıkır, sonra tekrar beslenir. Tekrar beslenmek demek alınan maddenin,  enerji üretmek için kullanılması demektir. Canlının yaşamının sürdürülmesi için kullanılmış demektir.

Bu enerjiyi dönüştürme sürecinin çıktısı ise bir yan üründür, doğa da atık demeyiz biz bu yan ürüne, ey insanoğlu… Ama sen atık dersin.

Tüm bitkiler, hayvanlar, mantarlar, bakteriler….. aklına ne gelir ise tüm organizmalar enerjiyi dönüştürür. Yaşam; sonu gelmeyen bir enerji ve madde akışıdır. Bunu görmek o kadar kolay ki, eğer sen de doğanın sesini duyarsan.

Enerji açısından zengin bir besin kaynağı, bir canlı sisteme girer, içeride enerji üretir ve enerji açısından fakir bir besin kaynağı olarak sistemi terk eder, bunu görmek zor mu? Bunu bir kendine sor.

Aslında bu enerji akışı dört milyar yıldır sürüyordu. Sen al-kullan-at çılgın tüketici kafanla fosil yakıtlar ile bu akışı bozana dek.

Bak şimdi tane tane yine anlatayım: Bütün canlar -sen organizma dersin-; ölüp bu süreçteki rolünü yavrularına, ardıllarına teslim etmeden önce beslenir. Sonra da besinleri atığa dönüştürerek dışarı atarlar. Yaşam döngüsü için, bu süreç, organizmanın sonraki kuşakları tarafından sürekli tekrarlanır. Onların atıkları, hatta ölmüş bedenleri başka organizmaların besini olur. Yaşam döngüsü besin zincirleri içinde sürdürülebilirliği sağlar.

 Zaten tüm canların varlıklarını sürdürebilmek için bu yaşam kodu ruhlarında vardır, doğar doğmaz tüm canlar bunu bilir. İye’si vardır, her canın, her dağın, her gölün.

Söz konusu besin, topraktaki su, mineraller, bitkiler, hayvanlar, havadaki karbondioksit olabilir. Doğada yaşam enerji döngüsü atıklar için de geçerlidir.

Her insan gerek nefes verdiğindeki karbondioksitle, gerekse yediği, kullandığı eşyalar yoluyla kişi başına yılda 4 ton karbondioksit eşdeğeri salıyor; inanmazsan karbon ayak izini hesapla da gör. Bitkilerin havaya ve suya kazandırdığı oksijen de bir enerji akışının sonucudur.

Bir filin aylar boyu çürüyen bedeni, o bedende yıllarca kullanılmış maddeleri havaya ve toprağa geri iade eder. Güneşten aldığı enerjiyi fil organizması önce çevresine ve sonra uzaya yayar.

Bitkilerde, güneş ışınları CO2 ile fotosentez yapıp enerjiye dönüşür. Aslında tüm canlılarda madde enerjiye dönüşür, atıklar da başka canlılar için yine enerjiye döner ve yaşam enerji döngüsü organizmalardan, organizmalara aktarılır, süreklilik sağlanır. Maddeleri enerjiye dönüştüren organizmaların enerjisi hatları birbirine bağlıdır, her şey birbirine bağlantılı için de yaşam dengesini sağlayarak iklimdeki değişimi belli bir aralıkta tutar… Enerji ve madde birbirleri için hem dönüştürücü, hem de depolayıcı organizmalar ile döner, durur. Yaşam döngüsü güneşten aldığımız enerji ile başlar.

Yaşam nedir diye sormaya devam ediyorsan, Adil Yaşam notları ilgini çekebilir.

Besinler çoğu zaman bir organizmadan önce, besin zincirine göre daha ilkel bir organizmada depolanır. Depolanan bu besinler, tüm canlıların çeşitli yaşamsal işlemleri için (yani özümsemek, köklerinden yapraklara mineralleri suyu iletmek, besinleri sindirmek, hayvanların ise kan dolaşımının sağlamak gibi) güç kaynağı olur.

Ey insanoğlu arabanı çok seversin, boş depo ile araban nereye gidebilir, akün boş ise motor nasıl ateşlenir?

Bak daha yaşamın anlamı nedir diye bir soru sormuyorum, yaşamsal sorular sormaya devam edeceğim. Enerji ve maddeyi depolamanın yanında sen insanoğlu büyümek için de enerjiye ihtiyacın var, hele senin yavruların ne kadar acizdir doğunca. Oysa birçok memeli doğar doğmaz ayakları üstüne kalkar, yürür, belli bir süre sonra kanatları büyür, açar kanatlarını kuşlar, besinlerinin peşine düşer.

Bu basit yaşamsal gerçeği bile kavramadığından doğanın dengesini bozup, onu yok ederken, ormanları yakıp, keserken oksijenin bile nerden geldiğini unutuyorsun. Örneğin Marmara denizi veriyor oksijenin yarısını ve sen o denizin içine ediyorsun. Müsilajla kaplayarak sana S.O.S.  mesajı gönderiyorum, bu mesajı bile almıyorsun ey insanoğlu.

Pek çok şey gibi, organizmalar da yıpranır ve çürürler. Bir organizma içinde çürüyen hücreleri yenilemek için de enerji, enerji üretmen için de maddeye, besinlere, minerallere, suya; bitki isen CO2 ve güneş ışınlarına gereksinimin var. Bakım işlemi yetersiz kaldığında, hücreler organları yenilemediğinde organizma canlılığını kaybeder, ölür gider atık olur, başka bir canlıya besin olur, toprağa karışır mineral olur.

Yaşamak görevi genler ile yavrulara, ardıllara kusursuz olarak aktarılır, genler ölümsüzdür yani, benim gibi…

Şimdi ben Tuva’lı Kübey sana neden ürediğini anlatacağım: Seni ne leylekler getiriyor ne de bizim mitolojide anlattığımız gibi ağaç kovuklarında buluyorlar. Madde ve enerjinin kullanıldığı bir yaşamsal bir işlemdir, üreme tüm canlılar için.

Yani insanoğlu için üremek,  yemek-içmek-solumak gibi çok doğal bir işlem. Sindirim sistemin, kan dolaşımı sistemin nasıl çalışıyor ise tüm canlılarında bir üreme işlemi var, şimdi sana anlatmayacağım biyoloji dersi gibi. Senin anan baban da, yavruları olan genç organizmalar da çoğalır.

Ana babaları bir besin maddesi gibi havaya, toprağa, suya tekrar karıştığında, onların yerini yavruları, ardılları, tohumlarından yeniden çoğalan bitkiler, hayvanlar alır.

Hayvanlar besin kaynaklarının peşinde koşar, durur. Bitkiler de acıkır.

 Ben Tuva’lı Kübey bilirim, bitkilerin nasıl çiçek ve tohum oluşturmak için toprağın içine köklerini salarken ne hissettiğini. Karbondioksit ile güneş ışınlarını fotosentez yaparken neler çektiğini. Suları nasıl dolaştırdığını, gövdelerinde, dallarında, yapraklarında…

Yaşam enerjisi büyütür ve üretir her canlıyı. Nasıl susadığını bitkilerin, ağaçların tüm ruhumda duyarım.

Su yaprakla buharlaşır, havaya karışır. Suyun bir kısmını gövdesinin büyümesi için nasıl ince hesap yapar her bitki, her ağaç bilirim. Her bir su damlasının değerini bilirim, ben Tuvalı Kübey.

Bir damla, bir tohumu uyandırır, filiz vermesi için. Yağmur damlalarının sesini duydun mu sen insanoğlu. Nasıl dans eder yağmur damlalarının müziğinde bitkiler, hayvanlar gördün mü? Sanırsın ki sadece hayvanlar susuzluk çeker, bitkiler de susuzluk çeker.

Çok yaşlı bir fil ölür, önce akbaba ve sırtlanları besler, yaşlı fil. Geriye kalan parçalara ise bakteriler ve mantarlar koşar, arılar, karıncalar, böcekler de bu canlılığını kaybeden organizmaya başka canlı organizmalarda can versin diye enerjiye dönüştürür. En sonunda bu yaşlı filden ne kaldı ise, sindirilen maddeden kalan atıklar, yine bitkiler için yaşam enerjisine dönüşür. Bu kaynak kullanımı ve atık bırakma döngüsü böylece sonsuza kadar sürer gider. Sürdürülebilir yaşamın sırrını bu yaşlı fil o kadar iyi bilir ki; ayağı ile duyar benim sesini.

Fil hafızası kadar senin hafızan yok ey insanoğlu. Bu yaşam enerjisi döngüsü kendi kuyruğunu ısıran yılanın oluşturduğu çembere benzer. Fakat yılan kuyruğunu ısırıyor olmasa ve doğrusal bir hat oluştursa ne olur bir düşün insanoğlu? Bu sistem çalışmayacak. Döngü duracak. Artık yeniden besin işlevini görmeyecek.

Ey insanoğlu o zaman yaşam döngüsü yerine senin doğrusal ekonomi dediğin düzen olacak. Doğayı kirleten atıklar olacak, çöp dağları yükselecek, kokacak, patlayacak, göller, denizler, nehirler kirlenecek.

Ey insanoğlu, bir düşün, ne zaman koptun sen yaşam enerjisi döngüsünden? Ne zaman kendini doğanın efendisi gördün, ben Tuva’lı Kübey’in sesini duymaz oldun?

Madde-atık-besin yaşam enerjisidir, organizmadan organizmaya geçer durur. Ekosistemler de yaşayan organizmalardır, ben sana ormanın iye’si olarak anlatıyorum bunları. Denizin de, dağların da, nehirlerin de birer iye’si var, eğer duymak istersen, görmek istersen.

Ekosistemler de yaşaya bir organizmadır; bunu sana anlatmaya devam edeceğim tane tane.

Şimdi düşün, bir ormandasın, tek başına. Nasıl yaşarsın. Bir bak çevrene.

Ey insanoğlu, bak şimdi sana 1968 kuşağını anlatacağım. O zamanlar,  öğrenci olaylarından, sanata,  büyüleyici bir dönemdi. Sen insanoğlu; o zaman dayatılan tüm toplumsal baskıları yıktın, orman iyesinin sesini duydun, beni gördün.

Benim gönül dediğim, senin ise; “hümanist kolektif bilinci “ dediğin,  “insanlığın özünü”  yeniden yoğurdun.

Sen 1968 de Beatles ile güldün, ağladın, dans ettin, meydan okudun.

Şimdi yeşil, dijital genç kuşak iklim aktivistleri “No future, No nature” diyor, iklim için okulu boykot ediyorlar, Greta Thungberg gibi.

Dünyanın her yerinde benim kızlarıma, oğullarıma “o ağaç değil candır” diye sarılıp onu koruyan gençler var, bir yandan ağlıyorum onları böyle görünce, bir yandan kızıyorum, hiçbir şey yapmayan insanoğullarına.

1968 de her şeyi değiştirdin, insanoğlu.

1968 de özgür düşünen, ilkeli, etik bilim insanları, toptan karşı durdu, hükümetlere.

Dünyanın kaynaklarının hızla tüketildiğini gören bilim insanları Roma Kulübü’nü kurdu, ben Kübey Hatun o zaman ne kadar çok sevinmiştim,  sesimi bilim insanları da duydu diye.

Aurelio Peccei gibi sanayiciler desteklemişti, Roma Kulübünü.

Alexander King, Dennis Meadows gibi bir avuç bilim insanı daha 1972’lerin bilgisayar gücüyle dünyanın kaynaklarının tükeneceğini modellediler. Dünyanın kaynakları tükeniyor, bu al-kullan-at doğrusal ekonomisi sürdürülemez diye rapor yazdılar, tüm dünyaya yayıldı Roma Kulübü raporları. O zaman aydan uzaydan dünyanın resimi çekildi, mavi-yeşil bir kürecik.

Dünya da en fazla on milyar insana yetecek gıda kaynağı var, daha dün sekiz milyarı geçtiniz, yeter artık, Roma Kulübü raporlarını okuyun. IPCC iklim değişimi raporlarını okuyun.

Şimdi ise artık bir çocuk bile OpenAI algoritmasına sorarak bunu öğrenebilir, bu konuda ki yayınlara internetden ulaşabilir. Ekolojik kitapları alıp, okuyabilir.

Çok enerji tüketiyorsunuz. Evlerinizi çok ısıtıyorsunuz. Serinlemek için çok klima kullanıyorsunuz.

AVM lerde, Plazalarda yeşil dönüşüme başlamadınız bile, sanayide yeşil dönüşüm için ne bekliyorsunuz, daha çok seller mi? Daha çok kuraklık mı?

Traş makineleriniz elektrikli olması şart mı?  Diş fırçalarınız elektrikli olması şart mı? Buzdolaplarınız, çamaşır bulaşık makinalarınız daha az su ve elektrik kullanamaz mı? Hergün elektrikli süpürgeyi kullanmak zorunda mısınız?

O makinalar, petrol yakıyor, doğal gaz yakıyor, kömür yakıyor, havaya CO2 salıyor, görmüyor musunuz?

24 saat TV izlemek zorunda mısınız, o TV’ler ne yakıyor?

Bir zamanlar saat 18.00’de bayrak ile açılır, saat 24.00’te bayrak ile kapanırdı, İstiklal Marşınız ile. Her gün asansör, yürüyen merdiven kullanmak zorunda mısınız, onlar ne yakıyor, havaya CO2 salıyorsunuz, her yere özel oto ile gitmeniz gerekiyor mu?

Toplu taşıtlar işinizi görmüyor mu?

Bisikletler ile gidemez misiniz, işinize, gezmeye?

Hergün CO2 ayak izini, su ayak izini hesaplıyor musunuz?

Evinizi fosil yakıtlardan elde edilmiş petrokimya ürünleriyle dolduruyorsunuz?

Gözün gibi sakındığın bebeğine plastik oyuncak alırken onun gelecekteki yaşamını karartıyorsun, her oyuncakta nefes alacağı O2 azalıyor, içeceği H2O azalıyor, görmüyor musun?

Petrokimya ürünlerinden niye oyuncak alıyorsun, sen kendin yapamaz mısın bebeğine bir oyuncak, bir kere denesen.

Poşet ile alışveriş yaparken o petrokimya ürünü plastiklerin nasıl çöp yığınlarına dönüştüğünü görmüyor musun, bir araştır bak, geri dönüş oranı nedir?

Neden kendi filen, çantan ile gitmiyorsun alışverişe.

Plastik şişeler, plastik kaplar yerine cam kaplarda dökme sıvılar almak neden zor olsun ki; her bir plastik şişenin CO2 ve H2O ayak izini biliyorsan…

Petro kimya ürünlerinden yapılmış, bu kadar çok deterjana ihtiyacın var mı gerçekten?

Nerede zeytinyağından yapılmış sabunlar?

Petro kimya ürünlerinden yapılmış fırçalar, lambalar, kapı kolları, askılar, petrokimyadan yapılmış halılar, örtüler. Bu kadar çok eşyayı nereye koyabilirsin, al-kullan-at, sonra git bak kent dışına.

Çöpten dağlar, kokuyor, patlıyor.

Ey insanoğlu bu tüketim çılgınlığı ile dünyanın limitlerini çoktan aştın.

Ya benim canlarım olan yararlı böcekleri ve bakterileri öldürmekte kullandığın petrokimya ürünlerinden ürettiğin kimyasallara ne demeli?

Ne arı kaldı, ne de kelebek, tarlada, bahçede…

Marketde aldığın her yiyecekte kullanılan katkı ve koruyucu madde ile aslında petrol yiyorsun, farkında mısın?

Neden bu kadar çok kanser var sanıyorsun, çevrende?

Ey insanoğlu, ey köylüler, ey çiftçiler, ey tarım şirketleri, ey dev market zincirleri toprakta ata tohumu bırakmadınız?

Yiyecek tarlalarınız, yeniden canlandırılmış fosil kalıntılar.

Ey insanoğlu aslında sen, yetiştirdiğin endüstriyel yiyecek tüketicisi olarak, yeniden canlanmış fosil yakıta döndün, kendi elinle kurduğun ekonomik çarkların.

GDO lar ile obez oldunuz, sonra spor salonlarında kendi kendinize yürüyen bantlarda koşuyorsunuz, çünkü bırak koşmayı; yürümek için ne orman kaldı kentlerinizin etrafında, ne de New York’un Central Park’ı gibi doğru dürüst geniş parklarınız var.

Çok büyük gökdelenler yapıyorsun. Çok geniş evler yapıyorsun. Çok geniş otoyollar yapıyorsun.

Ne kadar çok enerji ne kadar çok petrol-kömür-doğal gaz tüketiyorsun bu kentler de ve kentleri birbirine bağlayan otoyollar için.

Sürekli taşıyorsun malları ülkeden, ülkeye, kıtadan kıtaya.

Çok büyük tankerler ile petrol taşıyorsun, sonra çok büyük konteyner ile mal taşıyorsun.

Çok büyük kamyonlar, çok büyük vinçler, pompalar, motorlar çok büyük makinelerin sürücü koltuklarında ne taşıyorsun insanoğlu, neye ihtiyacın var aslında, bir kere düşün insanoğlu.

Dünyanın iklim değişimini 1,5 derece sınırında tutmak için önce petrokimya ürünlerinden senin vazgeçmen gerekiyor insanoğlu. Sen tüketmekten vazgeçmeden; petrokimya üreticileri vaz geçer mi seni petrokimya ürünleri ile zehirleyerek, mutlu etmekten…

Yediklerin ile kullandığın eşyalar ile aslında petrokimya ürünleri gibi fosilleştin, bunu sana ben Kübey Hatun söylüyorum, böyle açıklıkla, böyle tane tane.

Şimdi giydiklerine bakalım, nedir bunun aslı astarı?

Söyle bana bu üstünde ki marka ya da çakma marka elbiseler, ceketler, bulüzlerin malzemesi nedir?

Hadi bak etiketine, yaz buraya şimdi.

Ben görüyorum, sen yazdığında …………………………………………

Polyester mi? Naylon mu? Akrilik mi? Oranlara inandın mı?

Polyester, naylon, akrilik giysi üretmek için ne kadar su gerekiyor, bir araştır bak.

Ben Google değilim, söylemeyeceğim.

Biliyorum tabii bir kot pantolon için ne kadar su tüketiyor, firmalar, ya da bir tişört için ne kadar su tüketiliyor.

Dünyada ki su miktarı asırlardır aynı idi, artık hızla tükeniyor, ne yeraltında kaldı, ne göllerde.

Gölleri, nehirleri kuruttunuz.

Tatlı su bile bulamayacaksınız yakında.

Bir bardak su da ne fırtınalar kopacak, hala farkında değilsiniz.

Organik üretilen keten veya yünün boyanması için çok su tüketiyorsunuz, çok…

Ey insanoğlu aslında o kadar çok şeyi bir birine bağladınız ki, arapsaçına döndü herşey, farkında değilsiniz.

Enerji hatlarınızı, kara, hava, deniz, demir yollarını öyle bir birine bağladınız ki, corona oldu, bir maske bile bulamadınız.

Dünyanın bir ucundan giysi üretip, diğer ucuna göndermeye fast fashion diyorsunuz, hay aklınızı seveyim.

Sonra milyonlarca giysiyi Afrika’ya gönderiyorsunuz, yakmak için.

Bir de buna ad takmışsınız, geri dönüşüm.

Dünyada ki geri dönüşüm oranı yüzde 7 bile değil, hadi sizin greenwashing‘inize inanayım, yüzde on olsun.

Tek dişi kalmış canavarların anlattığı greenwashing- yeşil masallara -nasıl inanıyorsun ey insanoğlu.

Akşam somon balığı yersin, nerde yakalanmış, dünyanın neresinde, bilmezsin, Marmara denizini müsilajlar kaplar, Norveç’ten somon balığı yersin.

Otomobilinle yüz kilogram benzin yakarak, üçyüz kilogram karbondioksit salarsın.

Neden 24 saat x 365 günde;  sadece % 5 zamanda, kullandığın arabayı tutarsın, otoparkında…

Neden güneş enerjisi ile üretilmiş elektrikle çalışan otobüse binmezsin ya da hidrolik santralde üretilmiş elektrikle çalışan metro ya da tranvaya.

Yediğin mevya sebzeler için kullanılan gübre ve ilaç ile nasıl zehirlendiğini biliyor musun?

Bu ilaçlar, gübreler nasıl üretiliyor, aslı nedir diye soruyor musun?

Boş ver sen tiktokt’a kedi videosu seyret… diyeceğim, dilim varmıyor…

Bak şimdi ne yap, bir düşün.

Bu giysilere, eşyalara gerçekten ne kadar ihtiyacın var?

Bunları satın almak için ne kadar saat çalıştın?

Yediğin şeyleri internetden alma.

CORANA DAYS de öğrendin, artık. Salçanı, turşunu, tarhananı, reçelini kendin üretebilirsin.

Doğal, ata tohumu yapan köylüden doğal besinleri satın alabilirsin organik pazarlarda.

Ne yersen osun ey insanoğlu…

Artık fast fashion’a sen de stop de…

Bak beni de kendine benzettin, plaza diline döndü dilim.

Ben Tuvalı Kübey1; şimdi size söyleyeceklerimi okumadan önce dijital mankurt kapanlarını bir kapatınız lütfen (elinizdeki telefonlardan bahsediyorum).

Bu “dijital mankurt kapanları” ile insanoğlunun büyük bir kısmı, yankı odalarında dönüp, duruyorlar.

Bir distopya yaşıyorsun ey insanoğlu. Öyle bir distopya ki, bugüne kadar yazılmış tüm bilim kurgu distopya romanlar, öyküler altıncı yok oluş çağındaki ütopyalar gibi kalıyor.

Çoğunuz çaba sarf etmeden okuyamıyorsunuz. Okuduğunuz zaman, bir önceki tümceyi anımsamıyorsunuz. Sürekli emojiler ile iletişim kuran bir dijital yerli kuşak var. Diğer yanda AL-KULLAN-AT tüketim ideolojisi ile yaşayan dijital göçmen kuşak.

Bir sayfa okuduktan sonra her şeyi unutuyorsunuz. O yüzden çok kısa reels videolar, tiktoklar izliyorsunuz, tüm dikkatiniz üç hadi bilemedin beş dakika ya da TED Talks gibi 20 dakika olsun.

Bunu bildiğimden, daha önce kısa öyküler anlattım, şimdi de kısa kısa notlar ile size ormanın, denizin, dağların, nehirlerin sesi ile anlatacağım, bizi nasıl yok ettiğini.

Sorun çok derindedir. Yazılar dünyanın soyutlaşan imgelerini temsil eder. Okuduğunuz zaman, bir video gibi görüntüler görmediğiniz için; kavramlar ile düşünmek zorundasınız. Hazır hap bilgileri bulmak, okumak kolay, internet çok kirli, çok…

TUVALI KÜBEY ne diyor şimdi, diye kendi kendinize bir soru sormanız gerek. Yazar burada ne demiş, ana fikri nedir bu kitabın?

Bu notları okuduğunuzda daha önce burada yazılanları anımsamanız ve düşünceler arası bağlantı kurmanız gerek. Her düşünce bir bulmacanın parçasını oluşturuyor. Notların bütünü ise bulmacanın çözülmüş halini, yani büyük resmi ya da sürdürülebilir yaşam kültürü tasarımını ifade eder. Ben buna “Tuva dostu olmak” diyeceğim, Tuva’lı Richard Feynman gibi. Şimdi büyük resimi çizmek istersen, yankı odandan çıkman gerekiyor.

Ey insanoğlu!

Çoğunuz körlerin fil tanımı gibi bakıyorsunuz, gezegene.

Konunun uzmanları raporlar yazıyor ama kimse okumuyor.

Okumadan savunamazsınız ki bizi.

Ben Tuva’lı Kübey; avukatlarımı arıyorum.

Şimdi gözünü kaldır, çevrene bir bak.

Oturduğun odanın ya da kafe’nin penceresinden bak; bir ağaç gördün mü?

Ya da bir canlı, güvercin, kedi, solucan, kelebek ya da bir sinek…

Şimdi üç kere nefes al, ver.

Nereden geldi bu oksijen.

Görebiliyor musun?

Gördüğün an, HÖÖMEY i duyacaksın…

Sen de Tuva’lı Kübey’in  sürdürülebilir yaşam not defterine yazacaksın.

Yaz, sosyal medya denizine at. Kul bilmez ise generative a.i. bilir…

TUVA’lı KÜBEY

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM NOT DEFTERİ esinti kaynağı Tuva’dır.

Tuva ilgim Richard Feynman ‘ın Tuva or Bust kitabı ile başladı.

TEDxCaltech –  Kongar-Ol Ondar – Tuva or Bust! linki

Kongar Ol Ondar dan HÖÖMEY dinleyince, doğanın sesini duydum.

Tuva mitolojisini okumaya başlayınca ise Kübey’ i buldum.

Siz de Tuvalı Kübeyin sürdürülebilir not defterine, yeni sayfalar ekleyebilirsiniz.

Ne dersiniz? Bu size Tuvalı Kübeyin açık çağrısıdır.

Yazar
Cahit GÜNAYDIN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen