Her ne kadar uzun bir komünizm mazisi olsa da, Rusya’da yükselen dindarlık, geçmişin sembollerini de geri çağırıyor. Semboller geri gelirken geçmiş hedefler de yeniden canlanabiliyor. Bu durum ister istemez, Rusya’nın dış politika vizyonunda dinî jeopolitiğini önemli hâle getiriyor…
*****
Prof.Dr. Hilmi DEMİR
Türk akademisi dinî jeopolitiğin önemini hâlâ kavrayamamıştır. Dinî kimliklerin, grupların, inançların nasıl bir güvenlik sorunu oluşturduğunu ve devletlerin uluslararası ilişkilerinde dini, temel stratejik hedefleri için nasıl kullandığının çok farkında değildir. Bu nedenle, dinî jeopolitik vizyonlardaki kesişmelerin siyasi rekabete denk geldiği hatlarda doğabilecek çatışmaları öngöremiyoruz. Özellikle imparatorluk geçmişi olan devletlerin reflekslerinde din, dış politikayı yönlendiren önemli bir güç olarak karşımıza çıkabiliyor. Her ne kadar uzun bir komünizm ve din karşıtlığı geçmişi olsa da, Rusya’da yükselen dindarlık bu geçmişin sembollerini de geri çağırıyor. Semboller geri gelirken geçmiş anılar, vizyonlar ve hedefler de yeniden canlanabiliyor. Bu durum da ister istemez, Rusya’nın dış politika vizyonunda siyasi ve askerî hedefleri kadar dinî jeopolitiğini de önemli hâle getiriyor…
***
2014 yılında Soçi’de düzenlenen kış olimpiyatlarında Rus millî takımının giydiği forma tam da bu dediğim sembollerden birini temsil ediyordu. Türk kamuoyunun dikkat etmemesi normal ama formalardaki çift başlı kartal sembolü Batı’da gözlerden kaçmamıştı. Rus millî takımı bu olimpiyatlarda çift başlı bir kartal formasıyla maçlarda boy göstermişti. Rusya için çift başlı kartal Roma’yı ve Ortodoks imparatorluğunu çağrıştıran önemli bir semboldür. Sovyetler Birliği döneminde bir süre kullanım dışı kalsa da uzun süre resmî amblem olarak kullanılmıştı.
Putin, iktidara geldiğinden beri Rusya’yı Bizans ve Ortodoks mirası ile ilişkilendirmeye özel önem atfediyor. Komünizm sonrası dine ve Ortodoks mirasına geri dönen Rusya için din artık millî kimliğin en önemli parçası hâline geldi. Ve Putin bunu asla gizlemiyor, üstelik Financial Times’a verdiği röportajda Ortodoksluğa özel vurgu yapıyor:
“Din bugün de oynaması gereken rolü oynamalıdır. Dini, kültürel hayatın dışına doğru itemeyiz. Hiçbir şeyi kötüye kullanamayız. Rusya Ortodoks Hristiyan bir millettir…”
Rusların Ortodoks kimliği ile iç içe geçme süreci oldukça eskidir. 13. yüzyıldan itibaren Ruslar Bizans’tan ayrılarak kendi kiliselerini tüm Roma’yı kuşatacak şekilde emperyal bir kilise olarak kabul etmiş ve sadece Moskova, Ortodoks inancının savunucusu olarak görülmeye başlanmıştır: Tanrı, Agustus’un Roma’sını ve Konstantin’in yeni Roma’sını dünyaya düzen verme ve hakiki inanca rehberlik etme görevine layık görmediği için reddetmiştir. Buna göre sadece Moskova, Ortodoks inancının savunucusu kabul edilmelidir…
Rus Ortodoks inancında iki özellik öne çıkar: Kilise geleneğine sıkı bağlılık ve ibadetlerde ulusal dilin kullanılması. Ulusal dilin kullanılması Rus kimliğinin daha da öne çıkmasına imkân vermiştir. Ayrıca Rus Ortodoksluğunun yerel dilde ibadete imkân tanıması Hıristiyan azınlıkların millî bilincinin uyanmasına da katkıda bulunmuştur. Dilin yanı sıra din Kiev Rusya’sı (Kiev Rus Knezliği) için kimliğin en önemli belirleyicisidir. Bazı yazarlar “Rus” kelimesinin aslında dinî bir cemaat anlamına geldiğini bile iddia etmişlerdir. Rusya kendisini Doğu Roma İmparatorluğunun da gerçek sahibi olarak gördüğünden Ortodoks Doğu Kilisesi’nin ve kendi büyük imparatorluğunun merkezi olarak İstanbul’u yeniden almak hayaline de kapılmıştır. Tsarigrad “Çar’ın Şehri” dediği İstanbul’u kâfir Müslümanların elinden almak ve Ayasofya’nın tepesine yeniden haç dikme özlemi Rus Ortodoksluğunun tarihî özlemlerinden biridir.
***
Bu özlemi gerçekleştirmek için II. Katerina zamanında Grek Projesi tasarlanmış, Osmanlı Devleti tebaası olan Fener Patrikleri ile ilişkiler sıcak tutulmuştur. Akabinde Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile birlikte önce Osmanlı tebaası bütün Hıristiyanların daha sonra da Paris Antlaşması (1856) ile de Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu rolü fikri iyice güç kazanmaya başlamıştır. İşte üçüncü Roma fikrinin arkasında da bu inanç yatmaktadır. Rus Ortodoks İmparatorluğunun tüm Hristiyanlığın koruyucusu olduğu ve Moskova’nın Romanın yerini aldığı bir dünya hayalidir bu.
İstanbul’u gelecekte Rusya’nın merkezi yapma arzusu da bu üçüncü Roma fikrinin bir parçasıdır. Şehri Müslümanlardan temizleme fikri bu düşüncenin dinsel boyutunu oluşturmuştur. Asıl amaçlardan biri de İstanbul’u dünyanın en büyük pazarı hâline getirme düşüncesidir. Bu düşünce Büyük Petro’dan beri Rus tarihinde yer yer taraftar bulabilmiştir…
Petro’nun politikaları döneminde Üçüncü Roma ideolojisi bir süre kesintiye uğrasa da, Moskova’nın dünya görüşünü şekillendirmeye devam etmiştir. Üçüncü Roma hayalini yeniden dirilten en önemli tarihî kırılma Kırım’ın ilhakı olmuştur. 18. yüzyılda Kırım Hanlığının işgali ve ağır sürgünler sonucu Osmanlı tehdidinin azalması Üçüncü Roma ideolojisi üzerindeki örtüyü yeniden kaldırmıştır. Bu ideoloji biri kişisel ve diğeri evrensel iki ekümenikliği bir arada vurgulamıştır: Moskova Çarı’nın ekümenikliği ve pan-Rum Ortodoks Patrikliğinin ekümenikliği.
19. yüzyılda III. Aleksander döneminin düşünür ve siyasetçisi Michail Katkov’a göre “Kutsal Rusya’da yaşayan seçilmiş halk”ın kaderine insanlığın kurtuluşu ve yücelmesi adına büyük işler yazılmıştır. Boris Uspenskiy ise “Moskova son Ortodoks imparatorluğudur” ve “kurtarıcı ruhu devralan Rus Çarı’nın görevleri” sözü ile teokratik olarak üçüncü Roma fikrini tanımlamıştır. Üçüncü Roma fikrinin tarihin sonu gibi Mesiyanik bir içerik de taşıdığı gözlerden kaçmamaktadır.
Sovyetler Birliğinin uzun süre din ve üçüncü Roma fikrî ile mesafeli olduğu varsayılsa bile, Aralık 2018’de Letonya’nın KGB arşivlerini internette serbest erişime açmasıyla birlikte bu dönemde bile kilise ile devlet arasındaki ilişkilerin devam ettiği ortaya çıktı. Moskova Patrikhanesi’nde oldukça önemli görevlerde bulunan din adamlarının SSCB döneminde KGB ile olan bağlantılarının ortaya çıkması Rusya’da din-devlet ilişkilerinin çok daha girift olduğunu göstermiştir. Ruslar, din-devlet ilişkisi açısından Bizans’ta geçerli olan “senfoni modelini” benimsemişlerdir. Devlet ile kilise arasındaki uyumu merkeze alan bu modele göre, taraflar bir yandan birbirini desteklerken diğer yandan da birbirlerinin yetki alanına karışmazlar. Yani kilise, devletin siyasi hedeflerine destek verirken devlet, dinin koruyucusu görevini üstlenmektedir…
***
2000’li yıllarda iktidara gelen Putin Rus Ortodoks Kilisesi’nin Rus milliyetçiliğini kuvvetlendirdiğini fark ederek Sovyetler Birliği yönetimi tarafından el konulan mülklerini kiliseye iade ederek onu yeniden güçlendirdi. 1990’ların başından itibaren, yaklaşık 25.000 Ortodoks kilisesi inşa veya restore edilmiştir. Rus ulusal kimliğinin inşa edilmesi için, Kilise ve Devlet el ele vermiş vaziyettedir. Rus ulusal kimliğinin en temel özelliği ise: Rusya ne Batı’ya ne de Doğu’ya aittir. Ruslar, istisnai bir statüye sahip olan eşsiz bir toplumdur, inancıdır.
Bununla birlikte Rus Ortodoks Kilisesi’nin komşu ülkelerdeki tüm Ortodoksları tek bir kilisenin parçaları olarak değerlendiren “Rus/Slav dünyası” söylemi dinî jeoplitik açısından oldukça önemlidir. Rusya’nın yakın çevresinde etkili ve tek güç olmasını hedefleyen Putin yönetimi için kilise önemli bir dış politika aracı olarak kabul görmüştür. Buna göre, uluslararası arenada, Rusya’nın temel misyonu Avrasya’nın tamamını kontrol etmektir. Rus Ortodoks Kilisesi ise, yumuşak gücün bir parçası olarak, Putin yönetiminin yakın çevreye yönelik yayılmacı politikasına yardım etmelidir. 2009 yılından itibaren de Rus askerî okullarında Ortodoksluk, eğitim modelinin önemli bir parçası hâline gelmiştir. Örneğin Rus Ortodoks Kilisesi Suriye’deki savaşı halka açık bir “kutsal savaş” olarak ilan ederken, Rus askerî komutanlığı bunu “Tanrı’nın çocuklarını korumak için yapılan bir savaş…” olarak görmüştür.(*)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Nisan 2015’te, Rus hava kuvvetlerinin Suriye’de operasyonlara başlamasının hemen öncesinde yaptığı ve Rusya’nın Suriye’deki Hristiyanlar için derin endişelerini açıkça belirttiği konuşması da Rusya’nın Suriye’deki varlığının bir dinî jeopolitik tarafından meşrulaştırıldığını açıkça göstermektedir: “Orta Doğu’daki Hristiyanların durumuna bakıldığında, çok kötü oldukları görülür. Bu sorunu birçok kez gündeme taşıdık ve uluslararası toplumun, Orta Doğu’daki Hristiyan nüfusunu korumak için yeterli tedbirleri aldığına inanmıyoruz.”
Rus Ortodoks Kilisesi tarafından da benzer şekilde bu bakış dile getirildi. Kilise’nin Dışişleri Departmanı’nın başında bulunan Metropolit Ilarion, dış politikanın esas istikametlerinden birinin, “nerede olursa olsun eziyet gören Hristiyanların ne pahasına olursa olsun korunmasına” yönelik bir mücadeleyi de barındırması gerektiğini söyledi. Bu bağlamda Moskova Patriği Kirill’in son açıklamaları oldukça dikkat çekiciydi: “Bugün teröre karşı mücadele, uluslararası toplumun ortak mücadelesi olmalı; nitekim bu sadece Rusya’nın değil tüm ulusların kaygısıdır. Şeytanı yok etmek için birlik olmak zorundayız çünkü bu savaş kutsal bir savaştır.”(**)
***
Anlaşılıyor ki Rusya Ortodoks kimliğine geri döndükçe bölgedeki varlığını ve misyonunu, dinî bir jeopolitik tarafından yeniden şekillendiriyor. Bu dinî jeopolitiğin en önemli ayağı da kendisini Ortodoksluğun ve Hristiyan dünyasının hamisi olarak görmesi olarak karşımıza çıkıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos ile Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne “otosefallik” (bağımsızlık) kazandıran “tomos” adlı kararnamenin imzalanması aslında bu dinî jeopolitiğe karşı bir atak olarak okunabilir. Türkiye bu imza ile Rusya’nın Üçüncü Roma hayaline bir darbe indirmiş oldu.
Kaynaklar
(*) Dmitry Adamsky ve Palo Alto, Russian Nuclear Orthodoxy: Religion, Politics, and Strategy CA: Stanford University Press, 2019.
(**) https://research.sharqforum.org/2017/03/02/rusyanin-orta-dogu-politikasinin-hristiyanlik-boyutu/?lang=tr.
———————————————————
Kaynak:
https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/hilmi-demir/612567.aspx