Ülkücü Türk Milliyetçilerinin Sorunları Üzerine Fuat Yılmazer İle Bir Söyleşi

Tam boy görmek için tıklayın.

Yazar Fuat Yılmazer ile Ülkücü Türk milliyetçilerinin sorunları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Emekli bir bürokrat olan Yılmazer, Ülkücülük üzerine yazdığı kitap ve günlük makaleleri ile tanınan bir fikir insanımız. Sorunlarımızın tespit edilmesi, analizi, çözüm önerilerini içeren sohbetten ben çok faydalandım, ufuk açıcı oldu benim için. Siz Kırmızılar.com okurları için de faydalı olması ümidiyle, sayın Fuat Yılmazer ile gerçekleştirdiğimiz sohbet ile sizi baş başa bırakıyoruz. 

İkbal VURUCU

 kirmizilar.com

Vurucu: 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri dolayısıyla “Milliyetçiliğin yükselişi” tartışmaları gündeme damgasını vurdu. Sizce de milliyetçilik yükselişte midir? Öyle düşünüyorsanız gerekçeleriniz/kriterleriniz nedir?

Yılmazer: Sorunun cevabına geçmeden seçimle ve seçim sırasında olan gelişmelere değinmek isterim.

Tüm seçenekler denenmiş ve çare bulunamamış gibi önünüze iki seçenek konursa, “ya bunu ya da bunu seç”, “ya bunu ya da bunu kabul et”, “ya bu ya da şu yoldan git” gibi denirse ne yapmak lazım?

Bunların dışında üçüncü veya dördüncü bir yol yok mu? Dünya iki seçenek üzerine mi kuruldu diye düşünmez misiniz? Ya siyah ya beyaz!

Hayatta bilinçsizce yapılan zorlamalara “ya bu ya şu” zorlamalarına sıcak bakmıyorum. Ya bu ya şu kısıtlı seçeneklerden rahatsız olunur. Böyle düşünmek ve böyle telkin etmek insana bir nevi hakarettir. 

Allah tüm canlılardan farklı olarak insanı yaratmış, ona akıl, düşünce ve muhakeme kabiliyeti ihsan etmiştir. Bu önemli özelliklere sahip insan düşüncesini, iradesini törpüleme yoluna gitmek yaratana saygısızlık değil midir? Dünyada her konuda iki seçenek varsa akıl nasıl kullanılır ve seçeneklere nasıl tercih edilir. Seçenekler ikisi de doğru veya ikisi de yanlış olamaz mı?

İki öge var bunlardan birini seç. Neden seçeyim ki? İkisi de benim aklıma mantığıma yakın gelmiyor olabilir. İkisi de olumsuz. Olabilir ama olumsuzlar içinde tercih yap! Neden?

Belki de ben ikisinin de olumsuz olduğu hakkında yanılıyorum ama olsun yanılan benim. Olumlu veya olumsuz tercihler hakkındaki karar benim. İki geçersiz ögeden birini tercih et. Edemem. İki olumsuz ögeden ikisi de aklıma mantığıma göre uygun değil.

Maalesef insanımız öyle alıştırılmış, düşünme, önüne koyulanı tercih et. Ahmet veya Mehmet arasında tercih yap. Bunlar zaten bilinen insanlar illa Ahmet veya Mehmet mi diyelim? Yağız, Tekinalp veya Oğuz tercih olamaz mı? Şartlanılmış gibi Ahmet veya Mehmet. Oğuz, Mete veya Yağız’ın üzerinde düşünülmemiş bile. 

İşin ilginç yanı Yağız veya Oğuz’un da kendine güveni yok. Çoğunluk kendilerine sevgiyle bakabilir ama bunlar da o birlik beraberlik ve cesaret yok. Sadece boş konuşurlar. O da sosyal medyada.

Tercih etmenin anlamı, “alternatifler arasında seçim yapmaktır. Tercihler kararı yönlendirendir”. Psikolojide tercih; bir şeyi, bir nesneyi beğenip beğenmediği şeklinde ortaya çıkar. Bu sabit, kalıcı değildir. Günün şartlarındaki tercih, zaman ve şartlar değiştiğinde değişe de bilir. Ekonomide tercih ise; sağladığı tatmin, ahlak, faydaya dayalıdır. Bunlarla ilgili getiri yüksek olursa tercih o yönde ortaya çıkar. Tercihler isteklerle ilişkilidir. Benim vatan, millet, milliyet konusundaki isteğimi, arzularımı karşılayan fikri, eylemi ve inandırıcılığı varsa onu tercih ederim. Bu ikiliden den biri olmayabilir. Bunların dışında birileri de olabilir.

Özetle iki seçenekten birini tercih etme zorunluluğu olmamalıdır. 

Ha ortaya konanları seçeneklerden herhangi birini seçenlere de saygı duyarım, demek ki onların dünya ve ahiret beklentilerine cevap veren o seçenekler demektir.

Özetin özeti. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz, çıkarılamaz. İki yanlıştan biri tercih edilecek diye de bir zorunluluk yoktur.

Herhangi bir şekilde aldığın unvanını kullanmadan ikisinden birini seçebilirsin. Gayet normal ama dün hak edip etmediğin bile belli olmayan, bir kişi tarafından verilmiş unvanını kullanarak tercih yapmak o düşünceye, o teşkilata karşı saygısızlıktır. İki yanlıştan birini tercih zorunda kaldıysan adın Ahmet ise onu kullanıp tercih belirtilmeliydi. Eğer inanmış, akıllı, donanımlı biri isen yarınlar için nasıl birleşilir ve milliyetçiliğin mührü nasıl vurulur onun için çalışılması gerekirdi.

Erdoğan veya Kılıçtaroğlu. Neden?

Şimdi sorunuzun net cevabına gelelim, bu şartlar altındaki seçimde ve tercihte ne ortaya kondu ki milliyetçilik yükselişte mi düşüşte mi olduğu belli olsun. Üzülerek görüyorum ki alternatifleri azaltmak insanların düşünme, karar verme gücünü de zayıflatıyorlar. Bir taraftan milliyetçileri dağıtıyorlar, parçalıyorlar, etkilerini zayıflatıyorlar ama milliyetçilik adını kullananların sayısını ve kuruluşunu fazlalaştırarak onların yorgun savaşçı pozisyonuna sokuyorlar. Biliyorlar ki Türkiye’de Türk Milliyetçilerini kuru kalabalık haline getirirsen düşündüğünü yapmak istese o kadar kolaylaşır. Tüm Milliyetçiler, yönetenler, yönetilenler bunun farkında olmalı, buna fırsat vermemelidir.

Seçimde yapılan yanlışlardan biri de “Kürt oylarını” kazanmak adına Kürtlerle temas kurmak değil PKK, HDP, Demirtaş, Yeşil Sol Partinin isimleri konuşuldu. Bunu bilinçli yapanlar var ama Milliyetçiyim deyip de aynı hatayı yapanlarda oldu. Şunu bir türlü kabul edemiyoruz. Kürtlerin hepsi PKK’lı, HDP’li değil. Kürtlerin büyük orandaki kesimi PKK ve HADEP’ ten rahatsız. Bu yapılanlara bölücüler seviniyor ama işin acı tarafı bu ülkenin aydınları da, milliyetçileri de, siyasal İslamcıları da aynı çizgide bazı kişiler rol alabiliyorlar.

Biraz uzadı ama sorunun kısa cevabına gelelim. 

Milliyetçilik yükselişte değildir.

Lakin bu seçimde milliyetçi sayısının fazla olduğu yazılı ve görsel medya aracılığıyla kamuoyuna duyurulmuştur. Bu nedenle de milliyetçilerin kendine güvenleri gelmiş, bu ülkede biz de varız, bizim olmadığımız taraf zayıflar, kemiyetimizi gördünüz diyebilirler.

 

Vurucu: Bugün Ülkücü Türk milliyetçilerinin farklı parti çatısı altında siyaset yaptıklarını veya pek çok fikri platform oluşturduğunu görüyoruz. Siz bu çeşitlenmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Yılmazer: İnsan hayatı boyunca yeni yeni bilgiler edinir bunların bir kısmını kabullenir bir kısmını da reddeder. Yemek yemek, su içmek günlük yaşam ihtiyaçlarını gidermek nasıl doğalsa, öğrenmek, öğrendiklerini kabullenmek veya kabullenmemek o kadar tabidir.

Akıl ve mantık gücünü kullanmayı bilen istikrarlı çizgide giden insan, kabulleri ile de istikrarlı olmalıdır. Bu şu anlama gelmesin, birey kabullendiği bir fikri, düşünceyi, değerleri içselleştirdikten sonra ondan ayrılamaz ve onu yok sayamaz. Böyle olması düşünülemez bile. Bu şekilde eksik düşünmek Katolik nikâhı gibi bir garabeti ortaya çıkarır.

İnsan, birey ve toplum hayatında kendinin veya mensubiyet duyduğu milletinin huzuru, mutluluğu ve yarınları için bir fikri bir düşünceyi kabul eder, etmelidir de.  

Mensubu olduğu milletinin yarınlarının daha iyi ve güzel geçmesi adına mücadelesini de yapar/yapmalıdır da. 

İnsanların bir kırılma noktası vardır. İnandığı iman ettiği bir fikre inanmanın yanlışlığı noktasına da gelebilir. Kabullenmeden önce gözden kaçırdığı veya dün ikna olduğu gerçeklerden daha doğru yeni gerçekler tespit ettiği ortaya çıkarsa, inandığı değerleri savunurken kendi dayanma noktasını geçen gelişmeler olursa veya inandığı değerleri savunmanın getirdiği zararlardan korkarsa kırılma noktası oluşabilir. Bu gelişmeler sonucu inandığı kabullendiği fikri geride bırakabilir. Burada geçerli olan akıl ve mantık çizgisiyle hareket etmesi ve kabulünü açık yüreklilikle söylemesidir. Böyle durumlarda birey kendini kenara çeker pasifize olur ve kendini unutturur. Veya açıkça yeni bir fikri değer yargılarını kabul ve savunma işine başlar. Sosyalist iken bu fikri terk eder kapitalizmi savunmaya başlar. Veya “dinci” olur. Dinci olanlar ise bazı değişimler sonucu sosyalizm fikrinin kabulünü ortaya koyar. Veya Ülkücü iken herhangi bir sebebin arkasına sığınır cemaatçiliğe yönelir veya “paranın tadını aldıktan” sonra ekonomik gerekçelerle toplumculuktan ferdiyetçiliğe, kapitalizme transfer olur. Kabullendiği fikirden düşünceden ayrılmak isterse de (ki olabilir) ayrılması için mutlaka geçerli ve mantıklı gerekçesi olmalıdır. Geçerli bir gerekçe olmadan ayrılmak bir zamanların “Fırıldak Kubi’sinin” yaptığı şaşırtıcı dans figürlerini hatırlatır. Mantıklı bir gerekçesi var da demeye cesaret edemeyenler, topluluk içinde değişik gerekçelerle huzursuzluk çıkarırlar. Bocalama şaşırma ve kendinin dışında herkesi suçlama gibi bir savunma kıvırt kanlığı yaşar. Terk edip de terk ettiğini söyleyemeyenler, AKP’nin veya bir cemaatin ismini telaffuz etmeden “bunlar da çok iyi işler yapıyorlar kardeşim, TİKA vasıtasıyla dünyada ilgilenmedikleri Türk eserleri kalmadı, Osmanlıcılık Türk’ü Cihan devleti yapacak zihniyettir” diye konuşabilirler. Bu düşüncede olanlar ne yazık ki Ülkücülerin gözünün içine baka baka yaptığı sohbetlerde bunları dillendirebiliyorlar.  Konuşmalarına bizler (ülkücüler) bunların yaptıklarını neden yapmayalım, bunların akılları bizden fazla mı?” diye de kabullerini dolaylı şekilde size tepkisiz kabul ettirmeye çalışırlar.  Eğer kişi aklıyla bir karar almışsa ve cesaretli ise bunu ilan eder yeni safının içinde yerini alabilir.

İnsanın kabullendiği fikirden ayrılması zordur dedik, çünkü insan dünyevi ve uhrevi dünyasının özelliklerine göre tercih ettiği fikri kabul etmeden önce düşünmüş, tartmış ve bir karara varmıştır.  Hatta bu fikre iman etmiştir. Bu kabulden sonra bir yeni kimliği oluşur. Bu kimlik kabul ettiği fikirle teşkilatla ilgili bir kimliktir. Ör. Komünist, Ülkücü/milliyetçi, kapitalist veya cemaatçi gibi.

Bu tip gelişmelerin mihenk tarihi olarak 20. yüzyılda 12 Eylül 1980 tarihini almak gerektiğine inanırım. Fikir hareketlerinde ve idealizmde kırılma tarihidir bu tarih. Bu tarihte yönetime el koyan Amerika’nın “bizim çocuklar” dedikleri kullanılmışlar; devleti ve milleti için kafa yoranları, fikir üretenleri, çalışan çabalayanları, kendi için değil vatan ve milletini ön planda düşünen gençleri küstürmüşlerdir. Bu planlı programlı ve taammüden küstürmedir.

12 Eylül darbesinde yapılan insanlık dışı işkenceler ve uygulamalardan sonra geliştirilen yeni programla gençliğin vatan sevgisi, ideali, idealizmi elinden alınmış, sahada top koşturan yirmi iki genç ve o gençleri takip eden bir kitle noktasına taşınmıştır. Darbe sonrası iktidara gelen zihniyette, gençliği futbol, günlük zevk verici işler ve tüketici düşüncelerle uğraşan (bu ölçünün dışında olanları tenzih ediyorum) meşgul olan hatta hayat gayesi olarak gören insanlar olarak yaşama yönlendirme yapmıştır. Bunları yazarken futbolla şu veya bu şekilde ilgilenenleri incitmek gibi bir düşüncemiz yoktur. Amacımız bir tespite yardımcı olmaktır.

Ülkücü Türk Milliyetçilerine de bu darbe ve sonrası uygulamalar zarar vermiştir. ABD yöneticilerinin bizim çocuklar diye bahsettiği kişiler, tek amacı vatan ve millet sevgisi ve selameti olan gençliğe karşı ölüm ve kan kusmuşlardı. Bu hareket ve sonrası uygulamalar sonucunda harekette kopmalar başlamış önce siyasi cenahta kimlik kazanmış ve getiri elde etmiş insanlardan bir kısmı başka bir siyasi oluşum da bulunmak için harekete geçtiler. Gençlik içinde de idealizmini şu veya bu sebeple bir kenara bırakarak başka denizlere yelken açanlar oldu. Yani ülkücülerden zamanın şartlarından birikimleri nedeniyle samimi olarak yararlanmak isteyen/yararlananlar da, ülkücülük ve ülkücülerden değişik sebeplerle faydalanma düşüncesinde olanlar o imkânın geçici bir dönem de olsa ortadan kalktığını görenler yeni faydalanacakları yer ve imkan elde etmek için ayrıldılar ve bulmaları da zor olmadı. Ama bunların değişik odaklarda yer almaları ülkücülerde bir yılgınlık kızgınlık düşüncesinin doğmasına sebep oldu. Nitekim bu insanlar ülkücü oldukları zamanda ülkücülüğün getirdiği maddi ve manevi getirilerden nemalanmışlar, bir statü elde etmişlerdi. Ülkücü kimliği kazanmışlar, toplumda bir kişilik sahibi olmuşlar zoru görünce de davayı terk etmişler olarak değerlendirildiler. Bunların bir kısmı söylemlerinde çok da haksız sayılmazdı. Örneklemesi de epey çoktu.  Ülkücü kimliğinden dolayı akademik kariyere sahip olanlar, bürokraside üst katlara çıkanlar, ülkücü kimliğinin gücü ile iş adamı olmuşlardı. İşte bu kimliği kullanıp da başka partilerde siyaset yapanlar ve hâlâ da devam edenler çoktur.

Ülkücülüğü terk etmiş ama bunu itiraf edememiş, gittikleri yerlerde kimlik ve kişilik bulamamış, arada kaldıkları için de tekrar ocakta siyaset ve ticaret yapmak isteyenler de yok değil.

Bunların dışında ülkücülüğü terk edip de gittiği yerleri şu veya bu sebepten açıklamaktan çekinen insanlarımız da az değil. Bunlar genellikle cemaate kaçmış insanlardır. Mümtaz er Türköne adlı vatandaş bunu açıkça yaparken bir nevi dürüstlük örneği göstermektedir. Bunun yanında cemaatin içinde olup da bunu hâlâ dışa atamayanlarda yok değil. Bunlarda birinci gruba mensup olanlar daha merttir. İntisap ettikleri yeri saklamıyor hatta orası için mücadele bile veriyorlar. Esas yanlış ikinci grupta olanlardır. Kendilerini uyanık, âlemi kör ve sersem zannedenler, ben eski noktamdayım dese de konuşmaları, savunduklarının ülkücülükle ülkücü dünya görüşü ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Ülkücü camianın içinde bulunduğu bugünkü kaotik ortam maalesef bu resimlerle doludur.

Türk Milliyetçilerinin okumuşları 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası Türkiye’yi ve Türk milliyetçilerini incelemeliler/incelemeliyiz.  İncelemenin de zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir. Bizi şimdiye kadar bizden olmayanlar inceledi. Bizi biz incelemeliyiz ki yarınlara emin ve sağlam adımlarla yürüyebilelim.

Önce bugünkü içinde bulunduğumuz durumumuz tartışılmalı ve tespitler yapılmalıdır. Dünü de baz alarak yapılacak inceleme araştırma ve tartışma seviyeli olarak yapılmalıdır. Bugünkü durumumuz ele alınmalı ülkücülerin ülkücülük inancı düşünülmeli, sonuçları ortaya konmalıdır. Ülkücülerin birbirlerine olması gereken ama olmayan güven duygusunun/ duygusuzluğunun sebepleri ve nasıl giderileceğinin tespiti yapılmalıdır. Birbirimizi sevmememizin, güvenmememizin, fikre iman duygumuzun sahte kaldığı ortaya çıkarılmalı, yenilenerek, iman tazeleyeceği bir yol bulunmalıdır. Bu araştırma tartışma sert de geçebilir yeter ki yürekte yara bırakacak hamleler yapılmamasıdır. 

Kültür birliğimiz, ülkü birliğimiz, ülkücülüğümüz, milliyetçiliğimiz hiç çekinilmeden tartışılmalı ve bir ortak nokta tespit edilmelidir. İşi oluruna bırakarak kendi halinde gelişmeler beklenerek de sonuca gidilebilir. Ama bu aynı düşüncedeki insanların birbirlerini kırmasını, üzmesini, birbirinin yüzüne bakamayacak duruma gelinmesi sonucunu öne çıkarır. sonunda bir grup öne çıkar ve yürür. Bu yanlış ve hasarı çok olacak bir yoldur. Bu sıkıntılı durumda vatanımızın da, milletimizin de o kadar uzun bir geçiş dönemine tahammülü yoktur.

Sevgi, saygı, güven ve iman ortamı tekraren yaratılmalıdır. Bunun için de siyasi teşkilatımız olmak üzere yurt içinde ve dışında bulunan sivil toplum kuruluşları bu çizgide buluşmalı buluşturulmalıdır. Bunda görev sadece en başta olan kişiye düşmez tabii ki onun sorumluluğu ve görevi çok fazladır ama onun yanındakiler bireysel olarak kendilerine zarar gelecek de olsa taşın altına elini sokmalıdır. Bütün sivil toplum kuruluşları ve Türk milliyetçileri iman derecesinde kabul etmiş bütün milliyetçiler bu sürecin içinde olmalıdır.

Bunlar tespit ve temennilerimdir. Tespitlerim ve temennilerimden sonra sorunuzun kısa cevabını verelim.

Demokrasinin faziletlerinin olduğunu söyleyen çoktur, ama sonsuz faziletleri, sonsuz güzellikleri vardır demek de boştur. Demokrasi erdemli bir rejimdir. Onun için farklı partiler olacaktır, olmalıdır da. Farklı partiler olunca da aynı fikre inanan insanların farklı partilerde olma imkânı vardır.

Başka bir bakış açısından bakarsak birlik olmak kadar güzel ve erdemli bir durum da yoktur. Bölünme, güçsüzlüğü ve başarısızlığı getirir. Bence güçlü bir lideri ve çağın gerçekleriyle donanmış ekibi, onları da takip edip hatalarını yanlışlarını söyleyebilecek cesarette ve donanımda aydın grubu olmalı ve bunlara Türkiye teslim edilmelidir. Yanlışları veya başarısızlıkları olursa değiştirmek koşuluyla.

Bir tarafta böyle güçlü bir parti varken de diğer partilerde de Türk Milliyetçilerinin olması da çok anlamlı olur. Bu isteklerimiz olabilir mi? Evet olabilir. Ben ümidimi kaybetmeyenlerdenim. Ben göremem ama oğlum, kızım veya torunlarım mutlaka görecektir.

 

Vurucu: Türk milliyetçilerinin çok partili olarak seçimlere katılmasını Türk milliyetçiliği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum milliyetçiliğin etkisinin artması olarak görülebilir mi?

Yılmazer: Parçaların bütün karşısında “güç ve güçlü” olduğu görülmüş müdür?                       Küçük parçalar pazarlıkta etkin söz sahibi olabilir mi?

Bu seçimde bir küçük parti ittifakla pazarlık yaptı ve protokol imzaladı. Bu başarıdır. Lakin bu başarı küçük partinin gücünden kaynaklı değildir. Pazarlıkta bir tarafta olan büyük Parti yöneteninin kendine, ittifakına olan güvensizliğinden kaynaklıdır. 

Seçimi kazanmak üzerine plan ve projesini en ince ayrıntısına kadar yapmayan partiler veya liderleri, bir de kazanma hırsını aklının önüne alırsa, o zaman hedeflediği noktaya varmak için kollarını düşünmeden açar. Getirisini ve götürüsünü hesaplamadan çıktığı yolda kendi arkadaşlarına bile zarar verecek şekilde vaatlerde bulunur ama seçim gerçekleşip de gerçeklerle karşı karşıya kaldıklarında kollarının arasının boş olduğunu görür. O zaman şoka girer ve bir sürede kendisi ve arkadaşları şoktan kurtulmak için güç harcarlar.

Bir başka yönden de bir parti başkanı diğer parti ile anlaştığı zaman taraftarları koyun sürüsü gibi onun gösterdiği köprüden geçer mi? Veya oy verir mi? Verebilir ama bunun oranını bilmek mümkün mü? Kim ne derse desin her insanın kendi iradesi ve tercihleri vardır. Hedef gösterilse bile önemli bir kısmının uymayacağı, hedefe yönelmeyeceği düşüncesindeyim.

1980 öncesi fikir partisi, ideolojisi olan MHP, rahmetli Erbakan’la ortak seçime girdiğinde, Türkeş’in bir emriyle ölüme gidecek kadar bağlı olanlardan bile desteklemeyen çok ülkücü olmuştur.

 

Vurucu: Sizce bu seçimlerde milliyetçilik gerçekten anahtar bir rol mü oynadı yoksa siyasi bloklar arasında kavga milliyetçilik maskesiyle mi yürütüldü?

Yılmazer: Sorunuzun cevabına şöyle başlamak isterim. “Uğruna hayatını, değer verdiklerini feda edebilecek davan, sevdan, aşkın yoksa yaşadığın hayatın, zevki ve anlamı olmaz” diye düşünürüm.

Türk milliyetçisinin, bir Türk’ün, daha da genişleteyim ulusalcılardan vatansever olanların uğrunda ölümü bile göze alacağı vatan, bayrak, istiklal ve özgürlük değerleri vardır.

Farklı düşüncede olanlar da olabilir. Vatan, millet, özgürlük, bayrak, istiklal onlar için fazla bir şey ifade etmez veya onlara göre özgürlük ‘başka bir devletin egemenliği altında yaşasan bile hayatına dokunulmuyorsa özgürsün’ inancı da olabilir.  Farklı düşüncede olanlar farklılıklarını ortaya koymalıdır. Veya kabullerini ortaya koyup onun da tercümesini yapmak zorundadırlar. Tercümeleri de fikir, düşünce ve inançlarını tam açıklayacak seklide olmalıdır.

Eğer yapmazlarsa veya tercümelerini anlaşılır şekilde yapamazlarsa son seçimde olduğu gibi kargaşa olur.

Herkes, her şey tenkit edilebilir. Kişisel yaşam ve tasarruflarıyla milliyetçiler de tenkit edilebilir. Hak ediyorlarsa suçlanabilirler de. Önemli olan milliyetçiliğin tenkit edilmemesi ve suçlanmamasıdır. Hassas olunması gereken noktalar bunlardır.

Milliyetçilik, birey içinde, millet ve o milletin oluşturduğu devlet için çok önemlidir. Milliyetçilik, mensubu olduğu milletin kimliğine sahip çıkmak, onu her sahada güçlü, kudretli ve Modernite de önemli noktalara taşımayı ülkü edinmektir. Birey, devlet ve millet hayatında bu kadar önemli olan milliyetçilik, bu seçimde anahtar rolü oynamış görünmektedir ama bloklar arasında da maske olarak kullanımı azımsanmayacak kadar güçlüdür.

Bu seçimde oluşmuş ittifakların birinci partilerin milliyetçilik gibi bir düşüncesi ve isteği olduğunu düşünmüyorum. Milliyetçiliği ırkçılık, din düşmanlığı ve faşist sayacak kadar da milliyetçiliğe karşıdırlar. Gerçek bu olmasına rağmen her iki parti de milliyetçiliği oy kaygısı nedeniyle öne almaya çalışmışlardır.

Biri dünlerde “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldığını söyleyen”, diğeri de milliyetçilere yakınlaşmak yerine bölücü teröristleri destekleyen HDP’yi tercih etmiş onlardan suç işleyenlerin haklarını savunacak kadar ileri gitmişlerdi. Peki, bu fotoğrafa rağmen dünkü milliyetçilerden bir kısmının bunların yanında neden yer aldığını sorarsanız onun cevabı bende değil, onlardadır. 

Verecekleri cevap mı? Tabii ki tartışılır.

 

Vurucu: AKP’nin yeniden iktidar olması Türk Milliyetçiliği açısından ne anlam taşır?

Yılmazer: AKP’nin tekrar iktidar olması Türk milliyetçileri açısından fazla bir önem taşımaz. Savunma sanayiinde yaptıkları sevindirir. Bölücü teröristlere karşı yapılan mücadele mutlu eder. Türk Devletleri ile kurduğu ilişki güçlendirir. 

Bir de kabul ediniz veya etmeyiniz, açılım gibi çok tehlikeli yolu bile deneyebilen bir zihniyeti bugünkü duruma getiren lider ve partisini de bir kenara koymak kuru bir partizanlık olur.

 

Vurucu: Önümüzdeki yıllarda siyasetin şekillenmesinde Milliyetçilik nasıl bir rol oynar? 

Yılmazer: Bu sorunun en makul ve mantıklı cevabı devletine milletine yön verebilme yeteneğine sahip Türk milliyetçiliğinin yeni nesillerde toparlanmasıdır. 50 yaş üzeri milliyetçilerle olacak iş değildir. Çünkü onlar fazlaca politize olmuş ve duygularını akıllarının önüne almış görünmektedirler. Ayrıca benim de içinde olduğum bu grup tecrübelidirler ama tecrübelerini değerlendirmek yerine duygularıyla “bana bu neden yapıldı?” sorusunun cevabı içinde bocalamaktadırlar. Bu bocalamayı bırakırlarsa kardeşlerine önemli yol göstericilik yapabilirler.

Öyleyse Milliyetçiler toplanmalı ve ortak hareket edecek akıl ve bilince ulaşmalıdır. En önemlisi bir çatı altında buluşmaları hizmetin şahanesidir.

Dünü hatırlayanlar veya okuyup öğrenenler bilirler ki dünlerde AP (Adalet Partisi) içinde, YTP ( Yeni Türkiye Partisi), MP (Millet Partisi), CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) gibi partilerin içinde milliyetçiler var, şunlar şunlar milliyetçi diye sayı ile ifade edilirdi. Ama dağınık milliyetçilerin milliyetçiliğe fazla hizmeti olmazdı. Şahıslara yardımlar yapabilirler, ülke lehine veya milliyetçilikle ilgili herhangi bir gelişmeye katkı sağlayamazlardı.

Öyleyse genç nesiller milliyetçiliğin anlamını dünya görüşünü, neler yapabileceğini nereerde eksik olduklarını öğrenip bilinçlenerek bir araya gelmelidirler. Donanımlı, hazırlıklı grup yaraya ilaç olacak gruptur.

Şirin Payzın 6 Ocak 2023 günü Halktv’de ki programında “Milliyetçilik nedir? Ne değildir?” konusu işlenen bir program yaptı. Birkaç saat sürdü. Konuşmalar arasında söylenenlere göre eski ülkücülerden de vardı. Tartışmalar oldu. Bu programın özetini İleri safhada solcu Gün Zileli 15 Ocak 2023 günkü yazısına konu yaptı. Benimde katıldığım tespitleri şunlar oldu: “ Uzun yıllardır görülmeyen bir olay gerçekleşti…. Milliyetçiler milliyetçilik tanımını öyle genişlettiler ki, sayelerinde ben dâhil, orada bulunan herkes “milliyetçi” edilmiş oldu” diyor ve devam ediyor. “Memleketi düşünen herkes milliyetçiymiş, milliyetçilik herkesi sevmekmiş”. 

Doğrudur milliyetçi insanlığa, vatana, millete, inancına zarar vermeyen herkesi sever. Yine doğru söylemişler memleketinin milletinin iyiliğini, güzelliğini düşünen çalışan insan milliyetçidir. Fikir doğru anlatımda sorun olursa yanlış anlamalar, hele yanlış anlamaya meyilli insanlar bunu tutup parçalara ayırır ve propagandasını yapar.

Böyle anlaşılmalarının nedeni önce insanlarımızın kendine güvenini kaybettiğini, tepki görmekten çekinip daha ılımlı tanımlara yönelmeleridir. Bir başka yorumlaması da savunacağı fikrin bilgisine yeterince sahip olunmadığıdır.

 Mustafa Kemal Atatürk sağlam ve sağlıklı bir Türk milliyetçisiydi. Bunu da döneminde yaptığı ve hâlâ izleri devam eden uygulamalarında görülür. Osmanlının yıkılışı kargaşasında yabancılar İstanbul’un adını Konstantinepol, Konstantiniyye diyorlardı. Dışardan gelen mektup ve telgraftaki adresler hep bu çizgide gidiyordu. 

Bunun üzerine Atatürk İstanbul adının kullanılması için 28 Mart 1920’ ye kadar süre verdi ve bu tarihten sonra İstanbul ismi kullanılmazsa gönderilerin iade edileceğini bildirdi.

Bu tarihten sonra yurt dışından gelen gönderiler Atatürk’ün arzuladığı şekle dönüştü.     Milli olmak, milli olmanın gereklerini içselleştirmek gerekir. Milliyetçiler birliği sağlarsa ve donanımlarını yeterli hale getirirse önümüzdeki yıllarda çok önemli gelişmeler olur.

 

Vurucu: Fuat Bey, “Bozkurtların Zorlu Mücadelesi” isimli fikri bir eser yayımladınız. Bu eseri yazmadaki amacınız nedir? Ülkücü bir aydın olarak Ülkücülerin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Yılmazer: Türk milletinin yarınlarda ki umut ışıklarından biri Sosyolog İkbal Vurucu kardeşimin son sorusu da diğer soruları gibi anlamlı. Dünle bağlantılı, bugünlerin üzerinden geçip geleceğe iz bırakmak adına yol takip ediyor.

Evet, bir süre önce “Bozkurtların Zorlu Mücadelesi” adında bir kitabım yayınlandı. Bu kitabı yayınlamakta ki sebeplerimden biri 1969 yılında katıldığım Ülkücülük- Ülkücü Türk Milliyetçiliği harekâtının 1980 yılına kadar olan süresinde ki olanları bildiklerimin, okuduklarımın kâğıt üzerine düşmesini sağlamaktı.  Ülkücülerden bazıları da aynı yolu denediler, iyi de yaptılar. Amacım o dönem içinde hizmetlerimi anlatmak değil. Ama anlatılan konuları desteklemek adına başımdan geçen birkaç örneğini yazmak zorunda kaldım. 

Şimdi iki sorunuzu da birleştirerek cevaplayacağım. Esas yazma amacım Ülkücü harekâtın içinde bulunduğu acı durumu tespit içindi. Kitabı yazdığım dönemde çok üzüldüğün acı bir görüntü vardı. Şimdi daha acı veren, karmaşık ve şaşkınlık var. Dağınıklık o kadar meşrulaştırıldı ki, Dikkat edin bugünlerde çok farklı yerlerden, bende dün ülkücü harekette şu görevdeydim diye kendinin gelmediği, getirildiği mevkileri öne çıkaran kişiler var. 

            Neden bu durumdayız? 

Bu duruma nasıl gelindi? 

Sorumlusu kim? 

Sorumlusu gösterilen kişi ve gruplar mı, yoksa hepimizde sorumluluğun payı  var mı? 

1980 öncesinde arkadaşına sıkılan kurşuna karşı kendini siper eden ülkücülerin daha sonra “ben”, sadece “ben” deyişlerinin sebeplerini araştırılması gerekir. Bozkurtların Zorlu Mücadelesi adlı kitabımda tespitlerimi yapmaya, sorunu ortaya koymaya çalıştım ama kendimi de tatmin edecek bir sonuca erişemedim. 

Zaten sosyal olaylarda araştırma sonuca ermez, karşına çıkan yeni bir safha, yeni bir araştırmayı gerektirir. O nedenle “Bozkurtların Zorlu Mücadelesi” adlı kitabıma yeni olay, bilgi ve belgelerle destekleyen yeni bir kitap için hazırlık yapmaktayım. 

Yaklaşık üç yıldır Ülkücü hareket ve ülkücülerin genel durumları ile ilgili notlar alıyorum, belgeler araştırıyorum. Hayatlarını ve dönemlerini anlatan bazı ülkücülerin hatıralarını anlatan kitaplarını da mümkün olduğu kadar aldım. Yararlanacaklardan kitaplardan yaralanmaya çalışacağım. Bayağı bir doküman biriktirdim. Tabi konu ile ilgili İkbal Vurucu’nun kitaplarda yararlanacağım kaynaklar içinde.

Öyleyse cevabımı toparlayıp özetleyeyim. Michael Billing’ in, Banal Milliyetçilik adlı eserinde ki şu cümlesini unutmam. “Milliyetçilik kriz dönemlerinde ya da belirli aralıklarla tekrarlanan anma ve törenlerde ortaya çıkan ve kendisine ihtiyaç duyulması halinde tekrar kullanılmak üzere çekmeceye konulan bir araç değildir. Milliyetçilik gücünü, bu anlık patlamalardan değil; gündelik hayata sirayetinden alır.” Der. Doğrudur. Olaylar karşısısnda verilen tepki değildir. Olayların durumuna göre yeşeren bir duyguda değildir. Milliyetçilik kimliktir, kimliğe sahip çıkmaktır. Mensubu olduğu kimliğin arı, duru ve yüce olmasını sağlamak için çalışmaktır.

Ülkücülükte; kimliğine, sahip olduğumuz, o kimliğe sahibiyetten de onur duyduğumuz Türkün, Türklüğün yücelmesi, yükselmesi, Turan ve Kızıl Elma hedefine ve bu yolda her türlü fedakârlığa katlanma ideali, olduğuna göre…

Şaban Ali Düzgün Hocada “Var Oluş sancısı” adlı eserinde şu görüşü ileri sürer. “Her insan yücelme potansiyelini içinde taşır. Yeter ki kendini sıradanlıktan kurtaracak bir davayı omuzlasın. Hiç şüphesiz ki insanı yüceltecek bu dava, insanlık davasıdır. Dünyanın her yerinde yuvalanan kötülükleri temizleme, açlığın ve esaretin belini kırma, hakkın, hakkaniyetin, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün herkes için bir anlam ifade ettiği dünyayı var etme davasıdır. Kısaca insanlık onuru davasıdır.” Der.

Bu düşünce Türk’ün, Türk Milliyetçilerinin, ülkücülerin ideali değil mi? Aynısı. 

Adalet dağıtmak, eşitlik, hürriyet, düşkünlere yardım etme, zararlıları bertaraf etme, milletini en kısa zamanda en kısa yoldan en iyi yerlere taşımak ülkücülerin hedefi. Bu ülkünün insanları ülkücüler davayı omuzladılar. Her insan da olan yücelme potansileyle beraber, bir insanın yapmakta zorlanacağı çok fedakârlığı ve hizmeti yaptılar. Biraz rahat ortak oluşunca da dünyanın geçinme, evlenme, çocuk, aile mesuliyeti gerçekleri reel olarak karşılarına gelince bocaladılar.

Konuşmalarımda, sohbetlerimde bir örnek veririm. Ülkücüler vatanlarına âşıktır ve serdengeçtidir. Bu duygulardan dolayı da hepsi generaldir. Okumuşu, okumamışı, mevki sahibi veya mevki sahibi olmayan, bilinçlisi bilinçsizi, Başkanı sade üyesi hepsi de generaldir. Ara rütbe yoktur. Orada da şu hatayı yaparız. Ülkücüleri ortaya çıkaran, o fikri, inancı yerleştiren, bir emri ile milyonları harekete geçiren liderleri Alparslan Türkeş’ in rütbesi Albaydır. İşte bu felsefenin ülkücüler özümsenmesi ve kabul edilmesi lazım.

Bunun farkında olmadığımız için birbirimiz dinlemeyiz. Çünkü ben ondan daha iyi bilirim mantığı kabullerin başındadır. Generaldir, kurmaydır velhasıl bilmeyeceğimiz çok fazla bir şey yoktur. Bu ve buna benzer nedenlerle ülkücüler kendi aralarında “Ben” ci dirler. Ben… Ben… Ben…

Bu duygularla dolu olan kişilerin birbirini suçlaması zor değildir. Ülkücüler dakiktir, atiktir, sabırsızdır ani tepki veririler ama soyunun karakteri onlarda da yaşar. Çabuk sakinleşir vicdanları harekete geçer. Lakin bu durum, davranışlar, su içtiği bardağı yere çarpıp kıran, sonra da krılan bardağın işe yarayacağını düşündüğü yerden su içmeye çalışanların durumu gibidir.

Bir yerde okumuştum. “Müslümanlar inandıkları Allah’a güvenmedikleri için yaratılan kullardan aracı bulmaya çalışırlar” diye. Bunu ülkücülere de uygulayabiliriz. Ülkücüler kendilerine ve fikirlerine ve inançlarına güvenmiyor gibiler.

Cevabı fazla uzatmak istemiyorum. Hazırladığım yeni kitabın konularına taciz olur düşüncesindeyim.

İnşallah sonumuz iyi olacak. Hiç inanmadığım politikacıların söylediği “İYİ” olacak gibi değil mutlaka iyi olacak.

İNANIYORUM.

Vurucu: Bu güzel sohbet için teşekkür ederim Fuat Bey. Bitirirken son bir kez söylemek istediğiniz var mı?

Sorular Milliyetçiliğin özü ve bugünkü durumunun değerlendirilmesinden ziyade son seçimle ilgili görüşlerin tespiti için yapılmış. Ama ben önemsediği konuda düşüncelerimi açıklamadan geçemeyeceğim.

Önce milliyetçiliğin bilimsel tabanlı olduğunu kabul ederek başlayalım. Aslında tartışılması gereken ana konu milliyetçiliğin ve milliyetçilerin bu günkü durumudur. Yani milliyetçiliğin derunisi üzerinde kafa yormak gerekir. 

Bir de soruda ki eksikliği söylemeden geçemeyeceğim. Milliyetçilik deniyor! Ama hangi milliyetçilik? 

Bu bugünkü yönetimin sadece millet demesi gibi olmuş. “Türk milleti”, “Türk Milliyetçiliği” veya hangi millet ve milliyetçilikten söz edilecekse o.

Ortada önemli bir tehlike görüyorum. Şöyle ki; bilinçli veya bilinçsiz olarak milliyetçilik kelimesinin içi boşaltılmaya çalışılıyor. Bir nebzede başarılı olunmuş gibi.  Burada gerçek veya gerçek gibi görünen hatanın tespit edilip, doğruyu bulup o tarafa yönlendirmektir.

Dogmatik düşünceye sahip milliyetçilerin farklı anlamlar kazandırmaya çalıştığı bir milliyetçilik çizgisinde tartışmalar yaşanıyor. Bulunduğu konum, zaman ve yer anlamıyla kişiler her şeye yeni ve ilme uygun olmayan tarifler getiriyor.

Duygusal ve geleneksel milliyetçilik hâkim, akli milliyetçiliği veya rasyonel milliyetçilik duygusal milliyetçiliğin gerisinde kalmış durumda. İşte asıl tartışılması ve çözüm aranması gereken soru budur. Duygusal milliyetçilik mi? Akli (rasyonel) milliyetçilik mi?

Bugün zemini ve şartları iyi kullanan insanların çektiği zemin, duygusal milliyetçilik zeminidir. Milliyetçiliğin kişinin bulunduğu yere göre tariflenmesinin, milliyetçiyim diyenlerin bireylerin paramparça olmasının altında yatan da budur. Türk Milliyetçileri mitoz bölünmeye uğramışlar gibi, her siyasi partinin kapısında Türk Milliyetçisi olarak isimlendirilenleri bulmak mümkündür.

Türk Milliyetçilerinden evinde kendi isteği veya iradesi dışında kopan, veya koparılan bireyler birilerinden hınç alırcasına ve yeni merhaba dediği kişi ve gruplara kendini sevdirmek için, yeni beraber olduğu grup liderinin aklından bile geçmeyen, geçse de kabul etmeyeceği sıfatı, yani “Bozkurt K…, Bozkurt T….” hiç tereddüt etmeden söyleyerek, hatta bu konuda daha ileri gidip onların daha iyi duymaları için yüksek sesle ve bağırarak söyleyen milliyetçiler var.

İşin bir başka cephesi Sosyal medyadır. Sosyal medyada dün bu vatan için omuz omuza savaşan, canını arkadaşının canına siper edecek kadar yakın olanlar, bugün bu kargaşada dağılmış yeni yol bulmaya çalışan, bugünkü  karamsarlıkları nedeniyle dünkü önemli hizmetlerin çoğunu kendilerinin yaptığını söyleyen dostlarla dolu. 

Haksızlar mı? Hayır. 

Lakin bu anlatımları, bu dağınık düşünceleri şaşkınlık içinde yol bulmak istemenin göstergesidir. Eğer bu düşünceye sahip olanlar haklı olsaydı, dünlerde yirmili yaşlarda kurşun yiyerek hareket kabiliyetini çok büyük ölçüde kayıp eden Muharrem Şemsek ağabeyle, Yozgatlı rahmetli olan Ali Türkmen den de yüksek frekansta ses çıkması gerekirdi. Bu ve benzer durumda olan çok Türk Milliyetçisi var ama bunlar ilk anda hatırladıklarım.

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım eksili, artılı gelişmeler, örneklemeler duygusal milliyetçiliğin çok güçlü şekilde kabul gördüğünün bir kanıtıdır. Yine duygusal milliyetçiliğin, geleneksel milliyetçiliğin etkisini çok fazla gördüğüm, iradesiyle veya iradesi dışında ayrıldığı eski partisinin Genel Başkanına kızanları organize ederek o lidere rakip olacak siyasi oluşum yaptıranları da görmek, mümkündür.

Türk Milliyetçileri şaşkınlık döneminden geçmektedir. Duyguları ileri safhadadır. Bu hatalı gidişe dur demek için, milliyetçi düşüncenin dejenerasyona uğrama tehlikesinin başladığı yerde akli, rasyonel milliyetçiliği geçerli olacak duruma getirerek milliyetçiliği ve milliyetçileri yanlıştan döndürmek önemli görevdir.

Bu büyük sorunun etkisini zayıflatmak gerekir. Sevgi duygusunu yitirmiş milliyetçileri, dün omuz omuza mücadele verdiği arkadaşına bugün kalbini kıracak şekilde hakaret eden duygusal milliyetçilerin, birleştirici, bütünleştirici, sevgi çemberinde tutabilecek güce sahip akli milliyetçiliğe yönlendirilmeleri önemli görev yapmaktır.

Tabanı ve temeli olmayan, hiçbir anlam ifade etmeyen, içi boş vatan, millet, parti, ihanet etti, onun amcası ülkücüydü, Bunun babaannesi ülkücülere yemek vermişti gibi ucube tespitlerle milliyetçi tasniflememek gerekir. 

Milliyetçi birey olarak eğitimde, kültürde, savunma sanayiinde, kısaca yarınki Türkiye’mize neler iyi olur diye düşünüp planlayıp ve gerçekleştirmek, ayakları yere basan rasyonel milliyetçiliğin ön plana alınması ama duygusal milliyetçilikle desteklenmesi doğruluğu ve başarıyı getirebilir.

Selam ve saygılar.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen