Üniversite diploması hâlâ altın bilezik mi?

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Doç. Dr. Ünay Tamgaç TEZCAN

Kolunda altın bilezik

Yüksekokul mezunları arzı hızla artarken ekonominin aynı hızda yüksek vasıflı işgücü talebi yaratamadığını belirten Doç.Dr. Ünay Tamgaç Tezcan, “altın bilezik” olarak belirtilen üniversite diplomasının durumunu değerlendirdi.

Her öğrenci için yeni okul yılı ayı bir heyecan demek; ancak üniversiteye adım atanlar için daha başka bir heyecan. Nitekim üniversiteye başlamak, bir genç için hem önündeki 4 yılı, hem de hayatının yönünü büyük ölçüde belirleyen yolculuğa bir adım. Bu yıl da yaklaşık 665 bin genç bu yolculuğun heyecanını yaşıyor. En büyük hedefleri de yolculuk sonunda üniversite diplomasını ellerine almak.

Eskilerin tabiriyle “altın bileziği” kollarına takmak.

Peki eskiden “altın bilezik” olarak adlandırılan üniversite diploması hala altın değerinde mi? Yoksa altının ayarı mı düştü?

OKULLAŞMA

Son 20 yılda eğitim alanında büyük aşama kaydedildi. Ortalama eğitim süresi 2011’de 7,3 iken, 9,5 yıla çıktı. 15 yaş üzerinde okuma yazma bilmeyen oranı 2008’de %9,9’dan %2,4’e düştü.

Okullaşma ve eğitim seviyesindeki artış her kademede belirgin. Ancak yükseköğretimde daha da öne çıkıyor. Brüt okullaşma oranı 80’lerde %10, 90’larda %20 civarındayken, 2000’de %27,8’e, 2023–24’te %102,3’e yükseldi. 18–22 yaş grubundaki net oran da 2000’de %12,3’ten %42,7’ye çıktı.

2024 itibariyle 25 yaş ve üzeri nüfusta yükseköğretim ve üzeri mezunu sayısı 15 milyona yaklaştı. 2008’de 3,8 milyondu. Böylece 15 yılda üniversite mezunu sayısı yaklaşık 4 kat arttı. 25 yaş üzeri nüfus ise 1,24 kat artmış. Dolayısıyla nüfus içinde üniversite mezunlarının oranı belirgin biçimde arttı: 2008’de 25 yaş üstünde %9,8 iken şu an %25,3. 25-34 yaş grubundaki artış daha da çarpıcı: 2008’de %13,5 iken, 2024 yılında %44,9’a yükseldi. Yani artık gençlerin neredeyse yarısı üniversite mezunu!

Uluslararası karşılaştırma yapacak olursak, 2022 yılına göre OECD ortalaması %47,4. Türkiye, kısa sürede OECD içinde en hızlı yükseköğretimleşmeyi yaşadı. OECD 2024 Eğitim Raporunda da Türkiye’deki bu ilerleme vurgulanıyor. Rapora göre, lise altı eğitim düzeyine sahip genç yetişkinlerin oranı her ülkede azalırken, en hızlı düşüş Türkiye, Kosta Rika, Meksika ve Portekiz’de oldu.

Ayrıca 2020 yılından itibaren üniversite ve üzeri mezun sayısı, lise ve dengi okul mezun sayısını geçti. Burada 1980’ler sonrası önem kazanan, 2005’ten itibaren de aktif olarak uygulamaya konulan “her ilde bir üniversite” politikalarının payı büyük. 2000 yılında 20’si vakıf olmak üzere 71 yükseköğretim kurumu varken, günümüzde ise 79’u vakıf 208’e çıktı.

Eğitimde, özellikle yükseköğretimdeki bu ilerleme sevindirici. Ancak şu soru da akla geliyor:

Bu artış ekonomiye ve mezunlara beklenen getiriyi sağladı mı?

Mezunlar açısından bakıldığında, üniversite diploması için harcanan zaman ve emeğin maliyetini, yıllar içindeki ücret farkıyla karşılaştırmak gerekir. Ancak böyle ayrıntılı hesaba girmeden, yalnızca üniversite ve lise mezunları arasındaki ücret farkından, aradaki makasın üniversite mezunları aleyhine daraldığını görüyoruz.

2008 yılında bir üniversite mezununun geliri, lise altı bir çalışanın 2,16 katıyken 2023’te 1,8 kata geriledi (2013’te 2,4 kata çıkmıştı). Lise mezununun ise %29 üzerinde (TÜİK). Özellikle 2013’ten sonra üniversite mezunlarının ortalama gelirinde belirgin bir gerileme var. Yani mezunlar açısından da üniversite diplomasının parasal getirisi düşüyor.
Aslında bu düşüş, iktisadi açıdan şaşırtıcı değil. Nitekim nasıl ki arzı artan bir ürünün fiyatı düşer, üniversite mezunlarının sayısı arttıkça onların da değeri -yani kazandıkları ücretler- azalıyor.

ÜNİVERSİTELİ VE İŞSİZ

Yine iktisadi öngörülerle tutarlı, ancak mezunlar açısından hoş olmayan bir başka tablo da işsizlikte görülüyor.

TÜİK verilerine göre, üniversite mezunlarında işsizlik oranı son birkaç çeyrektir düşüyor ve 2. çeyrekte %8 gibi düşük bir oranda gerçekleşti.

Ancak işsizler içinde sayı olarak ilk sırada yer alan lise altı eğitimlilerden sonra ikinci grup üniversiteliler. Tüm işsizlerin %37,7’si lise altı eğitimliyken %29,7’si de yüksekokul mezunu. Yani neredeyse her üç işsizden biri üniversite mezunu. İşsiz kadınların ise %41’i yüksekokul mezunu.

Bir de NENİ “ne eğitimde ne istihdamda” gençlerimiz var. 2000’lerde %40’lardan %20’lere inse de, 15–34 yaş arası gençlerin hâlâ %27’si (11,9 milyon kişi) bu grupta. OECD ortalaması %14 ve 2020’de bizi geçen Kolombiya’dan sonra en yüksek oran bizde. Düşündüren bir başka konu da NENİ oranının üniversitelilerde yüksek olması. Okur-yazar olmayanlarda oran %69,4 ile en yüksekken, yüksekokul mezunları %28 ile ikinci sırada. Lise altı eğitimlilerde ise %18.

Bu durum yeni mezunların işe başlama ücretlerine de yansıyor.

Özellikle 2018 sonrası tüm ücretlerin asgari ücrete yakınsamasıyla yüksekokul mezunu gençlerin de asgari ücret düzeyinden işe başladığını görüyoruz.

DİPLOMA ALTIN BİLEZİK Mİ, DEĞİL Mİ?

Üniversite mezunlarındaki işsizlik artışı da ücret düşüşü gibi iktisat teorisi açısından pek şaşırtıcı değil. 2000’li yıllarda nüfusta görece az olan üniversite mezunlarının sayısının artması, onları az bulunur bir kaynak olmaktan çıkardı. Bu yüzden hem daha az kazanıyor hem de iş bulmakta eskiye kıyasla daha çok zorlanıyorlar.

Oysa geçmişte üniversite diploması yüksek maaşın yanı sıra, iş garantisi demekti. Nüfusun küçük bir kısmını oluşturan üniversiteliler mezuniyet sonrası kolayca iş buluyor, “altın bilezik” sözü de buradan doğuyordu. Bugün artık böyle bir garanti yok.

O HALDE BU DURUM KAÇINILMAZ MI?

Benzer tabloyu gelişmiş ülkelerde görmüyoruz; hatta tam tersi. ABD’de, üniversite ile lise mezunları arasındaki ücret farkı artmaya devam ediyor. Bugün lisans mezunları haftada 1.533, liseliler 946 dolar kazanıyor. (BLS) Yani üniversite diploması ortalama %60 daha fazla kazandırıyor.

Ülkeler arası farklar olsa da, OECD genelinde de yükseköğrenim mezunları lise mezunlarından ortalama %56 daha fazla kazanıyor. Üniversite diploması hem iş bulmada hem ücrette belirgin avantaj sağlıyor. 25–34 yaş grubunda istihdam oranı lise altı eğitimlilerde %61, lise mezunlarında %79, üniversite mezunlarında ise %87. Yaşam boyu kazanca bakıldığında, yükseköğrenimin getirisi OECD içinde en düşük ülke Türkiye. Satın alma gücü paritesine göre ayarlandığında yükseköğrenimin ortalama getirisi 411 bin dolarken Türkiye’de 159 bin dolar.

Peki, benzer durum neden Türkiye’de işlemiyor?

Burada da arz talep dengesinin talep kısmına bakmak gerekiyor ve karşımıza ünlü “yapısal” sorunlardan biri çıkıyor: mevcut üretim yapısıyla yükseköğretim mezunlarına istihdam yaratamıyor, onların eğitimleriyle orantılı katma değer yaratacak sektörleri geliştiremiyoruz. Arz artarken üniversite mezunları için yeterli talebi yaratamıyoruz.

Oysa gelişmiş ülkelerde üniversitelilere olan talep sürüyor. ABD gibi gelişmiş ekonomiler katma değeri yüksek finans, teknoloji, sağlık gibi bilgi yoğun sektörlere dayanıyor. Bu alanlarda verimlilik yüksek eğitimle doğrudan ilişkili. Üniversite eğitimi de, işgücü piyasasında değer gören özel bilgi ve beceriler kazandırarak yüksek verimlilik ve gelir potansiyeli sağlıyor. Bu yüzden, bu ülkelerde mezun oranı artsa da diplomanın değeri düşmüyor.

Ancak Türkiye’de bilişsel becerilere önem veren — özellikle teknoloji temelli — üretim ve ihracat yapan sektörlerin payı küçük. Ekonomimizin büyük kısmı hâlâ düşük ve orta verimlilikte. İmalatta yüksek teknoloji ürünlerinin payı %4–5 civarında kalıyor. Hizmetler içinde öne çıkan turizm, perakende ve inşaat gibi alanlar da üniversite diplomasına yüksek prim vermiyor. Dolayısıyla Türkiye’de lise ve altı mezunlar hala istihdamın çoğunu oluşturuyor. Birçok sektörde de (inşaat, düşük teknoloji imalat, hizmetler) üniversite diploması gerekmiyor.

Yüksekokul mezunlarının becerilerini kullanabilecekleri iş alanlarının sınırlı olması, çoğunun vasıfsız işlerde istihdam edilmesine yol açıyor. Mezunların önemli bir kısmı düşük ücretli çalışmak zorunda kalıyor ya da işgücü piyasasından çekilerek “NENİ” konumuna düşüyor. Gençlerin büyük bölümü ise hizmet sektöründe istihdam ediliyor.

Oysa gelişmiş ülkelerdeki üretim yapısı üniversite mezunlarını iş kollarına çekiyor. Bu mezunlar da çalıştıkları şirketlerde verimlilik artışı sağlayarak ekonomik büyümeye katkıda bulunuyor.

Türkiye ise Ar-Ge, inovasyon ve verimlilikte yapısal tıkanıklık yaşıyor. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde üniversite diploması doğrudan talep gören bir beceri göstergesi olurken, Türkiye’de ekonominin yapısı mezunlara aynı ölçüde değer yaratamıyor.

Özetle, yüksekokul mezunları arzı hızla artarken ekonomi aynı hızda yüksek vasıflı işgücü talebi yaratamadı.

Üstelik bu tabloya yüksek bir maliyet ödeyerek geldik. Nitekim üniversite eğitimi liseye göre ortalama 2,4 kat daha maliyetli. 2022’de yükseköğretim öğrencisi başına 3.563 dolar (yaklaşık 148 bin TL) harcanırken, ortaöğretimde bu rakam 1.500 dolar (yaklaşık 62,5 bin TL).

Bu yüksek maliyete ve gençlerin 4 yıl eğitimde harcadıkları zamana rağmen, beklenen getiriyi alamadığımız aşikâr. Bu da bize meselenin sayıyla değil, nitelikle ilgili olduğunu gösteriyor. Uluslararası sıralamalar okullaşmadaki başarıyı, kalitede yakalayamadığımıza işaret ediyor.

Dünya üniversite sıralamalarında yerimiz parlak değil: bazı listelerde ilk 500’de üniversitemiz yok; bazılarında ise az sayıda ve alt sıralardayız. Üstelik Türkiye’nin en iyi üniversiteleri de son yıllarda basamak kaybediyor. Üniversite sıralamalarında ABD başı çekerken, artık yalnızca Batılı değil gelişmekte olan ülkeler de öne çıkıyor. Çin, Güney Kore, Hindistan, Suudi Arabistan, Tayvan çok sayıda üniversitesiyle hızla yükseliyor.

Eğitimin kalitesinde görülen bu düşüş de şaşırtıcı değil. Çünkü öğrenci başına yapılan harcamalar 2011’den bu yana geriliyor ve en belirgin düşüş yükseköğretimde. 2011’de yükseköğretim öğrencisi başına maliyet 5.686 dolarken, 2022’de 3.563 dolara gerilemiş.

Türkiye, OECD içinde Peru ve Meksika ile eğitime en az harcama yapan ülkelerden. İlkokuldan üniversiteye bir öğrencinin yıllık ortalama maliyeti, satın alma gücü paritesine göre 5.300 dolar; OECD ortalaması ise 15.000 dolar. Öğrenci başına eğitim harcamaları kişi başına GSYH’nin ortalama %25,3’üne denk gelirken, Türkiye’de bu oran %13,6. Üstelik bu açıdan Meksika ve Peru’nun da gerisindeyiz. Ortalama geliri bizden düşük olan Çin’de oran %22,4. Ayrıca 2015–2022 arasında OECD genelinde öğrenci başına eğitim kurumları harcamaları ortalama %11,9 artarken, yalnızca Meksika, Letonya ve Türkiye’de azaldı; bizdeki düşüş %9.

SORUNUN TEMELİ VE ÇÖZÜMÜ İÇİN DE İKTİSAT

Yüksek maliyetine rağmen üniversiteliler arasındaki işsizlik, düşen ücretler ve mavi yaka açığını birlikte değerlendirdiğimizde, ortada bir planlama ve verimlilik sorunu olduğu açık.

Türkiye, mevcut durumunda ihtiyaçtan fazla üniversite mezunu veriyor ve bu işgücüne istihdam yaratamıyor. Bir yandan düşen eğitim kalitesi, yetersiz eğitim bütçesi ve yüksek katma değer yaratamayan üretim yapımız var. Bu tablo bizi şu sonuca götürüyor: mezunlar için “altın bileziğin” ayarı düşerken toplumsal kaynaklar da verimsiz kullanılıyor.

Sorunun kaynağını iktisat gösteriyor; çözümü de yine başta verimlilik artışı ve kaynakların etkin planlaması olmak üzere iktisatla mümkün.

Ancak kısa vadeli değil, uzun soluklu bir plan ve programla.

———————————–

Kaynak:

https://www.karar.com/gorusler/kolunda-altin-bilezik-2001762

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen