Mustafa ERGÜN[1]
ÖZET
Neolitik devrimde ilk ani değişim insanın kendisine yiyecek sağlanmasını kontrol etmesidir. İnsanoğlu yenilebilir otlar, kökler ve ağaçların seçilmesiyle ağaç dikmeye, yetiştirmeye ve iyileştirmeye başlamıştır. Ve yemleme karşılığı belirli hayvan türlerini ehlîleştirmiş ve sıkıca kendisine bağlamıştır. Nick Brooks; Uygarlık, insanlığa karmaşık ve “KENTLİ” toplumlar içinde bir yaşam için tercih yapabilmesine olanak sağlayan elverişli bir çevrenin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Tersine, bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur. Uygarlığın aşamalar: Toplayıcılık; Avcılık; Tarım. Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır: Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası); Zengin su kaynakları; Tarım; Metaller. Doğadaki “Evrim Yasası” gereğince, yalnızca “Değişen Koşullara ve Çevreye Uyum Sağlama” yeteneğine sahip olanlar ayakta kalmıştır. Yerküremiz son dört yüz bin yılda dört Buzul Çağına girmiştir. Sun Buzul Çağı 12-120 bin arasında olmuştur. Dünya sıcaklıkları çoğunlukla 0°C altındadır. Buzul arası çağlar çok kısadır. Son Buzul Maksimumu 20 bin yıl öncedir ve dünya nüfusu yalnızca yaklaşık olarak 5 milyon civarındadır. Günümüzden 15 bin yıl önce Kuzey Kutbunu çevreleyen buzul göllerini tutan setleri çok büyük bir meteor çarpması sonucu yıkılmış ve Hazar-Aral bölgesi (Dünyanın en büyük kapalı havzası) taşkın sorunu ile karşı karşıya kalmıştır (Hazar Taşkınları). Dünya’nın en büyük kapalı iç havzası olan Hazar-Aral havzası bu felaketle beraber Dünya’nın ilk uygarlığını yaratmış ve burada yayılan Aryanlar Uygarlığı gittikleri yerlere taşımışlardı.
Anahtar Kelimeler: Hazar-Aral Bölgesi, Hazar Taşkınları, Neolitik, Aryanlar
THE BIRTH AND SPREAD OF CIVILIZATION
ABSTRACT
The first abrupt change in the Neolithic revolution was man’s control over the provision of food. Mankind began to plant, cultivate and heal trees by choosing edible herbs, roots and trees. And in return for feeding, he domesticated certain species of animals and bound them firmly to himself. Nick Brooks; Civilization did not emerge as the product of a favorable environment that allowed humanity to make choices for a life in complex and “urban” societies. On the contrary, what we consider “CIVILIZATION” today is largely the result of an accidental and unplanned adaptation to a climate change of catastrophic proportions. Stages of civilization: Foraging; Hunting; Agriculture. For the development of civilization in a region, the following phenomena depend on the coexistence: Favorable climatic zones (between 35º-40° N latitudes); Rich water resources; Agriculture; Metals. In accordance with the “Law of Evolution” in nature, only those who have the ability to “adapt to changing conditions and the environment” have survived. Our planet has entered four Ice Ages in the last four hundred thousand years. The Last Ice Age was between 12-120 thousand years ago. Earth temperatures are mostly below 0°C. The interglacial ages are very short. The last Glacial Maximum was 20,000 years ago, and the world’s population is only about 5 million. 15,000 years ago, the embankments holding the glacial lakes surrounding the North Pole were destroyed by a very large meteorite impact and the Caspian-Aral region (the world’s largest closed basin) faced the flood problem. The Caspian-Aral basin, the largest closed inner basin in the world, created the world’s first civilization with this disaster, and the Aryans who were spread around from here carried the civilization wherever they went.
Keywords: Hazar-Aral Region, Caspian Floods, Neolithics, Aryans
GİRİŞ
Dünyanın gerçek tarihi Sümerlerin yazıyı bulmaları (3.500 MÖ) ile başlamaktadır. Onun için, bundan önceki tüm süreç ÖNTARİH (PREHISTORY) olarak bilinir. Arkeolojinin ilk günlerinde, eski yerleşim yerleri ve mezarlarda yapılan kazılar tarihi belgelerde şu anda bilinenleri göstermek amacıyla kullanılmıştır (Renfrew, 2008). “Ön Tarih” kavramı on dokuzuncu yüzyılda bilimsel düşüncedeki hızlı gelişim ile ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi jeolojideki gelişmeydi. Günümüzde devam eden olguların geçmiş değişimleri açıklayan, Hutton, Lyell ve Prestwich’in jeolojisinin altında yatan ilkeler ile yaşayan dünya ve gelişmeleri bağlayan Darwin’in “Doğal Seçim Yoluyla Türlerin Kaynağı” üzerine yeni kapılar açmıştır. Açıklamanın görüntüsündeki tekdüzelik ilkesi, Hutton ve Lyell tarafından yerkürenin jeolojik tabakalamasında olduğu gibi şimdi yaşayan dünyaya da uygulanabilinir.
Evrensel uygulamada en güçlünün ayakta kaldığı yaşam formlarının doğal seçimi olarak adlandırılan biyolojik mekanizmasının Darwin’in önermesi, aynı zamanda insan türlerine de bu mekanizmanın uygulamasını sağlamıştır. Bu fikirlerde, bizim kendi türümüz olan Homo sapiens’ın doğmasının yollarını ve işlevlerini belgeleyen antropologlara ve arkeologlara davetiye çıkarmıştır.
1936 yılında, Childe (1936)’ın yazdığı “İnsanın Kendisini Yapması” (Man Makes Himself) arkeolojik verilerin ortaya çıkardığı tarihin yeni düşünce biçimine yol açmıştır. Neolitik devrimde bu gibi ilk ani değişim insanın kendisine yiyecek sağlanmasını kontrol etmesidir. İnsanoğlu yenilebilir otlar, kökler ve ağaçların seçilmesiyle ağaç dikmeye, yetiştirmeye ve iyileştirmeye başlamıştır. Ve yemleme karşılığı belirli hayvan türlerini ehlîleştirmiş ve sıkıca kendisine bağlamıştır.
Nick Brooks; Uygarlık, insanlığa karmaşık ve “KENTLİ” toplumlar içinde bir yaşam için tercih yapabilmesine olanak sağlayan elverişli bir çevrenin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Tersine, bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur. Toynbee; “Uygarlıkların gelişmesinde rol oynayan temel etmenin, bir toplumun karşılaştığı sorunlara verdiği YANIT, daha doğrusu, ortaya çıkan sorunla ona verilen karşılık arasındaki diyalektik ilişki olduğunu” ileri sürer.
Uygarlığın aşamalar:
- Toplayıcılık;
- Avcılık;
- Tarım:
Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır:
- Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası);
- Zengin su kaynakları;
- Tarım;
- Metaller:
Doğadaki “Evrim Yasası” gereğince, yalnızca “Değişen Koşullara ve Çevreye Uyum Sağlama” yeteneğine sahip olanlar ayakta kalmıştır. Toynbee; “Uygarlıkların gelişmesinde rol oynayan temel etmenin, bir toplumun karşılaştığı sorunlara verdiği yanıt, daha doğrusu, ortaya çıkan sorunla ona verilen karşılık arasındaki diyalektik ilişki olduğunu” ileri sürer (Hegelyen felsefesi).
UYGUN İKLİM KUŞAKLARI
Yerkürenin dönenceler ile kutup daireleri arasında kalan orta bölümü ise ılıman bir iklime, mevsimlik yağışlara ve dört mevsime sahiptir. Karaların denizlere ve büyük göllere yakınlığı, okyanuslardaki büyük su akıntıları ve atmosferik hareketler, bölgenin iklimi üzerinde ikinci derecede önemli etki yapmaktadır. Örneğin, Kuzey Atlantik Sıcak Su Akıntısı (Gulf Stream) Batı Avrupa ve İskandinavya ülkelerini, bulundukları coğrafi enlem derecelerine göre daha ılıman bir iklime sahip kılmaktadır.
Evenin işleyişini anlatan şu genel kuralı hatırlayalım:
(DOĞA SIÇRAMALAR YAPMAZ)
Ve şu temel varsayıma göre:
UYGARLIK COĞRAFYA VE İKLİM DEĞİŞİMLERİNE BAĞLIDIR
(MİLANKOVİÇ SÜREÇLERİ)
Güneş enerjisinin tüm yönlere Güneş’ten eşit olarak aktığı düşünülür. Bu astronomik değişimler Yerkürenin güneş radyasyonunu düzenler ve Yerkürenin iklimindeki uzun-dönemli periyodik değişimler sonuçlanır. Yerkürenin dönme ve yörünge parametrelerinde iklimsel etkileri Milankoviç iklimsel değişimleri olarak bilinen 21 bin yıl, 41 bin yıl, 100 bin yıl ve 400 bin yıllık dönemsellikleri ile tanımlanmıştır. Son 400 bin yılda, Dünya dört buzul çağı geçirmiştir (Şekil 1). Buzulların büyüdüğü soğuk dönemlerde sıcak iklim isteyen canlılar hayatta kalabilmek için, güneye doğru Hazar-Aral denizi ile Ceyhun Irmağı bölgesine, Anadolu yarımadasına ve Güneydoğu Asya’ya doğru kaymışlardır.
Son 400 bin yılda dünyamız dört defa buzul çağına girip-çıkmıştır. Buzul arası çağlar çok kısa olmuştur. Daha önceki buzul ve buzul arası çağlarda görülmeyen ve bundan 15 bin yıl önce Hazar-Aral kapalı havzasının kuzeydeki buzul kütlesine çok büyük bir meteorun çarpması sonucu Hazar Taşkınları (Tufan) dünya uygarlığını değiştirmiştir. Yoksa daha önceki buzul çağlarında olduğu gibi hiçbir uygarlık yaratmamış olacaklardı.
Gelecek İklim Değişimi (Milankoviç Süreçleri):
- Son Buzul Çağı yaklaşık 120.000 yıl önce başlamış ve 12.000 yıl önce sona ermiştir.
- Doğal senaryoların çoğunluğu 10 bin yıl daha sürecek buzul arası devrini işaret etmektedir.
- Öte yandan, gelecek iklim değişikliğinin genliği ve daha az ölçekli olarak zamanlaması, CO2 senaryolarına yani buz tabakalarının erimesine bağlıdır.
Yerküremiz son dört yüz bin yılda dört Buzul Çağına girmiştir. Sun Buzul Çağı 12-120 bin arasında olmuştur. Dünya sıcaklıkları çoğunlukla 0°C altındadır. Buzul arası çağlar çok kısadır. Son Buzul Maksimumu 20 bin yıl öncedir ve dünya nüfusu yalnızca yaklaşık 5 milyondur.
Günümüzden 15 bin yıl önce Kuzey Kutbunu çevreleyen buzul göllerini tutan setleri çok büyük bir meteor çarpması sonucu yıkılmış ve Hazar-Aral bölgesi (Dünyanın en büyük kapalı havzası) taşkın sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Son Buzul Maksimumu (LGM) zamanında (20 bin yıl öncesi), Avrasya’nın büyük bölümü 40-45° K enlemlerinden sonrası buzul katmanları ile kaplanmıştı. Bunun yanında 30-35° K enlemlerinin güneyinde ise genel olarak hiçbir bitki örtüsü olmayan sert Kurak/Yarı Kurak iklim koşulları vardı (Şekil 2). Canlı türlerin buzul çağı süreçlerinde yaşamlarını devam ettirebilmek için Ilıman Kuşaklara (30-35° K Enlemleri) kaymışlardır. Bu arada bu türlerin bir kısmı yeni yaşam ortamlarında kalmışlardır. Bu nedenle Anadolu ve Ceyhun’da bazı kuzeyli ve hem de güneyli türler mevcuttur. Bu bölgelerde (pek çoğu endemik olan) çok fazla bitki türü bulunmaktadır.
Dünya’nın çöllerinin çoğunluğu Son Buzul Maksimumu zamanında Turan, Kuzey İran-Afganistan ve İç Anadolu -Konya ovası- hariç genişlemiştir. Son Buzul çağı süresince dünyadaki su genel olarak 40-45° enlemlerinin kuzeyinde tutulmasından dolayı okyanuslardaki deniz seviyesi -130 m’lerde idi. Bu devirde genel olarak 30-35° enlemlerinin güneyinden ekvatora kadar olan bölge yağış olmamasından dolayı (buzul çağları, dünyamızda kurak çağlardır) çok kurak ve çöllerle kaplıdır. Buzul çağlarında yaşama uygun bölgeler ekvator civarında dar bir alanda ve genel olarak 35-40° enlemleri arasındaki kuşakta var olabilmektedir. Buzul çağı sırasında, Güney Hazar Denizi yaşam koşullarının en uygun olduğu bir bölgede yer almaktadır (Ergün, 2016 ve 2021).
Hazar Denizi taşkınların merkezi ve ilişkili olayların (deniz-seviye yükselimi, kıyısal değişimler ve kıyısal düz alanları su basması) paleocoğrafya için çok hassas bir göstergesidir. Bu havzadaki su miktarı aşırı bir şekilde artmış ve bu arada da fazla su ise Karadeniz’e akmıştır. Taşkın sırasında, Hazar Denizi yaklaşık bir milyon km2‘ye (günümüzde 371.000 km2) ve eğer Aral-Sarıkamış havzası da eklendiğinde 1,1 milyon km2‘ye ulaşmıştır. Karadeniz-Hazar Taşkınlarını yansıtan jeolojik, litolojik, paleontolojik ve jeomorfolojik bulguları Chepalyga (2007) tartışmıştır. Bu taşkın olayları (Günümüzden 17 ila 10 bin yıl önce) kıyısal düzlükler (denizel yükselimler), ırmak vadilerine (aşırı arası taşkınlar), ırmak boşalım alanları (buzul gölleri; termokarst) ve yamaçlarda üzerine izlerini bırakmıştır. Bu Khavalyan Yükselimi olarak bilinmektedir (Şekil 3). Chepalyga (2007) her biri 2000 yıl süren ırmak vadilerinde tanımlanan üç büyük aşırı taşkın dalgalarını içeren ve gruplandırılan 10 salınım (her birisi 500-600 yıl süreli) taşkın tarihi olarak tanımlamıştır.
Bu çekilme kıta üzerindeki temel su dengesi sonucu oluşmuştur. Arktik Okyanusa tatlı su akımını azaltmış, Aral, Hazar, Karadeniz ve Baltık Denizi’ne tatlı su akımını aşırı bir şekilde arttırmıştır. Bunun sonucu olarak, yön değiştiren ırmakların tortul toplanma alanı olan Aral ve Hazar Denizleri (bu arada Türkçe ’de “Aral Denizi”; “Adalar Denizi” demektir) üzerinden Doğu Sibirya’da başlayıp Akdeniz’de sona eren dünyanın en uzun ırmağı oluşmuştur (Şekil 4; Huggett, 2003).
Son buzullaşmadan sonra 15 bin yıl geçmiş olmasına karşın, değişim bir kuşakta bile oldukça hissedilen sürekli kıyı çizgisinin geri çekilmesi ve kaybedilen kara parçaları olarak algılanmaktadır. Bu konular Karadeniz, Hazar Denizi ve Marmara Denizi gibi kıta içi denizlerde daha fazla tahrip edicidirler. Çünkü açık denizlere göre buralarda deniz seviye değişimleri daha fazladır. Hem otlaklardaki karasal hayvan varlığı ve bataklıklar, deltalar ve sulak alanlardaki kaynakların kıyısal düzlüklerdeki verimliliği göz önüne alındığında, bu gibi alanların sürekli kaybedilişi bu bölgede Geç Paleolitik ve Mezolitik dönemlerde yaşamın şanssız durumu olmalıydı.
Biz iklimi ve paleocoğrafyayı buzul çağı süresince (120 ila 12 bin yıl öncesi) beraberce düşünmeliyiz. Buzul çağlarında bütün suların kutuplarda tutulmasından dolayı deniz seviyeleri yaklaşık 120/130 m aşağılarda bulunmaktaydı ve bu dönemler hemen hemen hiç yağmurun olmadığı kuru zamanlardır. Onun için, dünyanın büyük bölümü, 35/40° enlemlerinden ekvatora kadar kurak-yarı kurak bölgelerdi. Yaşam alanları işte bu 35/40° enlemlerindeki bölgelerde devam etmiştir (Chepalyga, 2007). Güney Hazar ve çevresi, insanoğlu için belki de en uygun kuşaklardı (Neandertal halkı yaklaşık 30 bin yıl öncesi buzul çağının çok sert iklim koşulları nedeniyle yok olmuşlardı). Aynı zamanda Buzul çağında Konya Gölü (Orta Türkiye) ve Kavir Gölü (Kuzey İran) yaşam alanı için uygun yerlerdi, çünkü güneydeki çöl bölgelerine göre tatlı su bakımından zengindi.
Hazar Denizi ve Ceyhun Irmağı havzasını etkiyen temel etmenler:
- Su seviyesi 15 bin yıl öncesi aniden (-150 metreden +50 metreye) çıkması (Su seviyesi günümüzde -28 metredir) çıkmıştır.
- Buzul Çağı bittikten sonra kuzeyden gelen su miktarı azalmıştır.
- Hazar Denizi’nin her 500-600 yılda su seviyesi alçalıp-yükselmiştir.
- Daha sonra Aral Denizi, Pamirlerde çıkan Ceyhun Irmağı ve kuzeyindeki Seyhun Irmağı tarafında beslenmiştir. Hazar Denizi ise esas olarak İdil (Volga) ırmağınca beslenmektedir.
- Buzul Çağı sona erip tarihsel dönemlere geçtiğimizde bölge kuraklaşmaya başlamış ve Karakum ile Kızılkum Çölleri oluşmuştur.
Hazar Denizi’nin her 500-600 yılda su seviyesinin alçalıp-yükselmesi (Son 15 bin yılda on kadar sayıda alçalım-yükselim olmuştur.), bu bölgede göçlere neden olmuştur. “KAVİMLER GÖÇÜ” olmasının nedeni de budur. Suların yükselmesiyle yeni yaşam alanları bulmak amacıyla insanlar başka yerlere göç etmişlerdir. Bunun yanı sıra bölgenin kuruması ve çoraklaşması da bu durumun üstüne eklenmiştir.
Önce çivi yazılı metinlerde okunan TUFAN söylentisi daha sonra da din kitaplarına geçmiştir. TUFAN olayının nerede olduğu veya olabileceği hakkında birçok varsayım yapılmıştır. Fakat bulgular, din kitaplarında yazılanların eski Sümer Gılgamış Destanı’nda verildiğine benzer şekilde olduğu saptanmıştır. Kuran’da Tufan olayına fazla yer verilmez. Nuh’un gemisinin ulaştığı Ağrı Dağı değil Cudi Dağı’dır (Cudi aslında Arapça ’da Yüksek Yer demektir) ve yalnızca Nuh’un ailesini kapsamıştır. Bu arada Hazar Denizi’ne komşu tüm Türk halklarının hepsinde taşkın ile ilgili halk destanları mevcuttur (Çığ, 2008). Zaten bu şekilde ani bir yükselim ancak ve ancak Hazar-Aral gibi bir kapalı havzada olabilir (Ergün, 2024).
Neyman (2007) tüm olasılıkları tartıştıktan sonra yalnız Hazar Denizi kutsal kitaplarda bahsedilen tanımlamaların tüm koşullara en uygun yer olduğunu kanıtlamıştır. Doğudan kalkan Nuh’un Gemisi batıya doğru gelerek dağlara yaslanmıştır demiştir. Cennet Bahçesi ise Hazar Denizinin derinliklerinde bulunduğu düşünülmektedir. 15 bin yıl önce oluşan “Hazar Taşkınları” sırasında Hazar Denizi su seviyesi -150 metrelerde idi. Buzul Çağında bu çukur alanlar (35°-40°enlemleri arası) Dünya’da en uygun yaşam alanlarıydı.
ZENGİN SU KAYNAKLARI
Yerküre’de yüksek dağlar ve platolar su kaynaklarının oluşmasında çok önemlidir. Nitekim bu bağlamda Tanrı Dağları ve Pamirler, karalardaki en büyük buzullara sahiptirler (Şekil 5). Hazar’ın batısında gelişen Harran uygarlığının oluşmasının en büyük nedeni Bingöl Dağlarından (Buzulların oluştuğu Doğu Anadolu Platosu) beslenen Fırat ve Dicle sulardır. Bu iki ırmağın taşıdığı çökeller Mezopotamya’da birikerek deltaları oluşturmuş ve Sümer Uygarlığını meydana getirmiştir. Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının deltaları da Turan Uygarlığının oluşmasını sağlamıştır. Ceyhun ve Seyhun ırmaklarının doğusundaki Tanrı Dağları ve Pamir’den beslenmektedir. Pamirler ve güneyindeki sıradağlar ise İndüs Irmağının kaynağıdır. 5-6 bin yıl önce su seviyesi günümüz seviyelerine erişince deltalar oluştuğu zamanda Mısır, Sümer, İndüs ve daha doğudaki Sarı Irmak’ta uygarlıkları gelişmeye başlamıştır. Batı Anadolu uygarlığının tetikleyicisi ise Murat Dağı’nda çıkan ırmaklar olmuştur.
TARIM
İşte ilk uygarlığın çıkış yerlerinden biri olan Harran Bölgesi’nden MÖ 10 ila 5 bin yılları arasından batıya doğru Anadolu’ya ve doğuya da Elburz dağları eteklerinden ilerlemiştir. Fakat aynı zamanda Ceyhun Irmağı boyunca Aral Denizi’ne uzanan Turan bölgesinde de uygarlık gelişmiştir. Daha sonra Afganistan ve KB Pakistan üzerinden Hindistan’a doğru ilerlemiştir (Şekil 6). Neolitik yaşam Harran’dan hem Avrasya hem de Afrika’ya yayılmıştır. Unutulmamalıdır ki, Avrasya’nın çoğu Harran’dan yayılırken tarımı benimsemiş olsa da, bazı bölgeler tarımı bağımsız olarak geliştirmiş olabilir (Sarinidini, 1994). Bununla birlikte, tarımın Sahra Altı Afrika’ya yayılması, geniş Sahra Çölü tarafından sekteye uğratılmıştır; bu bölgede, tarıma dayalı yaşam sadece MÖ son iki bin yılda ortaya çıktı. Amerika’da ise, Neolitik yaşam ilk olarak Orta Amerika ve Peru’da ancak MÖ 2000 yılında ortaya çıkmıştır. Böylece, Yeni Dünya genelinde Neolitik yaşamın yükselişi (Sahra Altı Afrika’da olduğu gibi) MÖ son iki bin yıl içine sıkıştırılmıştır.
Dünyanın bazı bölgeleri tamamen tarımdan geçmiştir. Bu bölgelerde iki alternatif geçim yönteminden biri izlenmiştir. İlk alternatif, toplayıcı-avcı yaşamına süresiz olarak devam etmekti. Bu yolu Avustralya, Sibirya’nın çoğu, Amerika’nın çoğu (uzak kuzey ve güney) ve Sahra Altı Afrika’nın bazı bölgeleri izledi. Avcı-toplayıcı toplumlar modern çağda çoğunlukla yok olmuş olsalar da, birkaç küçük nüfus hayatta kalmıştır; belki de en ünlüsü Sahra Altı Afrika’nın San halkı ve Amazon yağmur ormanlarının kabileleridir.
İkinci alternatif göçebe sürü hayatıydı. Göçebe sürüleme kurak bölgeler için çok uygundur Yağışların ot için yeterli olduğu ancak verimli tarım için çok az olduğu; tipik sürü hayvanları koyun, keçi, sığır, at, deve (İslam dünyasında) ve ren geyiğidir (Sibirya’da). Göçebe sürüleme özellikle Bozkır’da (Ukrayna’dan Moğolistan’a uzanan doğu-batı otlak şeridi) başarılı oldu. Toplayıcı-avcı yaşamı gibi, göçebe sürücülük de çoğunlukla (ancak tamamen değil) modern çağ tarafından yerinden edilmiştir.
Yukarıda açıklandığı gibi, Neolitik çağ Avrasya’da başka bir yerden çok daha erken elde edildi. Neolitik yaşam kentleşmenin en önemli ön koşulu olduğundan, Avrasya dünyanın geri kalanından binlerce yıl önce şehirlerin yükselişini yaşadı. Sonuç olarak, Avrasya, mevcut dört küresel uygarlığı da kapsayacak şekilde dünya uygarlıklarının çoğuna yol açmıştır: Batı, Ortadoğu, Güney Asya ve Doğu Asya (Şekil 5).
Uygarlığın tetikleyicisi ise BUĞDAY olmuştur. Buğday, taşıdığı hem protein ve hem de karbonhidrat nedeniyle çok önemli bir gıdadır. Beyni geliştiren gıda proteindir. Bu da en fazla buğday ve hayvansal gıdalarda mevcuttur. Türk halkı için buğday çok kutsaldır. Buğday ile ilgili Türkçe’mizde şöyle bir özdeyiş vardır:
Buğday ile koyun, gerisi oyun…
Harran’da 12.200 yıl önce üretimi başlayan buğday 10.200 yıl önce Konya (İç Anadolu)’ya ulaşmıştır. Daha sonra 8.200 yıl önce Trakya’ya ulaşmıştır. Bu dönemde boğazlar henüz su altında kalmamışlardır. Buradan da Batı Avrupa’ya ulaşması 1.000 yıllık bir süre almıştır. Bu arada insanlar Lübnan Dağları ve Zağros Dağları silsilesini takip ederek iklimin de ılımanlaşmasıyla güneye doğru ilerlemişlerdir (Şekil 6). Bu arada belki de bağımsız olarak 9-10.000 yıl önce buğday üretimi Türkmenistan’da başlamıştır.
İnsanlık tarihinde Neolitik dönem buzul çağının 12 bin yıl önce sona ermesiyle başlamış ve tarımın gelişmesiyle olgunlaşmıştır. Uzakdoğu’da (Çin) uygarlık pirinç üretimi ile 9 bin yıl önce başlamıştır (Harran’dan 3 bin yıl sonra). Amerika’da ise esas üretim mısır ve patates olmuştur ve en fazla 6 bin yıl öncesine kadar gitmektedir. Pirinç, mısır ve patateste protein az fakat şeker fazladır.
METALLER
İnsan uygarlığındaki metal çağları yaklaşık 8000 yıl önce başladı ve bu süre zarfında insanlık bakır, kalay, bronz ve demir gibi malzemeler için metalürji sanatını kullanmayı ve ilerletmeyi öğrendi. Tarihsel olarak, genellikle kronolojik olarak ayrılmış olsa da, dünya üç büyük metal çağı gördü: bakır/kalkolitik çağ, bronz çağı ve demir çağı. Bu metalleri eritme ve şekillendirme sürecinin keşfi, uygarlıkların ilerlemesi üzerinde, öncelikle sırasıyla üç olgu: kültür, ticaret ve fetih yoluyla önemli sonuçlar doğurdu. Çağları birbirinden ayıran neydi? Sağladıkları önemli yeteneklerden bazıları nelerdi? O çağların karanlık taraflarından bazıları nelerdi? O çağlarda ne tür uygarlıklar gelişti ve nasıl sona erdi? Cevaplar geleceğe ışık tutabilir mi? Ve bu dersler yeni ulus devlet kavramlarımız bağlamında nasıl yorumlanabilir? Bunlardan bazıları üzerinde düşünmek, yeni bir metal çağına girdiğimiz göz önüne alındığında özellikle önemli hale geliyor – Lityum çağı. Bu birbirine bağlı ama birbirine bağımlı dünyada, son derece gergin ulus devletlerin vatandaşları için kaynaklar için rekabet ettiği bu metalin ve güç merkezinin hareketine katkısının gelecek nesiller için dramatik sonuçları olacaktır. Eğer tarih herhangi bir iç görü sağlayacaksa, bugünün ve henüz gelmemiş olanların derslerine dikkatle dikkat edilmelidir.
Toplumsal maddi ilerleme, insanların teknolojik yeniliklerin yardımıyla üretkenliklerini ve verimliliklerini artırma yeteneklerine dayanmaktadır. Tarih boyunca metal, uygarlıkların ilerlemesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bronz Çağı’ndan Sanayi Devrimi’ne kadar toplumlar, rekabet avantajı elde etmek için metalin gücünden yararlandılar. Bu yazıda, uygarlığın refah ve egemenlik elde etmek için metali nasıl kullandıklarını keşfedeceğiz.
Metalin keşfi, toplumların işleyişinde devrim yarattı. Dayanıklılığı ve çok yönlülüğü ile metal, uygarlıkların gelişmiş araçlar, silahlar ve altyapı geliştirmesine izin veren değerli bir kaynak haline geldi. Yükselen anıtların inşasından karmaşık mücevherlerin yaratılmasına kadar metal, güç ve saygınlık sembolü haline geldi.
Uygarlıklar büyüdükçe, metale olan talepleri de arttı. Bu, farklı bölgeler eksik oldukları metalleri elde etmeye çalıştıkları için karmaşık ticaret ağlarının kurulmasına yol açtı. Metal madenciliği, eritme ve dövme yeteneği değerli bir beceri haline geldi ve çok aranan uzman ustaların ortaya çıkmasına neden oldu. Metal sadece bir hayatta kalma aracı değil, aynı zamanda ekonomik büyüme ve kültürel değişim için bir katalizör haline geldi (Ergün, 2024).
Metalin eski uygarlıklardaki rolü göz ardı edilemez. İnsanlar metali keşfettiği andan itibaren, toplumlarda devrim yaratan ve onları güç ve etkiye doğru iten bir oyun değiştirici haline geldi. Metalin ilk uygarlıklar tarafından güç kazanmak ve kaderlerini şekillendirmek için nasıl kullanıldığını inceleyelim.
Bakır: İlk Metal
Bakırın keşfi, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Uygarlıklar tarafından kullanılan ilk metaldi ve dövüle bilirliği ve iletkenliği onu paha biçilmez kılıyordu. Bakır başlangıçta alet ve silah oluşturmak için kullanıldı ve erken uygarlıklara avcılık ve savaşta avantaj sağladı. Üstün araçlar üretme yeteneği ile rakiplerine hükmedebildiler ve egemenliklerini ortaya koyabildiler.
Bronz: Bir Süper Metalin Yükselişi
Bronzun keşfi büyük bir teknolojik sıçramayı beraberinde getirdi. Bakırı kalay ile birleştirerek, medeniyetler daha güçlü ve daha dayanıklı bir metal yaratmayı başardılar. Bronz, zırh, silah ve aletler için tercih edilen metal haline geldi ve medeniyetlere savaşta benzeri görülmemiş bir avantaj sağladı. Bronz eserler üretme yeteneği, bir güç ve etki ölçüsü haline geldi ve bu değerli kaynak etrafında toplanan uzman ustaların ve ticaret ağlarının yükselişine yol açtı. Mezopotamya’da olmadığına göre o devirde Kalay bu bölgeden batıya götürülmüştür. Bakır madeni İran ve kuzeydeki Bingöl Dağlarından elde edilmiştir (Ergün, 2024). Güneybatı Asya’nın Tunç Çağı MÖ 3000-1000 civarıdır. Tarım gibi, tunç teknolojisi de Güneybatı Asya’dan her yöne yayıldı ve Anakara Avrasya’nın (İngiltere’den Çin’e) tüm doğu-batı açıklarını kapsaması yaklaşık bin yıl sürdü. Böylece MÖ 2000 yılında Avrasya’nın büyük bölümü bronz çağına geçiş yapmış oldu (Şekil 7). Tunç Çağı Kuzey Afrika’ya da yayılırken, Sahra Çölü tarafından durduruldu.
Demir: İmparatorlukları Şekillendiren Metal
Demirin tanıtılması insanlık tarihinde bir dönüm noktası oldu. Demir sadece bronzdan daha güçlü değil, aynı zamanda daha boldu, bu da onu daha geniş bir medeniyet yelpazesine erişilebilir kıldı. Demirin aletlerde, silahlarda ve altyapıda yaygın kullanımı toplumları dönüştürdü ve onları yeni güç seviyelerine taşıdı. Demir, imparatorlukların genişlemesinde çok önemli bir rol oynadı, yeni bölgeleri fethetmelerini ve rakip medeniyetler üzerinde egemenliklerini kurmalarını sağladı.
Demir Çağının MÖ 1000 sürecinde Altaylardaki meteor demirini toplayarak başlamıştır. Bu olayı Murad Adji (2019) şöyle tanımlamaktadır: Doğu’nun tarihine bakıldığında, Türklerde dini geleneklerin MÖ 5. yüzyıla doğru şeklini bulduğu görülür, başlangıcı ise yüzyılların derinliklerinde kaybolmaktadır. İnancın doğuş nedeni üzerine yapılabilecek en yakın tahmin, Altay halkının yaşamını değiştiren madencilikle ilgili olabilir. Eski bir destan bu olayı, Altay halkına Gök Tanrı’yı anlatan ve onlara demir cevherini işlemeyi öğreten Gezer Han öyküsüne bağlar. Yeni Tanrı ve yeni element ilişkisi aşikârdır. Altaylının bilincinde onlar her zaman tek ve ayrılmaz bir bütün olarak kalmıştır.
Demiri boşuna “göksel metal”, “göklerin armağanı” olarak adlandırmıyorlar Altay halkının destansı şaheserlerinde. Bu isimde, göktaşını bulan insanı saran coşku ve hayranlık ifadesi vardır, çünkü göktaşları gökyüzünden gelen habercilerdir ve saf halde doğada bulunmadığı bilinen demiri eski insanlara armağan ettiler. Demir göktaşlarından elde edilmiştir. En eski aletler olarak bilinen bıçak ve hançerler bunlardan yapılmıştır.
Çin kaynakları (Taiping Huanyu Ji) kadim Altay’la ilgili olarak şunları bildiriyor:
“Onların topraklarında altın, demir, kalay çıkıyor; devletleri [de] göksel yağmurun demirine sahip, onu bıçak ve kılıç yapmak için topluyorlar, [o] bildiğimiz demirden farklı. Bir zamanlar oradan gelen bir yabancıya sordular [cevherin nasıl çıkarıldığını], cevap vermedi, sakladı. Sadece, ‘demir çok sağlam ve keskin, çok üstün ve ustalıklı işçilik gerektirir. Çünkü onların toprağında demir var. Ağaçlar fırtınalı yağmurdan donunca ortaya çıkıyor [demir]. Belli bir süre geçince, toprak onu yine içine çekiyor. Bu yüzden [o] seçmeli ve meşakkatli bir iş. Her seferinde, gökten yağmur yağınca insanlar [bu demiri] toplarlar, kuşkusuz başarısızlıklar ve ölümler de olur. Nedeni tam olarak bilinmez’ dedi.”
Göklerde birçok değerli maden yataklarının sahibi Tanrı, insanlara cevheri eritip, demir elde etme yeteneği bağışladı. Altay halkı da ona ibadet etmeye başladı. Felsefe bu anlayış zemininde bina oldu, toplumla birlikte gelişip bir dünya görüşü doğurdu ve zamanla olgunlaşıp yeni yaşamın ahlaki temel değerlerini oluşturarak din haline geldi. Kafkasya, Küçük Asya gibi diğer kadim madencilik merkezleri de bilimin bilgisi içeriğindedir, ancak oralarda Altay’dakine benzer bir inanç sisteminin izlerine rastlanmaz ve bu mümkün de değildir. Neden mi? Oralarda teknoloji farklıydı, metal az ve düşük kaliteliydi; bu yüzden demir çok rastlanmayan, pahalı ve altından değerli bir madde halinde kalarak insanların yaşam tarzına fazla etki edemedi.
Dünya uygarlık tarihinde önemli yer tutan Tunç Çağı (MÖ 3000) ve Demir Çağı (MÖ 1000) Turan Bölgesinde başlamıştır. Demiri Avrupa’ya İskitler taşımıştır. Ancak atın evcilleştirilmesi ulaşım, haberleşme ve savaş yöntemlerini tamamen değiştirmiştir. Günümüzde Afganistan ve Türkistan bozkırlarında ve Gobi çölünde yaşayan ve az sayıda kalan çift hörgüçlü vahşi develer MÖ 3000‘lü yıllardan beri evcilleştirilmeye başlanmıştır. Bir Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesi hiç dinlenmeden 50 km yol gidebilir, 250 kg yük taşıyabilir, susuzluğa, soğuya ve sıcaklığa dayanıklıdır. Doğuda Semerkant civarında çıkan KALAY ile Anadolu’da çıkan BAKIR’ın birleşmesini sağlayan Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) Devesi ve Atlarla (MÖ 3500’ler) sağlanmıştır. Bu iki hayvanda Turan bölgesinde evcilleştirilmiştir (Ergün, 2024). İşte bu Ticaret Yolu’nun adı UYGARLIK YOLU olarak adlandırılmıştı. İPEK YOLU kavramı çok yalın kalmaktadır.
UYGARLIĞIN YAYILIMI
Gerçekte insanoğlu 7 milyon yıldır bu gezegende var olmuştur. Bu süre boyunca Milankoviç süreçleri iklim değişimleri nedeniyle birçok buzul devirleri oluşturmuşlardır. Buzul çağlarında, dünyanın büyük bölümleri yaşanamaz ve sert iklim koşullarına sahipti. Kuzey bölgeleri buzul ve tundralar ile kaplıydı. Bunun yanı sıra dünyanın geri kalan bölümü çöllerle kaplıydı, kuru ve soğuk bir iklime sahipti. Çöl ile buzul/tundra sınırı coğrafyanın topoğrafik koşullarına bağlı olarak 35º-40° K enlemleri arasındaydı. Bu kuşak buzul çağlarında yaşama en uygun koşullara sahipti. Ayrıca yaşam, çok bir dar alana sıkışmış olan ekvator kuşağında da vardı. Fakat iklimin hep aynı olması insanlığın uygarlığının gelişmesine fazla bir katkısı olmamıştır.
Doğadaki “Evrim Yasası” gereğince, yalnızca “Değişen Koşullara ve Çevreye Uyum Sağlama” yeteneğine sahip olanlar ayakta kalabilmişlerdir. Buzul arası çağlarda ekvator kuşağını terk etmiş insanlar yalnızca dar 35º-40° K enlemleri arası kuşakta var olabilmişlerdir. Ekvatorda hem buzul ve hem de buzul arası dönemlerde yaşam devam etmesine rağmen insanoğlu bu ekvatoral bölgelerde ileri bir uygarlık yaratamamıştır. Fakat Buzul/Tundra ve Çöl sınırında çok zor yaşam koşullarında uygarlık hemen Buzul Çağının sonunda uygun yerlerde gelişmeye başlamıştır. Zor iklim koşulları insanları daha yaratıcı yapmaktadır ve uygarlıkta bu şekilde ortaya çıkmaktadır.
Hazar Denizi’nin çevresinin paleocoğrafyasını, iklim değişimleri ile çevresel koşullar nedeniyle özel konumunu iyi anlamalıyız. Tetis Okyanusun kapanmasıyla onun arkasında ve üzerinde yer alan Alp-Himalayan Orojenik kuşak uygarlık tarihi için çok önemlidir. Kuzeyde Karadeniz ve Güney Hazar Denizi eski Tetis Okyanusu kalıntılarıdır. Dolayısıyla İtalya’daki Po Ovasından Pamirlere kadar bir çöküntü alanları oluştururlar. İşte bu çöküntü kuzeydeki buzul sularını toplamaktaydı. Böyle bir coğrafya tüm Dünya’da başka hiçbir yerde bulunmuyordu.
Ari ırk kuramının kurucularından Fransız aristokratı Kont Arthur de Gobineau’ya (1816–1882) göre Arilerin anavatanı Soğdanya (Özbekistan) ve Orta Asya tüm uygarlığın beşiği. Zamanla bu görüş benimsenerek Aryanların anayurdunun Orta Asya ve Bakterya (Hazar-Turan) civarında olduğu kabulü yaygınlık kazanmıştır. Lorenzo Burge’da “Pre-Glacial Man and The Aryan Race (1887)” adlı eserinde Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıktığını ve burada büyük bir uygarlık yarattıklarını iddia etmiştir (Şekil 10). Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Alman hukukçu Rudolp von Jhering de “The Evolution of the Aryan” adlı eserinde Aryan anavatanını Orta Asya/Baktrerya (Hazar-Turan) olarak kabul etmiştir. Aryan kuramcılarına göre Ariler bütün diğer halklardan üstün, sakin ve sağlam karakterli, sürekli çabalayan, düşünsel açıdan parlak, uzun boylu, açık tenli sarışın bir ırktılar. Orta Asya’dan dünyaya yayılan Arilerin diğer halkları kolayca yönetimleri altına almaları bu şekilde açıklanmıştır. Ari sözcüğü Türkçe ve Sümerce Ara (İyi, saf) sözcüğünden türemedir.
Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıkmış ve burada büyük bir uygarlık yaratmışlardır. Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Bu bölgede Dünya’ya yayılan insanlar belleklerinde bu felaketin (TUFAN) anılarını taşımışlardır. Buzul Çağı’nın sona ermeye başlamasıyla aryanlar Orta Asya’dan Uygarlığı (BİLGİ) yaymışlardır (Şekil 11). BİLGİ insanın doğasıyla eşdeğer bir kavramdır. Bilgi yok olmaz fakat bir yerde doğanın yarattığı nedenlerle gerilerken buradan göç eden insanlar onu yeni gittikleri yerlere taşırlar. Gittikleri yerin yaşam biçimleri ve inançları ile yoğrularak yeni inanç düzenleri ve yaşam biçimleri oluştururlar.
Dünya’da Aryanları yayılımı:
- Hindidistan’da Kast Sistemi;
- Sümerlerde Karabaşlı Halk (Asil Başlı);
- Anadolu’da Karamanlar (Ben Asil)
- Batı Anadolu’da (Luviler; Işık Halkı);
- Avrupa’da Almanlar (Ben Yüce).
Son 15 bin yıl için Hazar Denizi bölgesindeki önemli olaylar: 15 bin yıl öncesi Khvalyan Yükselimi; 12 bin yıl öncesi buzul çağının sonu (Holosen Başlangıcı); 5-6 bin yıl öncesi günümüze yakın uygun değer deniz seviyesine ulaşım ve deltaların oluşmasına neden olmuştur (Şekil 12). Dünya uygarlıkları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
- Buzul çağından sonra: Harran (10.000 MÖ, GD Türkiye); Anau (8-9.000 MÖ, Türkmenistan): Konya (7.000 MÖ. Orta Anadolu); Filistin (7,000 BC); Mehrgarh (7.000 MÖ; Belücistan, Pakistan)
- Deltaların oluşmasından sonra: Mezopotamya (4.000 MÖ); Mısır (3.500 MÖ); Harappa (3.300 BC, Pakistan); Troya (4.000 MÖ, KB Türkiye); Mohenjo-daro (3.300 MÖ, Güney Pakistan)
Buzul çağının bitimiyle bu uygarlıklar (deltalar oluşuncaya kadar) başta Harran, Aran ve Turan olmak üzere Hazar çevresinde oluşmuştur. Erken uygarlıkların, Buzul Çağında Hazar Denizi bölgesi ile sıkı bir şekilde ilişkili olduğu bilinmektedir. Buzul çağında Toros Dağları buzdan bir duvar örmüşler ve kuzeyinde Anadolu ve tüm Avrupa’da aşırı buzul koşulları canlı yaşamına uygun yerler değildi.
Ancak atın evcilleştirilmesi ulaşım, haberleşme ve savaş yöntemlerini tamamen değiştirmiştir. Günümüzde Afganistan ve Türkistan bozkırlarında ve Gobi çölünde yaşayan ve az sayıda kalan çift hörgüçlü vahşi develer M.Ö.2500‘lü yıllardan beri evcilleştirilmeye başlanmıştır. Bir Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesi hiç dinlenmeden 50 km yol gidebilir, 250 kg yük taşıyabilir, susuzluğa, soğuya ve sıcaklığa dayanıklıdır.
Belücistan’daki Mehrgarh (MÖ 7.000), Harappa (Kuzey Penjab; MÖ 3.300) ve Mohando-jero (Sind bölgesi, Pakistan; MÖ 2.500) uygarlık merkezleri oluşmuştur. Bunlardan daha eski olanı Mehgarh Pakistan, Doğu İran ve Afganistan arasındaki dağlık bölgedir. Bu uygarlık Anau (Türkmenistan; MÖ 8-9.000) uygarlığından daha sonra oluşmuştur. Buzul çağı sonrasında dağ eteklerindeki sulak alanıdır (VAHA KURAMI). Diğer ikisi (Harappa ve Mohendo-jaro) daha yeni ve İndüs deltaları oluştuktan sonradır.
Turan bölgesinde iklim değiştikçe Hindukuş Dağlarını aşarak İndüs vadisine inmişlerdir. Önce Belücistan’ın kuzeyinde Mehrgarh (MÖ 7 binler)’ta uygarlık oluşturmuşlardır. Daha sonra da İndüs üzerinde Harappa (MÖ 5300)’ta uygarlık gelişmiştir. İndüs’ün güneyinde ise delta uygarlığı olarak Mohenjo-daro (MÖ 2500)’da uygarlık gelişmiştir.
Orta Doğu’da buzul çağı sonunda iklimin beklenmedik bir şekilde değişmesiyle, geniş alanların bitki ve hayvanların yaşamları için uygun hale gelmiş olması nedeniyle yiyecek sıkıntısı çekilmemiştir. Bu süreçte, Avrupa ve Asya’da tundra ile kaplı alanlar devamlı ormanlık (Balkan) doğal görünümü ile kaplanmıştır. Bu süreçte, kış yağmurları Toros ve Zağros Dağlarının kesişmesinde yer alan Harran bölgesinde artmıştır. Fırat ve Dicle ırmaklarının su miktarları kuzeyde yer alan Doğu Anadolu buzul örtüsünün erimesiyle (zaten Bingöl adı bu bölgede su kaynağı pınarlarının çok olması nedeniyle verilmiştir) fazlalaşmıştır. Buna göre de, zengin bir bitki örtüsü Harran’da oluşmuştur.
Batıda ise, Uygarlık Hazar Denizi çevresinden başlayarak ARAN ülkesi ve URMU’ya (Güneybatı İran; güney Azerbaycan) ulaşmıştır. ARYAN uygarlığının kökeni de büyük bir olasılıkla budur (Childe, 1926). Buradan da Toros ve Zağros Dağlarındaki geçitlerden ilerleyerek, dünyanın ilk uygarlığının (yaklaşık 12 bin yıl önce) oluştuğu Harran Ovasına ulaşılmıştır. Buzul çağı sonunda Harran bölgesi en uygun iklim koşulları ve coğrafyaya sahipti. Dünya uygarlığında asıl sıçrama, bundan 5-6 bin yıl önceki sıcak iklim koşullarında buzulların hızla erimesi ve deniz seviyesinin hızla yükselmesi sonucunda deltaların oluşmasından sonradır. Sümer uygarlığı da Turan, Aran ve Harran’dan güneye ve batıya doğru Mezopotamya’ya ilerlemiştir. Ayrıca Harran uygarlığı Torosları aşarak önce Konya Ovası’na (MÖ 8000) ve batıya doğru ilerleyerek Ege Denizi kıyısında Troya uygarlığını (MÖ 4000) meydana getirmişlerdir. Uygarlık buradan batıya Trakya’ya geçmiş ve Avrupa uygarlığının temelleri atılmıştır (Şekil 64).
Buradan da şu anlaşılmaktadır, daha önce 35º-40°K enlemlerindeki uygarlıklar, deltalar oluştuktan sonra, daha güneye 30º-45°K enlemlerine kaymıştır. Burada MISIR uygarlığı bir istisna teşkil etmektedir. Çünkü Nil Irmağı güneyden kuzeye doğrudur. Nil ekvatordaki tropik yağışlardan beslenmektedir. MISIR Uygarlığı daha gençtir (MÖ 3500) ve Hazar bölgesinden etkilendiği söylenmektedir (Petri 1920’ler). SARI IRMAK Uygarlığı doğuda kendiliğinden oluşmuştur. Uygarlık SARI IRMAK bölgesinde daha geç başlamıştır.
SONUÇLAR
Milankoviç süreçleri iklim değişimleri nedeniyle birçok buzul devirleri oluşturmuşlardır. Son 400 bin yılda dünyamız dört buzul çağı geçirmiştir. Buzul çağlarında, dünyanın büyük bölümleri yaşanamaz ve sert iklim koşullarına sahipti. Kuzey bölgeleri buzul ve tundralar ile kaplıydı. Bunun yanı sıra dünyanın geri kalan bölümü çöllerle kaplıydı, kuru ve soğuk bir iklime sahipti. Çöl ile buzul/tundra sınırı coğrafyanın topoğrafik koşullarına bağlı olarak 35º-40° K enlemleri arasındaydı. Bu kuşak buzul çağlarında yaşama en uygun koşullara sahipti. Ayrıca yaşam, çok bir dar alana sıkışmış olan ekvator kuşağında da vardı. Fakat iklimin hep aynı olması insanlığın uygarlığının gelişmesine fazla bir katkısı olmamıştır. İnsanlık tarihini değiştiren olay bundan 15 bin yıl kuzey kutup bölgesini çevreleyen buzul barajının çok büyük bir meteorun çarpması sonucu Hazar taşkınları olmuştur. Dünyanın en büyük kapalı havzasında su sevileri -150 m’den +50 m’lere yükselmiştir. Bu ani şok insanları çok etkilemiştir. Bu bölgeden kurtulmaya çalışan insan dünyanın ilk uygarlığını yaratmışlardır. Yoksa var olan “Doğa Sıçramalar Yapmaz” kuralına göre göreceli olan çok kısa Buzul arası dönemlere göre aynı şekilde yaşayıp gideceklerdi. Bu bölgeden dünyaya yayılırken de hafızalarında bu olayın (TUFAN) taşımışlardır.
Doğadaki “Evrim Yasası” gereğince, yalnızca “Değişen Koşullara ve Çevreye Uyum Sağlama” yeteneğine sahip olanlar ayakta kalabilmişlerdir. Buzul arası çağlarda ekvator kuşağını terk etmiş insanlar yalnızca dar 35º-40° K enlemleri arası kuşakta var olabilmişlerdir. Ekvatorda hem buzul ve hem de buzul arası dönemlerde yaşam devam etmesine rağmen insanoğlu bu ekvatoral bölgelerde ileri bir uygarlık yaratamamıştır. Fakat Buzul/Tundra ve Çöl sınırında çok zor yaşam koşullarında uygarlık hemen Buzul Çağının sonunda uygun yerlerde gelişmeye başlamıştır. Zor iklim koşulları insanları daha yaratıcı yapmaktadır ve uygarlıkta bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ekvator bölgelerinde insanlar Buzul Çağlarında bile yaşam ortamı bulmuşlardır fakat iklim değişimlerinin fazla olmaması nedeniyle fazla zorlanmamışlardır. Bu yüzden de günümüze kadar Avcı ve Toplayıcı seviyelerinde daha ileri bir uygarlık yaratmamışlardır.
Hazar Denizi’nin çevresinin paleocoğrafyasını, iklim değişimleri ile çevresel koşullar nedeniyle özel konumunu iyi anlamalıyız. Tetis Okyanusun kapanmasıyla onun arkasında ve üzerinde yer alan Alp-Himalayan Orojenik kuşak uygarlık tarihi için çok önemlidir. Kuzeyde Karadeniz ve Güney Hazar Denizi eski Tetis Okyanusu kalıntılarıdır. Dolayısıyla İtalya’daki Po Ovasından Pamirlere kadar bir çöküntü alanları oluştururlar. İşte bu çöküntü kuzeydeki buzul sularını toplamaktaydı. Böyle bir coğrafya tüm Dünya’da başka hiçbir yerde bulunmuyordu: Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası); Zengin su kaynakları; Tarım; Metaller. Tüm bu olgular dünyanın ilk uygarlığını Hazar havzasında olmasını sağlamıştır.
Arkeolojik kaynaklar buğday tarımının Anadolu, Azerbaycan, Türkmenistan, Batı İran ve Güney Kafkasya bölgelerinde başlamış olduğunu doğrulamaktadır. Yerleşik yaşam tarımdan önce de vardı. Türk halkı için buğday çok kutsaldır. Uygarlığı tetikleyen tahıl “Buğdaydır”. Buğday, taşıdığı hem protein ve hem de karbonhidrat nedeniyle, çok önemli bir gıdadır. Beyni geliştiren gıda proteindir. Bu da en fazla buğday ve hayvansal gıdalarda mevcuttur. 10.200 yıl önce Harran’da üretimi başlayan buğday 8.200 bin yıl önce Konya (İç Anadolu)’ya ve Trakya’ya ulaşmıştır. Bu dönemde boğazlar hala su altında kalmamışlardır. Buğday 1.000 yıl sonra da Batı Avrupa’ya erişmiştir. Bu arada Lübnan Dağları ve Zağros Dağları silsilesini takip ederek insanlar güneye doğru ilerlemişlerdir. Bu aşamada 9-10.000 yıl önce buğday üretimi Türkmenistan’da başlamıştır.
Dünya uygarlık tarihinde önemli yer tutan Tunç Çağı (MÖ 3000) ve Demir Çağı (MÖ 1000) Turan Bölgesinde başlamıştır. Demiri Avrupa’ya İskitler taşımıştır. Doğuda Semerkant civarında çıkan KALAY ile Anadolu’da çıkan BAKIR’ın birleşmesini sağlayan Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) Devesi ve Atlarla (MÖ 3500’ler) sağlanmıştır. Bu iki hayvanda Turan bölgesinde evcilleştirilmiştir. İşte bu Ticaret Yolu’nun adı UYGARLIK YOLU olarak adlandırılmıştı.
Bilgi insanın doğasıyla eşdeğer bir kavramdır. Bilgi yok olmaz fakat bir yerde doğanın yarattığı nedenlerle gerilerken buradan göç eden insanlar onu yeni gittikleri yerlere taşırlar. Gittikleri yerin yaşam biçimleri ve inançları ile yoğrularak yeni inanç düzenleri ve yaşam biçimleri oluştururlar. Avrupa-merkezli düşünce bağlamında insanlık tarihini inceleyenler, 20. yüzyılın başlarına kadar uygarlıkların başlangıcı olarak Eski Grek Uygarlığını göstermekteydiler. Bu arada Mısır’da hiyogroliflerin okunması bu uygarlığın Grek Uygarlığında daha önce olduğu ortaya çıktı. İngiltere’nin Hint Yarımadasını ele geçirdikten sonra bu yörenin inançları ve dillerini aydınlatmışlardır. Buradan da Hint-Avrupa uygarlığı diye bir kavram ortaya atmışlardır. Sümer ve Babil tabletlerinin düzenlenerek okunmaya başlamasıyla gözler Mezopotamya’ya çevrilmiştir. Artık günümüzde bütün bilim adamlarınca dünya uygarlığının beşiği denilince Mezopotamya ve özellikle Sümerler akla gelmektedir. Tüm Semavi (Mavi Gökyüzü) Dinler ’in kaynağı Sümer yazıtlarıdır. Tarih başlamaz ve bitmez. Tarih bir süreçtir onu iyi okumak gerek. Murat Adji (2019) der ki: Tarih tuvalinde yer ve zamanın izi her zaman mevcuttur. Onu fark etmek de mümkündür, fark etmemek de, ama o vardır. Bu dünyada hiçbir şey iz bırakmadan geçmez; çünkü GERÇEK ebedidir ve onu hiçbir kuvvet silemez.
Gerçek ne olursa olsun, Neolitik devrim (HOLOSEN; Son 12 bin yıl)), İnsanların avcı-toplayıcı yaşam tarzlarından vazgeçip yerleştikleri, kentlere dönüşecek köyler ve kasabalar oluşturdukları İnsanlık tarihinde derin bir dönemdi. Örgütlenmeye ilişkin sözcükler Türkçede Or/Ur kökünden gelmektedir (Orman; Ordu; Organ: Ortak; Orhan; Urbay; Urgan; Urban). . Bu sözcüğün hendek ile başlayan serüveni toplanmak bir araya gelmekten geçerek kent anlamı kazanmıştır. “Uygarlık” sözcüğü yalın kentte yaşamak olarak tanımlanabilir. Latince de URBAN sözcüğü kullanılmaktadır. Arapçada MEDENİYET ve Türkçede UYGARLK sözcüğü kullanılmaktadır. URBAN sözcüğü Türkçeden UR kökünden gelmektedir. Örneğin Ur, Uruk, Urmu, Urgenç, Urumçi, Urfa, Uru-salimin (Kudüs’ün ilk adı, Bariş Kenti), Smurna (İzmir), Urla, Ur-Atina (Platon öncesi adı).
Bu coğrafyada yaşayan insanlar kendi uygarlığına, geçmişine (Turan) ve Anadolu’nun yalnız geçiş yolu üzerinde bir köprü olmayıp bizzat kendisi UYGARLIĞIN beşiğidir (Lyonnet ve Dubova, 2021). 35-40° enlemleri kalan coğrafik kuşak insanoğlunun ilk uygarlığını yarattığı bölgedir. Son yıllardaki tarihi karmaşıklığı yumağında bu bölge hakkında objektif düşünceler üretilememiştir. Tüm dini, ırksal ve milliyetçilik akımlarından soyutlanmış bir biçimde bazı bilgilerin yeniden yorumlanması ve açıklanması gerekmektedir (Gerey, 2003). Biz kendi geçmişimizi başkalarından değil, Atatürk’ün yol gösterdiği gibi geçmişimize sahip çıkarak bütünleşik bir anlayışla (DİL VE TARİH COĞRAFYA) olgunları ile birlikte ele almalıyız. Değişmez olan Tarih, Coğrafyanın yazdığı tarihtir.
TEŞEKKÜR
Hazar coğrafyasının önemi, hem D.E.Ü. Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü ve hem de INOC (Oşinografi Merkezi) kurucusu Prof.Dr. Erol İzdar ile beraber yaptığımız tartışmalarda ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine 2014 yılından sonra INOC Merkezi sorumluğum süresinde Hazar denizi üzerine 2016 yılında Tahran (İran)’da Çalıştay ve 2018’de Bakü (Azerbaycan) Konferans düzenlenmiştir. Bu çabaların sonucunda Hazar havzasının önemi kavranmış ve kapsamlı bir kitap haline getirmenin uygun olacağı görüşüyle bu yayınlar ortaya çıkmıştır. Tarihi bana sevdiren Ortaokul Tarih öğretmenim Sayın Aydoğan Demir’e şükranlarımı ve saygılarımı sunarım. Bu konularda bana hem düzeltmelerde ve hem de içerikte çok büyük katkı yapan Prof.Dr. Coşkun Sarı’ya titizliği ve özeni için çok teşekkür ederim. Bu arada katkıları nedeniyle Prof.Dr. Musa Kazım Düzbastılar, Prof.Dr. Asaf Koçman, Prof.Dr. Faruk Çalapkulu, Prof.Dr. Hülya İnaner ve Prof.Dr. Fuzuli Yağmurlu olmak üzere diğer tüm dostlara en içten şükranlarımı sunarım.
Bu yayınların çıkmasında bana destek veren ve düzeltme ve düzenlemelerindeki emekleri için Sayın Mustafa Tezel (Kırmızılılar Yayınevi)’e teşekkür ederim.
Ayrıca fikir ve düşüncelerinden yararlandığı aşağıdaki bilim insanlarına teşekkürü bir borç bilirim: Andrey Chepalyga; Begymrat Gerey; Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı); Eberhard Zangger; Haluk Tarcan; Kazım Mirşan; Klaus Schmidt; Luckwert, W.L; Lyonnet, B. ve Dubova, N.A.; Muazzez İlmiye Çığ; Murat Adji; Pumpelly, R.; Sarianidi, V. I.; Selahi Diker; Tamara Yanina; Toynbee, A.J.; Vere Gordon Childe.
KAYNAKLAR
Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.
Chepalyga, A.L., 2007). “The late glacial great flood in the Ponto-Caspian basin”. In Yanko-Hombach, V.; Gilbert, A.S.; Panin, N.; Dolukhanov, P.M. (eds.). The Black Sea Flood Question: Changes in coastline, climate, and human settlement. Dordrecht: Springer. pp. 118−148. ISBN 9781402053023.
Childe, V.G., 1936, Man Makes Himself, The New American Library.
Childe, G., 1926. The Aryans: A Study of Indo-European Origins, Routledge, Trench, Truber.
Çığ, M.İ., 2008, Sümerlilerde Tufan-Tufanda Türkler, ; Kaynak Yayinlari (Istanbul, Turkey); pp168 (in Turkish).
Dolukhanov, P.V., Chepalyga, A.L., Lavretova, N.V., 2010, The Khvalynian transgression and the Caspian basin, Quaternary International, 225, 152-159.
Ergün, M., 2016, General tectonic/geologic framework of the Caspian Sea and its water connection with the Black Sea and Mediterranean, Proceedings of CCCS-2016, Tehran-Iran, (www.inoctr.org).
Ergün, M., 2021, Paleogeography of Caspian Sea, Water Level Fluctuations, and Consequences on the Environment and Civilization, M.Öztürk • V. Altay • R. Efe (Editors) Biodiversity, Conservation and Sustainability in Asia Volume 1: Prospects and Challenges in West Asia and Caucasus, 615-638,
Ergün, M., 2024, Nuh Tufanı Nedir, Nerede Olmuştur ve Dünya Uygarlıklarına Etkisi, Kırmızılılar Yayınevi.
Ergün, M., 2024, At ve Çift Hörgüçlü Bakteryan (Türk) Devesinin Uygarlığa Katkısı, Kırmızılılar Yayınevi.
Ergün, M., 2024, Metaller ve Uygarlık, Kırmızılılar Yayınevi.
Ergün, M., 2024, Uygarlık Yolu, Kırmızılılar Yayınevi.
Gerey, B., 2003, 5000 yıllık Sümer-Türkmen bağları, Berlin.
Grosswald, M.G., 1998, New Approach to the Ice Age Paleohydrology of Northern Eurasia, ‘Paleohydrological and Environmental Change’. Editors Benito.G and Baker., V.R. 199-214.
Lyonnet, B. and Dubova, N.A.(eds.), 2021, The World of the Oxus Civilization. Taylor&Francis, London and New York.
Mangerude, M.J. et al., 2004 ‘Ice Dammed Lakes and Rerouting of the Draining of northern Eurasia During the Last Glaciation’. Quaternary Science Review 23 1313-1332.
Neyman, G., 2007, Where Was the Flood of Noah?, Old Earth Creation Science.
Petrie, Sir William Flinders, 1924, The Caucasian Atlantis and Egypt, (Ancient Egypt, December).
Renfrew, C., 2008, Prehistory: The Making of the Human Mind, Weidenfield&Nicolson, UK
Sarianidi, V. I., 1995), Soviet excavations in bactria: The bronze age. In G. Ligabue, & S. B. Salvatori (Eds.), An ancient oasis civilization from the sands of Afghanistan. Venice: Erizzo.
[1] Prof.Dr. (E), Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü Uygulamalı Jeofizik Anabilim Dalı (E) Öğretim Üyesi