Nuri Demirağ ile Türk Hava Kurumu arasındaki dava Ankara Asliye Üçüncü Ticaret Mahkemesinde sürüp gitmektedir. Ulusal basın söz konusu davayı takip etmekte, kamuoyu çok sevilen Nuri Bey’in bu davayı kazanmasını dilemektedir. Beşiktaş Nuri Demirağ Tayyare Fabrikasında üretilen bir uçak Basri Alev’in pilotluğunda Adalar Denizini geçerek İstanbul’dan Atina’ya uçuyor. Yunan tayyareciler tarafından karşılanıyor. Dönüş yolunda Selanik’e uğrayan Türk uçağı yöre ahalisince büyük ilgiyle temaşa ediliyor. Uçağımızın iki kişilik mürettebatı Atatürk’ün evini ziyaret ediyor. Daha sonra aynı uçağımız Anadolu turuna çıkıyor. Sakarya vadileriyle Eskişehir ovalarını ve Sivas dağlarını aşarak Divriği’deki Nuri Demirağ Gök Alanına iniyor. Yöre halkı ömürlerinde ilk kez uçak görebilmenin heyecanıyla çevre köylerden ve kasabalardan akın akın koşup geliyorlar. Hemşehrileri Nuri Bey’in doğduğu toprak Divriği’ye uçak fabrikası kurmasını da sabırsızlıkla bekliyorlar. Fabrika kurulduğu takdirde Divriği’de işsizlik diye bir şey kalmayacak, fabrikanın ihtiyaç duyacağı hammadde nedeniyle bütün madenler daha verimli işletilecek, yöre halkını sömüren birtakım komisyoncuların tekerine çomak sokulacak, memleketin orta yerinde bir sanayi merkezi vücuda gelecektir. Ne var ki Nuri Bey önüne çıkan (veya çıkartılan) engelleri bertaraf edemeyecek ve doğduğu topraklara uçak fabrikası kuramayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk ile Mareşal Fevzi Çakmak yerli havacılık sanayisine büyük önem verirken bilhassa İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda bu heyecan sönüyor veya söndürülüyor. “Nuri Demirağ” biyografisinin yazarlarından Fatih Dervişoğlu’nun ifadesiyle söylersek, 1925’ten itibaren İkinci Dünya Savaşı’nın başına kadar Türk ordusundan seçilen subaylar mühendis olarak yetiştirilmek üzere yurtdışına gönderiliyor fakat yurda dönüşlerinde hayal kırıklığına uğratılıyorlar. Birtakım uçak mühendisleri ise Türkiye’de uçak sanayisi kurma mücadelesine girişmek yerine eğitim gördükleri yabancı ülkelerdeki fabrikaların gönüllü temsilcileri rolüne bürünüyorlar, hangi yabancı fabrikadan hangi uçağın lisansını almalıyızın kavgasını veriyorlar. Fatih Dervişoğlu bu olumsuz durumu “Amerikan, Fransız, İngiliz ve Alman ekolleri fasit dairesinde kalınmıştır” sözleriyle tasvir ediyor ve ekliyor: “İkinci Dünya Savaşı içinde Türk ordusuna 200’e yakın eğitim uçağı imal eden Etimesgut Uçak Fabrikasının siparişleri savaşın bitiminde kesilmiştir.”
Ankara Ticaret Mahkemesindeki dava gazetecilerin yoğun ilgisi altında devam ederken Nuri Demirağ yılgınlığa kapılmayıp Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye mektup gönderiyor. Türk Hava Kurumu’nun siparişiyle üretilen hava araçlarının satın alınmasını, uçak fabrikasının yaşatılmasını, işçilerin ve fabrika personelinin işsiz kalacağını beyan ederek niyazda bulunuyor. Söz konusu uçaklar sipariş edilirken Türk Hava Kurumu’nun şahsında başkent Ankara’nın asıl maksadı Türk yatırımcıların elini güçlendirmek ve Türkiye’yi yabancı ülkelerden hava aracı satın almaya mahkûm bırakmamaktır. Nuri Demirağ biyografisini yazmış olan Ziya Şakir dönemin havacılık otoritelerinin görüşlerini özetlerken, eğer Türk Hava Kurumu sipariş etmiş olduğu tayyareleri (bu tayyareler sipariş şartnamesinde belirtilen koşullara tastamam uymasa bile) satın almış bulunsaydı hiç kuşkusuz ki Nuri Demirağ Fabrikasının maddi ve manevi gücü pekişecek, çok daha mükemmel hava araçları meydana getirmek yolunda özendirilecek, böylelikle de gelişmiş Batılı ülkelerin sanayisine ihtiyacımız kalmayacaktı diyor.
Nuri Bey doğduğu toprak Divriği’ye vaat ettiği uçak fabrikasını şimdiye dekkuramamış olmasının sebebini yüklenmiş bulunduğu taahhütlere bağlıyor. Karabük’te demir çelik ve İzmit’te selüloz fabrikalarının inşaatına devam ettiğinden dolayı yeni bir uçak fabrikasına sermaye ayıramadığını söylüyor. Bu itibarla Türkiye’deki havacılık kurumlarından sipariş almaya Nuri Bey’in ihtiyacı bulunmaktaydı. Yalnızca uçak satarak para kazanıp sermayesini güçlendirmek için değil, maneviyatının takviye edilmesi için de uçak satmaya muhtaçtı. Nuri Bey’in hedefleri arasında Yeşilköy ve Bakırköy’deki tesislerine dökümhane, motor ve pervane imalathanesi, malzeme muayene laboratuvarı ekleyip deniz uçakları için sahilde modern bir kızak mahalli inşa etmek vardı. Şayet hedeflerine ulaşabilseydi Divriği’de kuracağı uçak fabrikasında ve Divriği maden yataklarında azami 14.000 kişiye çalışma sahası açılmış olunacaktı.
27 Aralık 1939 yılında merkez üssü Erzincan olan 7,9 şiddetindeki Büyük Erzincan Depremi vuku bulunca Nuri Demirağ kolları sıvıyor. Kendi evindeki bütün giyim kuşam bavullara sığdırılıyor. Ev içindeki telaşı fark eden Nuri Bey’in küçük kızı Gülbahar kendi patiklerini bavulun içine yerleştiriyor. Nuri Demirağ inşaatını yüklendiği Türkiye Büyük Millet Meclisi şantiyesinde 520 çadır, dokuz sandık ecza malzemesi, çizme, elbise, muşamba devşiriyor. Kendi memleketi Divriği’de ivedilikle 1500 hasta ve yaralıyı ağırlayabilecek mekân hazırlatıyor. Bunlarla yetinmeyen Nuri Demirağ yanına hekimler, sıhhiye memurları ve hastabakıcılar alarak deprem bölgesi Erzincan’a kış mevsiminde gidiyor. Sivas’tan bir vagon un getirtip ekmek yaptırtıyor ve depremzedelere paylaştırıyor. Erzincan’da depremzedeler için bir örnek prefabrik evler kuruyor. Yabancı şirketlerin Türkiye’ye pahalıya sattığı çimentonun fiyatını düşürmek amacıyla bir çimento fabrikası kurmaya teşebbüs ediyor fakat çimento fabrikası kurma ruhsatını alamıyor. Türk yurdu Anadolu’nun yoksul köylerini bayındır kılmak hedefiyle örnek çiftçi ve işçi köyleri projesi hazırlatıyor. Uzmanların tasarladığı örnek köylerde otel, lokanta, tiyatro, sinema, karakol, cami, hamam, demirci ve marangozhaneler, revir, çocuk bahçeleri, mektep ve silo gibi unsurlar yer alacaktır. Muhtelif fabrikaların yakınlarındaki işçi köylerine ufak hava meydanları açılacaktır. Nuri Demirağ’ın bu örnek köy projesi o zaman için fantastik görülüyor. Milyoner Nuri Bey kendi ailesinin refahını da ihmal etmeyerek Serencebey Yokuşu’ndaki meşhur Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’nın konağını ve Paşalimanı’ndaki Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın köşkünü satın alarak aslına uygun biçimde onartıyor. Anadolu köylüsünü sağlıksız tezekten kurtarmak emeliyle kömür madenlerinin işletilmesi ve köylüye soba dağıtılması projeleri hazırlatıyor.
Mühürdar-zade Mehmet Nuri Demirağ’ın mükemmel bir projesi de İstanbul’un iki yakası arasında çelik köprü kurmaktır. Türk mühendislerinin eseri olarak düşündüğü bu köprünün projesini de hazırlatıyor. 1600 metresi deniz üzerinde, 960 metresi karada bulunmak kaydıyla 2560 metre uzunlukta, 20 metre 73 santimetre genişlikte tasarlanıyor. Köprünün tam ortasında tek hatlı şimendifer yolu, şimendifer yolunun sağlı sollu iki tarafında motorlu araç trafiğinin şeritleri yer alacak, bunun yanı sıra tramvay hattı da bulunacaktır.
Nuri Demirağ’ın şahsiyetini yoğuran faziletli bir kadın vardır ki annesi Ayşe Hanım’dan başkası değildir. İki çocuğunu da kocasız büyütmek zorunda kalan Ayşe Hanım dört dörtlük Anadolu kadınıdır. Mehmet Nuri Demirağ henüz dört veya beş yaşındayken sokakta bir iskambil kâğıdı buluyor, iskambil kâğıdının cafcaflı renkleri hoşuna gidiyor, ne işe yaradığını bilmediği bu iskambil kâğıdını eve dönünce annesine göstererek “anne bak ne buldum” diyor, annesi kaşlarını çatarak “onu hemen yere at” diye azarlıyor. Mehmet Nuri ürkerek kâğıdı atıyor. Peşi sıra Ayşe Hanım oğlunu leğene oturtarak sıcak suyla bir güzel yıkıyor ve bir yandan da şöyle diyor: “Çirkin kâğıda bakarak gözlerin kirlendi, çirkin kâğıdı tutan ellerin kirlendi.” Oğlunu leğende yıkadıktan sonra yerdeki iskambil kâğıdını soba maşasıyla tutarak ateşe veriyor. Nuri Demirağ’ın içkiden, sigaradan ve kumardan tiksinip ömrü boyunca uzak kalmasının sebebi işte budur.
Sürüp gitmekte olan duruşmaların nihayetinde Ankara Asliye Üçüncü Ticaret Mahkemesi kamuoyunun beklentilerinin hilafına Nuri Demirağ aleyhine karar alıyor. Nuri Demirağ ile onun yol arkadaşı Selahattin Raşit Alan’ın hikâyesini anlatırken Fatih Dervişoğlu bütün bu olup bitenleri şu cümlelerle yargılamaktadır: “Bu iki inançlı insanın önüne çıkan engelin görünen kısmı Türk Hava Kurumu idi, ama arkasında yerli endüstrinin gereğine inanmayan veya çıkarı gereği öyle düşünen hâkim zihniyet vardı.” Başlangıçta her şey yolunda giderken ve Nuri Demirağ Türk Devletinin en tepesindeki şahıslarca kollanıp teşvik görürken Bakanlar Kurulu seferberlik halinde Türk ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere yararlanılacak fabrikalar listesine Beşiktaş Nuri Demirağ Tayyare Fabrikasını dâhil etmiştir. Türk havacılığında ters rüzgârlar esmeye başlayınca Nuri Demirağ’ın fabrikasını Bakanlar Kurulu 1949 yılında bu listeden çıkartıyor. Yabancı havacılık firmalarının Türkiye pazarındaki yaptırımları ve rekabeti, özellikle Fransa ve Amerika kaynaklı entrikaların yürütülmesi, Nu.D-38 tipinde ilk Türk yolcu uçağına Türk Hava Yolları tarafından ilgi gösterilmemesi türünden sebeplerle Nuri Demirağ’ın uçak sanayii yatırımları bir dizi engelle karşılaşıyor. Yeşilköy’deki arazisi istimlak ediliyor. Türk Hava Kurumu’na açtığı davayı da kaybedince yapacak bir şey kalmıyor. Nuri Demirağ havacılık sektörünü terk etmeye sürükleniyor, taze bir heyecanla siyasete atılıyor, hantal ve iradesiz bürokrasiyle mücadele etmek hedefini güderek Millî Kalkınma Partisi’ni kuruyor.
Bütün bu hadiseler yaşanırken, iki kardeşin, yani Mehmet Nuri Demirağ ile Abdurrahman Naci Demirağ’ın arasını bozmaya yönelik teşebbüsler de görülüyor. Abdurrahman Naci Demirağ, ağabeyi gibi, Divrik Rüşdiye Mektebi’nde, Beyrut İdadisi’nde, Mühendislik Mektebi’nde okumuştur. Arıburnu cephesinin yollarını ve siperlerini yaparak iş hayatına başlamıştır. Yine ağabeysi gibi devlet memurluklarında bulunuyor, ağabeysiyle birlikte müteahhitliğe yöneliyor. Samsun’dan Diyarbakır’a uzanan demiryolu hattının, Ankara’daki Ziraat Enstitüsü binasının, Ankara ve Sivas garlarının, bakanlık binaları gibi pek çok projenin inşaatlarını yükleniyor. Divriği’ye sağlıklı su şebekesi yapıyor. Ağabeysi gibi kendisi de yoksulları koruyup gözetiyor, hayır işlerinden kaçmıyor. 1936’da Sivas mebusu seçilerek Millet Meclisi’ne giriyor.
Nuri Bey’in damadı Mehmet Kum röportajlarında Türk Hava Kurumu’nun yerli uçaklar yerine Fransa’dan hizmet dışı bırakılmış demode Henrio uçaklarını yeğlediğini, ithal edilen uçakların kısa sürede hurdaya çıkarıldığını, kayınpederi Nuri Demirağ’ın uçak fabrikasının çelik yapı işleri üreten bir fabrikaya dönüştürüldüğünü anlatıyor. Türk Hava Kurumu’na satılamadığı için elde kalan Nuri Demirağ uçaklarının birkaçı Gök Okulu’nda pilotların eğitiminde kullanılıyor, elde kalmış diğer uçakların yurtdışına satılmasının yolları aranıyor. İspanya bu uçaklara talip oluyor fakat İsmet İnönü bu uçakların satılmaması yönünde direniyor ve “gerekirse uçakları yakarım da yine sattırmam” dediği rivayet ediliyor. İsmet İnönü’nün o yıllarda, şahısların başarısı hükümetin başına gaile açabilir, bu nedenle ferdi teşebbüslerin baltalanması lazım gelir kanaatinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Nuri Demirağ’ın uçakları 2000 yılına kadar Yeşilköy’deki hangarda çürümeye bırakılıyor, bir hava kuvvetleri komutanı bu uçakları askerî müzeye satın almak için girişimde bulunsa da uçakların hurdacıya verilmiş olduğunu teessüfle öğreniyor.
Nuri Demirağ yerine göre mülayim yerine göre asabi bir karakter taşıyor. Serencebey Yokuşu’ndaki konağında ikamet etmesine rağmen daha muhafazakârdır ve alaturka hayat tarzını benimsemiştir. Kardeşi Abdurrahman Naci Bey ise zengin olduktan sonra alafranga salon hayatına kapılıyor. Nuri Bey’in idealist (ülkücü), Naci Bey’in pragmatist ve konformist olduğu söylenebilir. Politik cepheden ise Nuri Bey ‘Atatürk’ün adamı’, Naci Bey ‘İnönü’nün adamı’ gibidir. Nuri Bey mütevazı, İstanbul Caddebostan’daki köşkünde ikamet etmekte olan Naci Bey ehlikeyiftir. Nuri Bey’in konağında yemekleri zevcesi Mesude Hanım yaparken, Naci Bey’in köşkünde aşçı ve beyaz eldivenli hizmetkârlar bulunmaktadır.
Nuri Demirağ sanayiciliği bırakıp da 1944’ten itibaren siyasete atılınca, politik görüşlerini yaygınlaştırmak ihtiyacıyla matbaa kuruyor. Tercüman gazetesi Nuri Bey’in matbaasında basılıyor. Devrin Başbakanı Adnan Menderes bundan hoşnut kalmıyor. İktidarın baskısına rağmen Nuri Bey basın hürriyetini savunarak Tercüman gazetesinin kendi matbaasında basılmasından ödün vermiyor. Bu matbaa daha sonra el değiştirip Ankara’ya taşınıyor. 1944 Irkçılık-Turancılık davasının görüldüğü zaman diliminde Nuri Demirağ’ın adı bu davaya karıştırılmak isteniyor. Pan-Turancı olduğuna yönelik hakkında rapor hazırlanıyor. Gerçekten de onun yakın dostları arasında Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa, İdris Yamantürk, Reha Oğuz Türkkan gibi isimler yer almaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyükelçisi Laurence Seinhart’in Türk hükümetine gönderdiği söz konusu raporda Nuri Demirağ’ın Irkçı-Turancı olduğu ve aşırı muhteris bir karakter taşıdığı yazmaktadır. Nuri Bey’in damadı Mehmet Kum verdiği bir mülakatta ilk uçak fabrikamızı Amerika Birleşik Devletleri’nin kapattırdığını savunmuştur.
-Devam Edecek-