Uygarlığın Güneydoğu Anadolu’da (Harran) Gelişiminin Nedenleri (Türkçe-İngilizce)

Tam boy görmek için tıklayın.

Reasons For The Development Of Cıvılızatıon In Southeastern Anatolıa (Harran)

 

Mustafa ERGÜN[1] ve Hülya İNANER[2]

ÖZ

Neolitik devrimde ilk ani değişim insanın kendisine yiyecek sağlanmasını kontrol etmesidir. Bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur.  Uygarlığın aşamalar: Toplayıcılık; Avcılık; Tarım. Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır: Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası); Zengin su kaynakları; Tarım; Metaller. Gerçekte insanoğlu 7 milyon yıldır bu gezegende var olmuştur. Bu süre boyunca Milankoviç süreçleri iklim değişimleri nedeniyle birçok buzul devirleri oluşturmuşlardır. Buzul çağlarında, dünyanın büyük bölümleri yaşanamaz ve sert iklim koşullarına sahipti. Günümüzden 15 bin yıl önce Kuzey Kutbunu çevreleyen buzul göllerini tutan setleri çok büyük bir meteor çarpması sonucu yıkılmış ve Hazar-Aral bölgesi (Dünyanın en büyük kapalı havzası) taşkın sorunu ile karşı karşıya kalmıştır (Hazar Taşkınları). Dünya’nın en büyük kapalı iç havzası olan Hazar-Aral havzası bu felaketle beraber Dünya’nın ilk uygarlığını yaratmış ve burada yayılan Aryanlar Uygarlığı gittikleri yerlere taşımışlardır. Güneydoğu Anadolu’da birbiriyle çelişen iki morfolojik özellik bulunmaktadır: kuzeyde doğu-batı doğrultulu sıradağlar ve güneyde düz, alçak bir ova. Jeolojik olarak bunlar sırasıyla güneydoğu Anadolu Alp orojenik kuşağına ve Arap Platformu ile karşılık gelir. Su uygarlığın olmazsa olmazıdır. Yerküre ’de yüksek dağlar ve platolar su kaynaklarının oluşmasında çok önemlidir. Buzul Çağı sürecinde ve deltalar oluşuncaya kadar yeryüzünde kullanabilinir topraklar çok azdı. Bunlarda kireçtaşlarının oluşturduğu polyeler (ovalar)’dir. Kireçtaşlarındaki çatlaklar ve suyun işleviyle oluşan ovalar ilk yaşam alanları olmuştur. Harran’da Karacadağ civarında 12.200 yıl önce üretimi başlayan buğday 10.200 yıl önce Konya (İç Anadolu)’ya ulaşmıştır. Daha sonra 8.200 yıl önce Trakya’ya ulaşmıştır. Arap bloğunu hızla kuzeye itilmesi sonucu Bitlis Büklüm kuşağı oluşmaktadır. Bu bölgede bir metalojenik kuşaktır. Harran bölgesi Arap levhasının önündeki kireçtaşı platformudur. Bu bölgede Orta Geç Eosen-Oligosen yaşlı kireçtaşları hem taşocağı olarak işletilmiş, hem de sıcaktan korunma sağlanan habitat görevi yapmıştır. Nuh Tufanı ile ilişkili olarak su baskınlarından korunmak için yüksek tepeler ve dağlar Kurtuluş/Sığınma yerleri olmuştur. Tepe bir yeryüzü şeklidir. Bu tepeler Tahran’ın güneyinde ve batıya doğru da Harran bölgesinde yer almaktadır. Daha sonra oluşan delta uygarlıklarında ise Mezopotamya’da zigguratlar ve Mısır’da ise piramitleri yapmışlardır.

ANAHTAR SÖZCÜKLER:   Uygarlık; Harran, Tepe; Göbeklitepe; Buğday.

ABSTRACT

The first sudden change in the Neolithic revolution was that man controlled his own food supply. What we consider today as “CIVILIZATION” is largely the result of an accidental and unplanned adaptation to a catastrophic climate change. Stages of civilization: Gathering; Hunting; Agriculture. The development of civilization in a region depends on the presence of the following factors together: Suitable climate zones (between 35º-40° N latitude); Rich water resources; Agriculture; Metals. In fact, mankind has existed on this planet for 7 million years. During this time, the Milinkovic processes have created many ice ages due to climate changes. During the ice ages, large parts of the world were uninhabitable and had harsh climate conditions. 15 thousand years ago, the dams holding the glacial lakes surrounding the North Pole were destroyed as a result of a very large meteor impact and the Caspian-Aral region (the largest closed basin in the world) faced a flood problem (Caspian Floods). The world’s largest closed inland basin, the Caspian-Aral basin, created the world’s first civilization with this disaster, and the Aryans who spread here carried the civilization to the places they went. There are two morphological features in Southeastern Anatolia that contradict each other: east-west oriented mountain ranges in the north and a flat, low plain in the south. Geologically, these correspond to the southeastern Anatolian Alpine orogenic belt and the Arabian Platform, respectively. Water is indispensable for civilization. High mountains and plateaus on the Earth are very important in the formation of water resources. During the Ice Age and until the formation of deltas, there was very little usable land on Earth. These are the poljes (plains) formed by limestones. The cracks in the limestones and the plains formed by the function of water were the first living spaces. Wheat, which started to be produced around Karacadağ in Harran 12,200 years ago, reached Konya (Central Anatolia) 10,200 years ago. Later, it reached Thrace 8,200 years ago. As a result of the rapid northward push of the Arabian block, the Bitlis Bend Belt was formed. It is a metallogenic belt in this region. The Harran region is the limestone platform in front of the Arabian plate. In this region, the Middle Late Eocene-Oligocene limestones were both processed as quarries and served as habitats that provided protection from the heat. High hills and mountains became places of salvation/refuge in order to protect from floods related to Noah’s Flood. The hill is a landform. These hills are located in the south of Tehran and in the Harran region to the west. In the delta civilizations that formed later, they built ziggurats in Mesopotamia and pyramids in Egypt.

KEYWORDS: Civilization; Harran, Tepe; Göbeklitepe; Wheat.

GİRİŞ

Her canlının yaşamasına elverişli doğal yaşam ortamları (habitatları) vardır. Kendi yaşam ortamında canlılar çoğalırlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürerler. Canlılar, yaşam ortamındaki küçük değişimlere, bir miktar değişerek uyum sağlayabilirler. Ortamdaki büyük değişimler ise o türün azalmasına, yok olmasına veya uyum sağlayabileceği yeni ortamlara göç etmelerine sebep olmaktadır. Biz iklimsel ve çevresel değişimlere göre paleocoğrafyadaki değişimleri çok iyi anlamalıyız çünkü yaşam koşullarını denetleyen önemli etmenlerdir. Bu bağlamda önce İbni Haldun’un (Tunuslu Düşünür, 14’üncü Yüzyıl) sözüyle başlayalım:

COĞRAFYA KADERİNDİR…

Düşünürümüzün bu sözü, zaman ve mekân ötesi bir tespittir. Coğrafya gerçekten insanın kaderi midir? İnsan mıdır kendi kaderini belirleyen, yoksa yaşadığı doğduğu topraklar mı? Bu bağlamda Tarihi, Coğrafyanın belirlediği olgu içinde ele almalıyız. Canlıların yaşam ortamını belirleyen en önemli etmen iklim koşullarıdır. Bunları düşünerek MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 1936 yılında Ankara Üniversitesi’nde “DİL VE TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ”ni kurdurmuştur. Çünkü tüm bu olguların bütünleşik bir anlayışla ele alınmasını istemiştir. Yaşadığımız coğrafya (Alplerden-Altaylara) bizim kaderimizdir. Bu kader bizim için çok değerli bir hazinedir. Bu hazineye anlamak ve korumak bizim tarihi sorumluluğumuzdur.

İnsanlığın uzun geçmişinde birçok uygarlıklar ortaya çıkmış ve bir zaman sonra kaybolmuştur; kuşkusuz bunların tümü geçmişi anlamamız açısından önemlidir. Ancak bunlardan bazıları günümüze kadar gelen uygarlığın gelişim basamaklarını belirlemiş, yalnızca bulundukları bölgeyi değil, günümüzün belirlenmesinde sonuçları bakımından küresel boyutta etki yapmıştır. Bu basamakların en belirgin olanlarını “devrim” ya da “sıçrama noktaları” olarak tanımlıyoruz. Neolitik Çağ, kuşkusuz, uygarlık tarihinin geçirmiş olduğu en önemli değişimidir. Bu nedenle de “Neolitik devrim” olarak nitelendirilmiştir. Günümüzden önce 13.000 yıllarında başlayan ve 8.000 yıllarında gelişimini tamamlayarak olgunlaşan Neolitik süreç, yalnızca arkeologların, uygarlık tarihçilerinin ilgi odağı değildir. Bu süreç doğal çevre koşullarından beslenmeye, teknolojiden yaşam biçimine, insan ve çevre ilişkilerinden inanç sistemine kadar hemen hemen her alanda meydana gelen karmaşık bir ilişkiler bütünü olduğundan tüm sosyal, doğa ve fen bilim dallarının ilgi odağı haline gelmiştir.

Gerçekte insanoğlu 7 milyon yıldır bu gezegende var olmuştur. Bu süre boyunca Milankoviç süreçleri iklim değişimleri nedeniyle birçok buzul devirleri oluşturmuşlardır. Buzul çağlarında, dünyanın büyük bölümleri yaşanamaz ve sert iklim koşullarına sahipti. Kuzey bölgeleri buzul ve tundralar ile kaplıydı. Bunun yanı sıra dünyanın geri kalan bölümü çöllerle kaplıydı, kuru ve soğuk bir iklime sahipti. Çöl ile buzul/tundra sınırı coğrafyanın topoğrafik koşullarına bağlı olarak 35º-40° K enlemleri arasındaydı. Bu kuşak buzul çağlarında yaşama en uygun koşullara sahipti. Buzul arası çağlarda ekvator kuşağını terk etmiş insanlar yalnızca dar 35º-40° K enlemleri arası kuşakta var olabilmişlerdir (Şekil 1). Ekvatorda hem buzul ve hem de buzul arası dönemlerde yaşam devam etmesine rağmen insanoğlu bu ekvatoral bölgelerde ileri bir uygarlık yaratamamıştır. Fakat Buzul/Tundra ve Çöl sınırında çok zor yaşam koşullarında uygarlık hemen Buzul Çağının sonunda uygun yerlerde gelişmeye başlamıştır. Zor iklim koşulları insanları daha yaratıcı yapmaktadır ve uygarlıkta bu şekilde ortaya çıkmaktadır.

Şekil 1. Ortadoğu ve Avrasya bölgelerinin şematik gösterimi. 40°K enlemleri kuzeyi çok soğuk buzul kaplamış bölgeleridir. 35º K enlemlerinden ekvatoral kuşaklarına kadar olan bölge hemen hemen hiç yağış almayan kurak çöl koşullarındadır. Yaşam koşullarına uygun (doğal olarak jeomorfolojik koşullarında etkisini unutmamak gerekir) alan 35-40°K enlemleri arasıdır.

Anadolu çoğunlukla Asya ve Avrupa arasında bir kara köprüsü olduğu söylenir, fakat bu konumunun eşsizliğini gerektiği kadar açıklamamaktadır. Afrika’nında çok yakın olmasıyla Anadolu, üç kıtayı birleştiren kara bağlantısı ile dört denize kıyıdaştır: Hazar Denizi, Karadeniz, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz (Şekil 2). Buna benzer ayrıcalıklı jeostratejik seçkin durum dünyanın başka bir yerinde bulunmamaktadır; iklim koşullarının insan yerleşimine en uygun yer olması da bu tezi daha da sağlamlaştırmaktadır. Orta Doğu’da buzul çağı sonunda iklimin ani olarak değişmesiyle, geniş alanların bitki ve hayvanların yaşamları için uygun hale gelmiş olması nedeniyle yiyecek sıkıntısı çekilmemiştir. Soğuk iklimin en son aşamasında daha hafiflediğinde, Avrupa ve Asya’da tundra ile kaplı alanlar devamlı ormanlık (Balkan) doğal görünümü ile kaplanmıştır. Bu süreçte, kış yağmurları Toros ve Zağros Dağlarının kesişiminde yaralan Harran bölgesinde artmıştır. Fırat ve Dicle ırmaklarının su miktarları kuzeyde yer alan Doğu Anadolu buzul örtüsünün erimesiyle (zaten Bingöl adı bu bölgede su kaynağı pınarlarının çok olması nedeniyle verilmiştir) fazlalaşmıştır. Buna göre de, zengin bir bitki örtüsü Harran’da oluşmuştur (Şekil 2).

Şekil 2. Uygarlık alanı HARRAN Bölgesi.

Çıplak dağlara yaslana Urfa’nın hemen güneyinde çöller başlamaktadır (Şekil 3). Urfa, meyve ve söğüt ağaçlarıyla, kum ve kayalık çölün ortasında bir vahadır. Urfa’nın güneyinden başlayan çöl, modern sulama projeleriyle her geçen gün biraz daha yeşillense de -anlatılanlar, günümüzde artık öyle olmasa da- kentin ve yöresinin karakterini iyi bir şekilde betimlemektedir. Urfa, yağışlı Torosların dağ önü ovasının sınırında yer almaktadır. Toros sıradağlarının hemen arkasında ise geniş stepleri ve çöl bölgeleriyle Arabistan’a kadar uzanan Anadolu platosu başlamaktadır. Etrafındaki bölgede yağış miktarı zengin sayılabilecek şekilde ortalama yıllık 480 mm olsa ve en az yağış miktarı 250 mm’de kalsa da, güçlü kaynakların sağladığı büyük su rezervleri Urfa’yı bir vaha kenti yapmaktadır. Güneye doğru ise doğal olarak yağış oranı hızla düşmekte ve 150 km uzaklıkta Suriye yerleşimi olan Rakka’da sadece 100 mm’ye kadar inmektedir.

Şekil 3. Harran Bölgesi ve Urfa ve Göbeklitepe’nin konumları.

Harran Ovasının ortalama yüksekliği kuzeyde 500 m, güneyde Türkiye-Suriye sınırı civarında ise 350 m’ye düşer. Ova kuzeyde Urfa-Mardin karayolu civarında başlamakta, güneyde Suriye’ye açılmakta ve Suriye topraklarında da devam etmektedir. Doğuda Ceylanpınar Havzasından Tektek Dağları ile batıda ise Suruç Havzası’ndan Urfa Dağları ile ayrılır. Kuzeyi ise oldukça engebeli ve tepeliktir ayrıca, doğu batı yönünde tam bir sınırlama vardır. Doğuda Tektek Dağları 600-700 m, batıda Urfa Dağları 800 m’ye kadar çıkar. Kuzeyde ise 850 m’ye varan tepeler ovayı çevreler. Bölgede karasal iklim etkendir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise yağışlı ve soğuk geçer. Bu iklimin en önemli özelliği, en sıcak ve en soğuk ayların sıcaklık ortalamaları arasında büyük fark olmasıdır. En düşük sıcaklık -13,9° C, en yüksek sıcaklık 46,5° C olarak ölçülmüştür.

Urfa Platosu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde dalgalı düzlük alan. Karacadağ ile Fırat Irmağı arasında uzanır ve güneydeki Suriye sınırına doğru alçalır. Karacadağ bu platoyu Diyarbakır Havzası‘ndan, Fırat ırmağı da Gaziantep Platosundan ayırır. Geniş alanlara yayılan plato üstünde yüksekliği fazla olmayan bazı dağlar yer alır. Platonun güney kenarındaki Suruç ve Harran ovaları da fazla geniş olmayan bir eşikle birbirinden ayrılır. Urfa Platosu orman sınırının altında kaldığından orman örtüsünden yoksundur. Doğal bitki örtüsü otsu bitkilerden oluşur. Batısında yer alan Fırat Irmağı kıyısındaki Birecik’e doğru yaklaşıldıkça seyrek olarak Antep fıstığı ağaçlarına rastlanır. Hilvan-Viranşehir çizgisinin doğusunda kalan kesimi Karacadağ’dan çevreye yayılmış olan bazalt lavlarla, batı kesimi ise kalkerlerle kaplıdır. Karacadağ’ın lavları yeryüzüne yeni çıkmış olduğundan henüz üstünde toprak oluşmamıştır. Bu nedenle platonun doğu kesimi, tarım yapılamayan taşlık ve kayalık bir alan durumundadır.

UYGARLIĞIN BAŞLAMASI

Yerkürenin dönenceler ile kutup daireleri arasında kalan orta bölümü ise ılıman bir iklime, mevsimlik yağışlara ve dört mevsime sahiptir. Karaların denizlere ve büyük göllere yakınlığı, okyanuslardaki büyük su akıntıları ve atmosferik hareketler, bölgenin iklimi üzerinde ikinci derecede önemli etki yapmaktadır. Örneğin, Kuzey Atlantik Sıcak Su Akıntısı (Gulf Stream) Batı Avrupa ve İskandinavya ülkelerini, bulundukları coğrafi enlem derecelerine göre daha ılıman bir iklime sahip kılmaktadır.

Evrenin işleyişini anlatan şu genel kuralı hatırlayalım:

(DOĞA SIÇRAMALAR YAPMAZ)

Ve şu temel varsayıma göre:

UYGARLIK COĞRAFYA VE İKLİM DEĞİŞİMLERİNE BAĞLIDIR
(MİLANKOVİÇ SÜREÇLERİ)

Güneş enerjisinin tüm yönlere Güneş’ten eşit olarak aktığı düşünülür. Bu astronomik değişimler Yerkürenin güneş radyasyonunu düzenler ve Yerkürenin iklimindeki uzun-dönemli periyodik değişimler sonuçlanır. Yerkürenin dönme ve yörünge parametrelerinde iklimsel etkileri Milankoviç iklimsel değişimleri olarak bilinen 21 bin yıl, 41 bin yıl, 100 bin yıl ve 400 bin yıllık dönemsellikleri ile tanımlanmıştır. Son 400 bin yılda, Dünya dört buzul çağı geçirmiştir (Şekil 4). Buzulların büyüdüğü soğuk dönemlerde sıcak iklim isteyen canlılar hayatta kalabilmek için, güneye doğru Hazar-Aral denizi ile Ceyhun Irmağı bölgesine, Anadolu yarımadasına ve Güneydoğu Asya’ya doğru kaymışlardır (Ergün, 2025).

Şekil 4. Antarktika Buzulunda son 400,000 yıldan fazla süre içindeki sıcaklık, CO2 ve toz yoğunluğu değişimleri (Hazar Taşkınları; 15 bin yıl önce)).

Sun Buzul Çağı 12-120 bin arasında olmuştur. Dünya sıcaklıkları çoğunlukla 0°C altındadır. Buzul arası çağlar çok kısa olmuştur. Daha önceki buzul ve buzul arası çağlarda görülmeyen ve bundan 15 bin yıl önce Hazar-Aral kapalı havzasının kuzeydeki buzul kütlesine çok büyük bir meteorun çarpması sonucu Hazar Taşkınları (Tufan) dünya uygarlığını değiştirmiştir. Yoksa daha önceki buzul çağlarında olduğu gibi hiçbir uygarlık yaratmamış olacaklardı. Nick Brooks; Uygarlık, insanlığa karmaşık ve “KENTLİ” toplumlar içinde bir yaşam için tercih yapabilmesine olanak sağlayan elverişli bir çevrenin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Tersine, bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur.

Son Buzul Maksimumu 20 bin yıl öncedir ve dünya nüfusu yalnızca yaklaşık 5 milyondur. Buzul çağının bitimiyle bu uygarlıklar (deltalar oluşuncaya kadar) başta Harran, Aran ve Turan olmak üzere Hazar çevresinde oluşmuştur. Erken uygarlıkların, Buzul Çağında Hazar Denizi bölgesi ile sıkı bir şekilde ilişkili olduğu bilinmektedir. Buzul çağında Toros Dağları buzdan bir duvar örmüşler ve kuzeyinde Anadolu ve tüm Avrupa’da aşırı buzul koşulları canlı yaşamına uygun yerler değildi.

MÖ 10.900-10.800 civarına tarihlendirilen GENÇ DRYAS dönemi jeolojik Pleistosen devirle şimdi yaşadığımız Holosen arasındaki sınırı oluşturur. Bu dönemde ayrıca Buzul Çağında kuzey yarımkürenin büyük kısmını kaplayan buzullar yeniden hızla yayılmaya başladı, çünkü Genç Dryas, yaklaşık MÖ 10.900’den itibaren 1300 yıl dünyayı saran ve MÖ 9.600-9.500 civarında, yani Göbekli Tepe’nin ilk yapıları inşa edildiği dönemde aniden sona eren bir buzul çağıdır. Bununla ilgili birçok görüşler oluşmuştur. Nedenin büyük bir olasılıkla Dünyamızı çarpan büyük bir meteor akıl almaz patlamalara neden oldu ve Genç Dryas döneminin başlamasına birçok hayvan varlığı ve bitki varlığının yok olmasına neden oldu. Yaşam yalnızca dar bir kuşakta (yaklaşık 35-40° enlemleri arasında) sıkıştı. Son Buzul Maksimumu (LGM) zamanında, Avrasya’nın büyük bölümü 40-45° K enlemlerinden sonrası büyük buzul katmanları ile kaplanmıştı. Bunun yanı sıra 35° K enleminin güneyinde ise genel olarak hiçbir bitki örtüsü olmayan sert çöl koşulları vardı. Buzul çağı döneminde, Hazar bölgesi insanoğlunun yaşayabileceği çok özel bir alandı.

Orta Doğu’da buzul çağı sonunda iklimin beklenmedik bir şekilde değişmesiyle, geniş alanların bitki ve hayvanların yaşamları için uygun hale gelmiş olması nedeniyle yiyecek sıkıntısı çekilmemiştir.  Bu süreçte, Avrupa ve Asya’da tundra ile kaplı alanlar devamlı ormanlık (Balkan) doğal görünümü ile kaplanmıştır. Bu süreçte, kış yağmurları Toros ve Zağros Dağlarının kesişmesinde yer alan Harran bölgesinde artmıştır. Fırat ve Dicle ırmaklarının su miktarları kuzeyde yer alan Doğu Anadolu buzul örtüsünün erimesiyle (zaten Bingöl adı bu bölgede su kaynağı pınarlarının çok olması nedeniyle verilmiştir) fazlalaşmıştır. Buna göre de, zengin bir bitki örtüsü Harran’da oluşmuştur.

Batıda ise, Uygarlık Hazar Denizi çevresinden başlayarak ARAN ülkesi ve URMU’ya (Güneybatı İran; güney Azerbaycan) ulaşmıştır. ARYAN uygarlığının kökeni de büyük bir olasılıkla budur (Childe, 1926). Buradan da Toros ve Zağros Dağlarındaki geçitlerden ilerleyerek, dünyanın ilk uygarlığının (yaklaşık 12 bin yıl önce) oluştuğu Harran Ovasına ulaşılmıştır. Buzul çağı sonunda Harran bölgesi en uygun iklim koşulları ve coğrafyaya sahipti. Dünya uygarlığında asıl sıçrama, bundan 5-6 bin yıl önceki sıcak iklim koşullarında buzulların hızla erimesi ve deniz seviyesinin hızla yükselmesi sonucunda deltaların oluşmasından sonradır. Sümer uygarlığı da Turan, Aran ve Harran’dan güneye ve batıya doğru Mezopotamya’ya ilerlemiştir. Ayrıca Harran uygarlığı Torosları aşarak önce Konya Ovası’na (MÖ 8000) ve batıya doğru ilerleyerek Ege Denizi kıyısında Troya uygarlığını (MÖ 4000) meydana getirmişlerdir. Uygarlık buradan batıya Trakya’ya geçmiş ve Avrupa uygarlığının temelleri atılmıştır.

Buradan da şu anlaşılmaktadır, daha önce 35º-40°K enlemlerindeki uygarlıklar, deltalar oluştuktan sonra, daha güneye 30º-45°K enlemlerine kaymıştır. Burada MISIR uygarlığı bir istisna teşkil etmektedir (Şekil 5). Çünkü Nil Irmağı güneyden kuzeye doğrudur. Nil ekvatordaki tropik yağışlardan beslenmektedir. MISIR Uygarlığı daha gençtir (MÖ 3500) ve Hazar bölgesinden etkilendiği söylenmektedir (Petri 1920’ler). SARI IRMAK Uygarlığı doğuda kendiliğinden oluşmuştur. Uygarlık SARI IRMAK bölgesinde daha geç başlamıştır.

Şekil 5. Avrasya’nın genel genel görünümü ve Buzul Çağı sonrası (HARRAN; ARAN; TURAN) ve daha sonra Delta (MISIR; SÜMER; İNDÜS) uygarlıkları.

GÜNEYDOĞU ANADOLU’NUN COĞRAFYASI VE İKLİMİ

Güneydoğu Anadolu’da birbiriyle çelişen iki morfolojik özellik bulunmaktadır: kuzeyde doğu-batı doğrultulu sıradağlar ve güneyde düz, alçak bir ova. Jeolojik olarak bunlar sırasıyla güneydoğu Anadolu Alp orojenik kuşağına ve Arap Platformu ile karşılık gelir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Arap Platformu’nun en kuzeyidir. Arap Platformu, Mezozoik ve Tersiyer ’de Anatolid-Torid Platformu’ndan Neotetis’in güney kolu ile ayrılmıştır. Bugün bu sınır Asur Kenedi ile temsil edilir. Arap Platformu Paleozoik Tersiyer tortul istifi tarafından üzerlenen bir Pan-Afrikan temele sahiptir (Şekil 6). Bu dönemde, günümüzde de devam ettiği şekilde, Arap Levhası kuzeye hareketini sürdürürken, hareketinin Avrasya kıtası tarafından engellenmesi nedeniyle, Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF) arasında kalan Anadolu Levhası batıya doğru hareket etmektedir. Bitlis-Zagros Hattı’nın güneyindeki bölge, Ketin (1966) tarafından “Sınır Kıvrımları” olarak adlandırılmıştır. Bu bölge, Arap Platformu’nun kuzey kenarında, Türkiye sınırları içinde yer alan genç tortulların kıvrımlı bir şekilde yer aldığı bir alandır.

Şekil 6. Hazar-Karadeniz bölgelerinin genel tektonik özellikleri (Smith-Rouch, 2000). Semboller: 1. Volkanikler; 2. Kabuksal blokların göreceli hareketleri; 3. Temel yanal-atımlı kırıklar; 4. Temel bindirme kırıkları; 5. Okyanusal ve ara kabuklar; 6. Kıtasal kabuk; 7. Temel tortul havzaları; 8. Katlanma zonları. Kısaltmalar: Ar. Arap levhası; C.P. Merkezi Pontidler; D. Dağıstan; E.P. Doğu Pontidler; El. Elburz Dağları; G.C., Büyük Kafkaslar; Ir., İran Bloğu; L.C., Küçük Kafkaslar; T., Taliş Yükselimi; Tur., Türk Bloğu; Z., Zağros Kuşağı (Berberian, 1983’e göre).

Urfa Platosu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde dalgalı düzlük alan. Karacadağ ile Fırat Irmağı arasında uzanır ve güneydeki Suriye sınırına doğru alçalır. Karacadağ bu platoyu Diyarbakır Havzası‘ndan, Fırat ırmağı da Gaziantep Platosundan ayırır. Karacadağ volkanizması Üst Miyosen ‘de başlamış ve olasılıkla tarihsel devirlere kadar sürmüştür. Genelde bazaltlarla temsil edilen kalkan şekilli bir volkandır. Volkanizma K-G yönlü sıkışmanın ürünü olarak yine K-G doğrultulu açılma çatlaklarında yüzeylenmiştir. Geniş alanlara yayılan plato üstünde yüksekliği fazla olmayan bazı dağlar yer alır. Platonun güney kenarındaki Suruç ve Harran ovaları da fazla geniş olmayan bir eşikle birbirinden ayrılır (Şekil 7).

Şekil 7. Güneydoğu Anadolu’nun genel jeolojik ve tektonik birimleri (Yılmaz, 1993).

Harran ovası jeomorfolojik olarak bir polyedir. Orta Avrupa kökenli bir sözcük olan polye (polje), “düz alüvyon alan” veya “ova” anlamına gelir. Coğrafi açıdan ise polye su ile temas ettiğinde çözülebilen kayaçlar (karstik araziler) içerisinde gelişen, düz alüvyon tabanlı, düdenleri (su yutanları) olan ve oluşumunda tektonik faaliyetlerin de etkili olduğu büyük kapalı çukurlukları ifade eder. Dolin ve uvala gibi farklı boyutlarda erime çukurlarının birleşmesiyle oluşan, genişlikleri 40–50 km’ye kadar ulaşabilen erime çukurlarıdır. Ani yağış ve sel durumunda düdenler tıkanır, polye tabanında gölcükler oluşur. Bilimsel çalışmalar; polyelerin tektonik, karstik ve akarsu süreçlerinin bir birleşimi sonucunda meydana geldiğini ortaya koyuyor. Yüzeysel olarak kapalı bir havza özelliği gösteren polyeler, ayrıca iç drenaja da sahiptir. Diğer bir deyişle, polye tabanına ulaşan sular düdenler (su yutanlar) aracılığıyla yer altına alınırlar. Bir polye dış drenaja açılarak polye özelliğini kaybettiğinde; fosil, kapılmış, açık veya flüvyo-karstik polye olarak tanımlanır.

Harran ovasını doğu ve batı yönlerinden kuşatan kalkerler önceden oluşmuş faylardan dolayı ovaya doğru yüksek eğimli bir görüntü sergiler. Güney istikametine doğru gidildikçe eğimlerde azalmalar olur. Suriye sınırına yaklaşıldıkça eğim yok denilecek kadar azalır. “sığ çökeltiler” diye ifade edilen mostraların üzerini kırmızı kil tabakası örter. Harran Ovası’nın temelini bu kalkerlerin topoğrafyası meydana getirir (Şekil 6). Buzul Çağı ve hemen sonrası bir göl alanıdır.

Urfa Platosu orman sınırının altında kaldığından orman örtüsünden yoksundur. Doğal bitki örtüsü otsu bitkilerden oluşur. Batısında yer alan Fırat Irmağı kıyısındaki Birecik’e doğru yaklaşıldıkça seyrek olarak Antep fıstığı ağaçlarına rastlanır. Hilvan-Viranşehir çizgisinin doğusunda kalan kesimi Karacadağ’dan çevreye yayılmış olan bazalt lavlarla, batı kesimi ise kalkerlerle kaplıdır. Karacadağ’ın lavları yeryüzüne yeni çıkmış olduğundan henüz üstünde toprak oluşmamıştır. Bu nedenle platonun doğu kesimi, tarım yapılamayan taşlık ve kayalık bir alan durumundadır. Hayvan yetiştirmeye elverişli bu alanda yer alan Siverek, ülke hayvancılığı açısından önemli bir merkezdir.

Kalker erimesi sonucunda çapı 30-50 m kadar olan dolinler tarafından engebelendirilen batı kesimi, birkaç dolinin birleşmesiyle oluşan ve yonca yaprağını andıran ovalarla biçimlenmiştir. Hem doğudaki bazaltlar hem de batıdaki kalkerler su tutmadığından, yağmur suları çatlaklardan derinlere kaçar. Bu nedenle platonun yüzeyi susuzdur. Plato yüzeyinden aşağıya sızan sular, güney kenardaki Harran, Ceylanpınar ve Suruç ovalarında gür pınarlar halinde yüzeye çıkar. İşte bu özellik Urfa’da kutsal kabul edilen Balıklı Gölün oluşmasına neden olmaktadır. Buzul çağından sonra Neolitik dönemde tatlı su kenarlarında ve barınak oluşturabilecek volkanik lavları içerisinde oluşan mağaralarda ilk yerleşim yerleri oluşmuştur. Daha doğudaki Hasankeyf (Dicle Irmağı kenarı) yine aynı konumdadır ve volkanik kayaçların içine oyulmuş mağaralar yaşam ortamı oluşturmuştur. Zaten Süryanice de “MAĞARALAR ŞEHRİ” demektir.

Urfa Platosu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde dalgalı düzlük alan. Karacadağ ile Fırat Irmağı arasında uzanır ve güneydeki Suriye sınırına doğru alçalır. Karacadağ bu platoyu Diyarbakır Havzası‘ndan, Fırat ırmağı da Gaziantep Platosundan ayırır. Geniş alanlara yayılan plato üstünde yüksekliği fazla olmayan bazı dağlar yer alır. Platonun güney kenarındaki Suruç ve Harran ovaları da fazla geniş olmayan bir eşikle birbirinden ayrılır. Urfa Platosu orman sınırının altında kaldığından orman örtüsünden yoksundur. Doğal bitki örtüsü otsu bitkilerden oluşur. Batısında yer alan Fırat Irmağı kıyısındaki Birecik’e doğru yaklaşıldıkça seyrek olarak Antep fıstığı ağaçlarına rastlanır. Hilvan-Viranşehir çizgisinin doğusunda kalan kesimi Karacadağ’dan çevreye yayılmış olan bazalt lavlarla, batı kesimi ise kalkerlerle kaplıdır. Karacadağ’ın lavları yeryüzüne yeni çıkmış olduğundan henüz üstünde toprak oluşmamıştır. Bu nedenle platonun doğu kesimi, tarım yapılamayan taşlık ve kayalık bir alan durumundadır. Hayvan yetiştirmeye elverişli bu alanda yer alan Siverek, ülke hayvancılığı açısından önemli bir merkezdir.

UYGARLIK NEDEN HARRAN’DA BAŞLAMIŞTIR?

Uygarlığın aşamalar: Toplayıcılık; Avcılık ve Tarım. Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır: Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası); Zengin su kaynakları; Tarım ve Metaller. Bu bağlamda Haran Bölgesini incelemeye çalışalım.

Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası):

Harran Bölgesi Buzul Çağında bile yaşamın devam ettiği 35-40°N enlemleri arasındadır.

Zengin su kaynakları:

Su uygarlığın olmazsa olmazıdır. Yerküre ‘de yüksek dağlar ve platolar su kaynaklarının oluşmasında çok önemlidir. Nitekim bu bağlamda Tanrı Dağları ve Pamirler, karalardaki en büyük buzullara sahiptirler (Şekil 8). Hazar’ın batısında gelişen Harran uygarlığının oluşmasının en büyük nedeni Bingöl Dağlarından (Buzulların oluştuğu Doğu Anadolu Platosu) beslenen Fırat ve Dicle sulardır. Bu iki ırmağın taşıdığı çökeller Mezopotamya’da birikerek deltaları oluşturmuş ve Sümer Uygarlığını meydana getirmiştir. Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının deltaları da Turan Uygarlığının oluşmasını sağlamıştır. Ceyhun ve Seyhun ırmaklarının doğusundaki Tanrı Dağları ve Pamir’den beslenmektedir. Pamirler ve güneyindeki sıradağlar ise İndüs Irmağının kaynağıdır. 5-6 bin yıl önce su seviyesi günümüz seviyelerine erişince deltalar oluştuğu zamanda Mısır, Sümer, İndüs ve daha doğudaki Sarı Irmak’ta uygarlıkları gelişmeye başlamıştır. Batı Anadolu uygarlığının tetikleyicisi ise Murat Dağı’nda çıkan ırmaklar olmuştur.

Mezopotamya coğrafyasının kuzeyi, Doğu Toros Sıradağlarında, Fırat ve Dicle ile yan kollarının akıp geçtiği, çok sayıdaki ovanın olduğu yüksek dağlardan oluşmaktadır (Bingöl Dağları). Doğu Anadolu yüksek platosunda halan yüksek dağların doruklarında buzullar bulunmaktadır (Ciner ve Sarıkaya, 2021). Doğu Anadolu’nun yüksek platosu bu su kaynaklarının (Fırat, Dicle, Aras, Kızılırmak, Yeşilırmak, Çoruh vs. çıkış yeridir). Bilindiği üzere Bingöl adının kaynağında burada birçok su gözünün bu yüksek platodaki kalıntı buzullardan kaynaklandığı açıktır (Şekil 9). Bingöl Dağlarının eski kaynaklara dayanan ilk adı ABA Dağıdır. Bilindiği gibi ABA sözcüğü Türkçe ‘de büyük kız kardeş (Kutsal Kadın) demektir. Bu dağa dişi adı verilmesinin nedeni canlı varlığının gereksinimi olan suyun kaynağı olmasıdır.

Şekil 8. Yüksek platolar ve uygarlık bağları.

Su uygarlığın esas kaynağıdır. Su yaşamın kaynağıdır. Ayrıca Dünya’nın mimarıdır. Güneye doğru ise, tepelerle sınırlandırılmış dağ önü ovası ile birleşmektedir. Bu dağlık bölgeden taşınan kırıntılı malzeme güneydeki Mezopotamya deltasını oluşturmaktadır. Bu bölge, coğrafi bitki örtüsü açısından, karasal-yarı Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü, her zaman yeşil yapraklı ağaçlarıyla dolu, iğne yapraklı ormanlar ve güneye doğru ılıman kışların yer aldığı yarı steplerle çevrilidir.

Orta Doğu’da buzul çağı sonunda iklimin ani olarak değişmesiyle, geniş alanların bitki ve hayvanların yaşamları için uygun hale gelmiş olması nedeniyle yiyecek sıkıntısı çekilmemiştir. Soğuk iklimin en son aşamasında daha hafiflediğinde, Avrupa ve Asya’da tundra ile kaplı alanlar devamlı ormanlık (Balkan) doğal görünümü ile kaplanmıştır. Bu süreçte, kış yağmurları Toros ve Zağros Dağlarının kesişiminde yaralan Harran bölgesinde artmıştır. Fırat ve Dicle ırmaklarının su miktarları kuzeyde yer alan Doğu Anadolu buzul örtüsünün erimesiyle (zaten Bingöl adı bu bölgede su kaynağı pınarlarının çok olması nedeniyle verilmiştir) fazlalaşmıştır. Buna göre de, zengin bir bitki örtüsü Harran’da oluşmuştur.

Şekil 9. Doğu Anadolu yüksek platosundan kaynaklanan ırmaklar.

Tarım:

Buzul Çağı sürecinde ve deltalar oluşuncaya kadar yeryüzünde kullanabilinir topraklar çok azdı. Bunlarda kireçtaşlarının oluşturduğu polyeler (ovalar)’dir. Kireçtaşlarındaki çatlaklar ve suyun işleviyle oluşan ovalar ilk yaşam alanları olmuştur. Pumpelly (Amerikan arkaeolojist; 1910’lar) Türkmenistan’da araştırma yaparken “VAHA, TATLI SU GÖLÜ; OASIS, FRESH WATER LAKE), kuramını ortaya koymuştur. Bu görüşü takip eden Childe (1926)’da insanoğlunun ilk yaşam alanlarının bu tatlı su kenarları olduğunu ileri sürmüştür. Uygarlık, buğdayın seyri ile beraber MÖ 7-8000 sıralarında Konya düzlüğüne (o devirde göldü) Orta Anadolu’ya ilerlemiştir. Çatalhöyük ören alanı MÖ 7 bin yılını göstermektedir. Uygarlık batıda Ege kıyılarına MÖ 4 bin yıllarında ulaşmıştır (Şekil 10). Görüldüğü gibi ilk yerleşimler 35-40°K enlemleri arasıdır.

Uygarlığın tetikleyicisi ise BUĞDAY olmuştur. Buğday, taşıdığı hem protein ve hem de karbonhidrat nedeniyle çok önemli bir gıdadır. Beyni geliştiren gıda proteindir. Bu da en fazla buğday ve hayvansal gıdalarda mevcuttur. Türk halkı için buğday çok kutsaldır. Buğday ile ilgili Türkçe’mizde şöyle bir özdeyiş vardır:

Buğday ile koyun, gerisi oyun…

Harran’da Karacadağ civarında 12.200 yıl önce üretimi başlayan buğday 10.200 yıl önce Konya (İç Anadolu)’ya ulaşmıştır. Daha sonra 8.200 yıl önce Trakya’ya ulaşmıştır. Bu dönemde boğazlar henüz su altında kalmamışlardır. Buradan da Batı Avrupa’ya ulaşması 1.000 yıllık bir süre almıştır. Bu arada insanlar Lübnan Dağları ve Zağros Dağları silsilesini takip ederek iklimin de ılımanlaşmasıyla güneye doğru ilerlemişlerdir (Şekil 10). Bu arada belki de bağımsız olarak 9-10.000 yıl önce buğday üretimi Türkmenistan’da başlamıştır.

İnsanlık tarihinde Neolitik dönem buzul çağının 12 bin yıl önce sona ermesiyle başlamış ve tarımın gelişmesiyle olgunlaşmıştır. Uzakdoğu’da (Çin) uygarlık pirinç üretimi ile 9 bin yıl önce başlamıştır (Harran’dan 3 bin yıl sonra). Amerika’da ise esas üretim mısır ve patates olmuştur ve en fazla 6 bin yıl öncesine kadar gitmektedir. Pirinç, mısır ve patateste protein az fakat şeker fazladır.

Şekil 10. Buğday tarımının Ortadoğu’da gelişimi.

 

Metaller:

Toplumsal maddi ilerleme, insanların teknolojik yeniliklerin yardımıyla üretkenliklerini ve verimliliklerini artırma yeteneklerine dayanmaktadır. Tarih boyunca metal, uygarlıkların ilerlemesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Metalin keşfi, toplumların işleyişinde devrim yarattı. Uygarlıklar büyüdükçe, metale olan talepleri de arttı. Metal sadece bir hayatta kalma aracı değil, aynı zamanda ekonomik büyüme ve kültürel değişim için bir katalizör haline geldi.

Güney Hazar havzasındaki tektonik yapılar Arap levhasının kuzeye doğru hareketi, İran bloğunun güneydoğuya doğru hareketi ve Türkiye bloğunun batı/güneybatıya hareketi tarafından denetlenmektedir. İran platosu daha doğudaki Hint anakarasının hızla kuzeye hareketi sonucu sonlandırılır. Daha doğudaki ise Hint anakarası hızlı bir şekilde Avrasya anakarası ile çarpışır. Bunun neticesinde de Himalayalar ve Pamir Dağları yükseltileri meydana gelir (Şekil 11).

Batı Anadolu’da Girit yayının alta dalmasıyla Batı Türkiye’de ısı akısı yükselmekte ve bu bölgeyi metalojenik kuşak haline getirmektedir. Aynı durum Arap bloğunu hızla kuzeye itilmesi sonucu Bitlis Büklüm kuşağı oluşmaktadır (Ergün, 2024). Bu bölgede bir metalojenik kuşaktır. Doğuda ise Pamir Dağları bölgesi Hint bloğunun hızla kuzeye hareketi sonucu yine bir Büklüm kuşağıdır ve metalojenik kuşaktır. Uygarlıkların bu bölgelerde çok erken başlamasında bir başka etmendir (Şekil 11).

Şekil 11. Basitleştirilmiş topoğrafik/batimetrik Ortadoğu haritası. Üç düğüm yer: (i) Pamirler; (ii) Dersim (Bitlis Büklüm Kuşağı); (iii) Batı Anadolu.  

Güneydoğu Anadolu’da ofiyolitlerle ilişkili, çeşitli boyutlardaki birçok Au- ve Cu-yataklarının Bitlis-Zagros Sıkışma Kuşağı (BZS) – GD Anadolu’da Anadolu ve Arap plakaları arasındaki sınır hattı boyunca yer aldığı bilinmektedir. Bu yataklar, Kretase yaşlı, okyanus içinde oluşmuş Kızıldağ Masifi, Baer-Bassit masifi (Kızıldağ’ın Suriye deki uzantısı) Yüksekova ve Berit gibi aşırı dalmış kuşağın ofiyolit dilimleriyle ilişkilidir. Ofiyolitik kütleler tektonik olarak Arap plakasının platform karbonatlı çökellerinin üzerler. BZS doğuya doğru bölümlerinde, Tersiyer yaşlı ofiyolitik dilimler kuvvetli bir şekilde mineralize olmuşlardır. En az birkaç Au ve Co-Ni içeren piritik Fe-Cu oksit ve sülfit yatağı BZS boyunca yüzeyleyen kloritleşmiş ve spilitleşmiş bazaltik yastık lavlar veya sıralı dayklar (sheeted dykes) ile ilişkilidir (Akıncı, 2009). Bu bölgenin eski adı olan DERSİM ise sözcük anlamıyla “GÜMÜŞ KAPISI” demektir. Uygarlığın gelişmesinde, iklim ve paleocoğrafya dışında, doğal kaynakların varlığı da çok önemlidir.

Kireçtaşları içerisinde bulunan silisleşmiş kayaçlar (Çakmaktaşı) uygarlığın gelişmesinde önemli bir rol almıştır. Ok uçları ve ilk baltalar onlardan yapılmıştır. Ayrıca, çakmaktaşı un öğütmek için değirmen taşı olarak kullanılmıştır. Bu taşların kaynağı bölgedeki Karacadağ volkanik konisi ve Bingöl dağlarıdır. Taş devrinde çakmaktaşının varlığı ve nerede olduğu çok önemlidir. Bu kayaçların çokça bulunduğu yer Anadolu’dur, çünkü bu bölge yaygın çakmaktaşı oluşturan bir kireçtaşı ve volkanizma sahasıdır (Bölgede bulunan Karacadağ gibi). Mitolojik olarak çakmaktaşı “Şeytanın Tırnağı” olarak da tanımlanmıştır.

Yerleşim Alanları ve Yapıtaşları:

Harran bölgesi Arap levhasının önündeki kireçtaşı platformudur. Bu bölgede Orta Geç Eosen-Oligosen yaşlı kireçtaşları hem taşocağı olarak işletilmiş, hem de sıcaktan korunma sağlanan habitat görevi yapmıştır.

Karstik yer şekilleri, suların etkisiyle çözünebilen taşlar üzerinde oluşan şekillerdir. Ancak kalker, jips, dolomit ve kaya tuzu gibi taşlar, diğerlerine göre daha hızlı çözünürler. Onun için bunlara karstik taşlar, bu taşların sular etkisiyle çözünmesi olayına da karstlaşma denir. Kireçtaşlarının karbondioksitli sularla çözünerek çeşitli şekillerin oluşabilmesi için belli şartların olması gerekmektedir; kayaçların litolojik özellikleri, yükselti, sıcaklık ve nemlilik koşulları ile vejetasyon-iklim ilişkisi bu bakımdan önemlidir. Karstik alanların önemli özelliklerinden birini, yerüstündeki drenajın yeraltındaki tabakalara geçmesi ve bu geçiş esnasında bazı topografya şekilleri oluşturmasıdır: Karstik mağaralar; Karstik kaynaklar; Kuru, kör ve çıkmaz vadiler.

Kalker erimesi sonucunda çapı 30-50 m kadar olan dolinler tarafından engebelendirilen batı kesimi, birkaç dolinin birleşmesiyle oluşan ve yonca yaprağını andıran ovalarla biçimlenmiştir. Hem doğudaki bazaltlar hem de batıdaki kalkerler su tutmadığından, yağmur suları çatlaklardan derinlere kaçar. Bu nedenle platonun yüzeyi susuzdur. Plato yüzeyinden aşağıya sızan sular, güney kenardaki Harran, Ceylanpınar ve Suruç ovalarında gür pınarlar halinde yüzeye çıkar. İşte bu özellik Urfa’da kutsal kabul edilen Balıklı Gölün oluşmasına neden olmaktadır. Buzul çağından sonra Neolitik dönemde tatlı su kenarlarında ve barınak oluşturabilecek volkanik lavları içerisinde oluşan mağaralarda ilk yerleşim yerleri oluşmuştur. Daha doğudaki Hasankeyf (Dicle Irmağı kenarı) yine aynı konumdadır ve volkanik kayaçların içine oyulmuş mağaralar yaşam ortamı oluşturmuştur. Zaten Süryanice de “MAĞARALAR ŞEHRİ” demektir. Benzer yerleşim yerleri Ürgüp bölgesinde de volkanik tüflerin içine oyulmuş yerleşim yerleri Anadolu’da da mevcuttur.

Şekil 12. Hz. İbrahim’in doğduğu mağara (Balıklıgöl, Urfa).

Urfa Kalesi’nin MÖ 10.000 yıllarına ait Neolitik bir alan üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanı başında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 12.000 yıllık Balıklı Göl Heykeli ve Kale alanı, Balıklı Göl havzasının tarihini gözler önüne sermektedir. İbrahim peygamberin doğduğu mağara Balıklı Göl ‘ün hemen yamacındadır (Şekil 12). Balıklı Göl, (Aynzeliha ve Halil-Ür Rahman Gölleri) Urfa şehir merkezinin güneybatısında yer alan ve İbrahim Peygamberin ateşe atıldığında düştüğü yer olarak bilinen bu iki göl, kutsal balıkları ve çevrelerindeki tarihi eserler ile Urfa’nın en çok ziyaretçi çeken yerlerindendir. Bu durumda bilinen ilk insanlık tarihinden beri bu göller ve mağara çevresi ilk insan topluluklarının yaşam ortamı bulduğu yerlerdir.

Harran (Urfa) ilçesi sınırları içerisinde yer alan ve arkeolojik bulgulara göre 6500 yıl olarak yaşlandırılan Bazda Mağaraları, muhtemelen dünyada ilk blok taş üretilen yeraltı ocak işletmeleridir. Bazda sözcüğü Bozdağ sözcüğünde türeme olmuş olabilir. K,reçtaşlarından oluşan bu dağların rengi bozdur. Bazda Yeraltı Ocaklarında, oda-topuk yöntemiyle ve farklı yönlerde birkaç yüz metre uzunluğunda yeraltı galerisi oluşturularak, blok taş üretimi yapılmıştır. Blok taşlar Harran ve Şanlıurfa bölgesinde, inşa edildiği zamandan günümüze kadar gelen pek çok tarihi yapıda kullanılmıştır (Hacımustafaoğlu v.diğ,, 2022).

Örgütlenmeye ilişkin sözcükler Türkçede Or/Ur kökünden gelmektedir (Orman; Ordu; Organ: Ortak; Orhan; Urbay; Urgan; Urban).  . Bu sözcüğün hendek ile başlayan serüveni toplanmak bir araya gelmekten geçerek kent anlamı kazanmıştır. Uygarlık” sözcüğü yalın kentte yaşamak olarak tanımlanabilir. Latince de URBAN sözcüğü kullanılmaktadır. Arapçada MEDENİYET ve Türkçede UYGARLK sözcüğü kullanılmaktadır. URBAN sözcüğü Türkçeden UR kökünden gelmektedir. Örneğin Ur, Uruk, Urmu, Urgenç, Urumçi, Urfa, Uru-salimin (Kudüs’ün ilk adı, Bariş Kenti), Smurna (İzmir), Urla, Ur-Atina (Platon öncesi adı). Bu bağlamda URFA kentinin adı çok önemlidir. Onun için başına eklenen ŞANLI sözcüğü kaldırılması gerekmektedir.

TEPE KAVRAMI NEDİR?

Nuh Tufanı ile ilişkili olarak su baskınlarından korunmak için yüksek tepeler ve dağlar Kurtuluş/Sığınma yerleri olmuştur. Tepe bir yeryüzü şeklidir. Zirvesi vardır ve tek başına ya da birkaç küçük yükselti ile bir arada bulunabilir. Yüksekliği 0–500 m arasında değişen doğal coğrafi oluşumlardır. Yükseklikleri 100 ile 300 metre arasında değişen küçük dağlara tepe denir. En küçük tepeler ise tepecik olarak nitelendirilir. Eski metinlerde ”töpe” şeklinde geçen bu kelime, bir yapının en üst ve uç noktası manasında da kullanılır. Tepe kelimesinin üç farklı anlamı vardır: 1- Sözlük anlamı: Küçük yükselti, tümsek; 2- Yan anlamı: Bir yerin ya da yapının en üst kısmı 3- Mecazi anlamı: Kafa, ser. İlk uygarlıkların oluştuğu Turan, Aran ve Harran bölgelerinde tüm eski yerleşimlerin kurulduğu alanların hepsi TEPE adıyla anılmaktadır (Şekil 13). Tüm bu tepelerin Hazar’ın güneyinde Türkmenistan topraklarındadır. Bu tepeler Tahran’ın güneyinde ve batıya doğru da Harran bölgesinde yer almaktadır (2025).

İlk uygarlıkların oluştuğu Turan, Aran ve Harran bölgelerinde tüm eski yerleşimlerin kurulduğu alanların hepsi TEPE adıyla anılmaktadır (Şekil 7). Tüm bu tepelerin Hazar’ın güneyinde Türkmenistan topraklarındadır. Bu tepeler Tahran’ın güneyinde ve batıya doğru da Harran bölgesinde yer almaktadır. Daha sonra oluşan delta uygarlıklarında ise Mezopotamya’da zigguratlar ve Mısır’da ise piramitleri yapmışlardır. Zigguratlar, delta uygarlıkları oluştuktan sonra delta düzlüklerinde yapılan yapılardır. Bilinen 32 ziggurat vardır. Bunlardan 4’ü İran’da, gerisi Irak‘tadır (Şekil 13).  Ziggurat, Akadcaziqqurratum, zaqā “yükselmiş yere kurmak” demektir. Daha önceki Tepe yapıları benzeridirler ve devamıdırlar. Piramit, genellikle üçgen bir noktaya yükselen dörtgen bir tabana sahip bir yapı veya anıttır. Popüler imgelemelerde piramitler, Sahra Çölü’nün kenarındaki Giza Platosu’ndaki üç tek yapıdır, ancak Mısır’da Nil Nehri Vadisinde uzanan yetmişten fazla piramit vardır ve zamanlarında büyük tapınak yerleşkelerinin merkezleriydi. Dünya’nın ilk tapınağı ola Kudüs Tapınağı ise aslında bir ziggurattır.

Şekil 13. Dünya’nın ilk uygarlıklarının oluştuğu Turan, Aran ve Harran’daki TEPELER (hepsi konmadı) ile Zigguratlar ve Piramitler (Ergün, 2025).

Urfa yöresinde özellikle Harran Ovası çevresinde son yıllarda yapılan yüzey araştırmaları sonucunda, Neolitik dönemin çanak çömlek öncesi evrelerini yansıtan birçok yer bulunmuştur. Nevali Çori, Göbekli Tepe, Şanlıurfa-Yeni Mahalle, Karahan Tepe, Sefer Tepe, Hamzan Tepe, Taşlı Tepe, İnanlı Tepesi, Kocanizam Tepesi, Başaran Höyük ve Herzo Tepe gibi yerleşim yerlerinin bulunması, bölgenin ilk yerleşimlerin ve kült merkezlerinin ortaya çıkmasında önemli rol oynadığını ortaya koymaktadır (Çelik, 2014). Özellikle bu yerleşim yerlerinin birçoğunda, bu yerleşim yerlerini diğer Neolitik yerleşim yerlerinden ayıran “T” biçimli sütunların bulunması, bu yerleşim yerlerinin diğerlerine göre daha belirgin özelliklere sahip olduğuna işaret etmektedir (Şekil 14).

Urfa’ya kuzeydoğuya doğru 20 km’lik uzaklıkta, Örencik Köyü yakınlarında tarihi MÖ 10 bin yıllarına uzanan, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu Göbeklitepe Höyüğünde Cilalı Taş Devri‘nden kalma bir tapınak vardır (Şekil 15). Göbeklitepe’de bulunan semboller ve mimari yeryüzüyle alakalı olduğu kadar gökyüzüyle de alakalıdır. Sık sık tekrar edilen gök cisimlerinin tapınak boyunca oldukça yaygın olması, tapınağı inşa etmiş olan toplumun tanrılarının gökyüzüyle bağlantılı olduğu sonucunu işaret etmektedir (GÖK TENGRİ; DENGİR). Burası bir tapınak olup, yerleşim yeri değildir. Pek çok görüşe göre, T şeklinde yerleştirilmiş olan taşlar insanları sembolize ederken ortada bulunan karşılıklı iki dikili taş ise Tanrı ve Tanrıçayı temsil etmektedir. Göbeklitepe’de olukça sık kullanılan bir figür de tilkidir. Normalde tapınaklarda kullanılmasına alışık olmasak da, Babil ve Sümer inançlarında tanrı Enlil’in tilki ile ifade edildiğini bilmekteyiz.

Şekil 14. Harran bölgesindeki tepe ören yerleri.

Göbeklitepe’nin etkileyici anıtsal buluntuları yetkin bir taş işçiliğini yansıtan, taş üzerine kabartma tekniğiyle yapılarak aktarılan motiflerin içerik zenginliği ise karmaşık bir düzeye ulaştığını göstermektedir (Şekil 15). Tüm bu bulguların yanında, eserlerin nitelik ve nicelikleri gözlemlendiğinde, rastlantısal değil, düzenli bir tekrarlama şeklinde saptanabilen büyük boyutluluk, anıtsallık ve sayısal yoğunluk, arka planda olması gereken gelişkin sosyal düzenin, organizasyon ve koordinasyon kabiliyetinin ipuçlarını vermektedir.12.000 yıl öncesinde günümüze ilettiği bu kapsamlı bilgi hazinesi ile geçmişimizin önemli bir zaman dilimi hakkında daha önce düşünmemizin dahi mümkün olmadığı soruları üretebilmemizi sağlayan Göbeklitepe, emsalsizliği ile biz bilim insanlarının olduğu kadar, belki daha fazla, bulunduğu toprakların insanını etkileyen, haklı olarak gururlandıran eşsiz bir değerdir.

Karl W. Luckwert (2015) Göbekli Tepe adının devamlılığı konusunda şöyle demiştir: Bu yerin adını incelediğimizde, 10 bin yıldır aynı şekilde devam ettiğidir. Ve nasıl olur da 1995’te bu bölgede Kürtçe konuşan çiftçiler bu kadar doğru bir şekilde GÖBEKLİ TEPE olarak bölgenin adını korumuşlardır. Nasıl olur da 10 bin yıldır süren dilsel saldırıları atlatabilmiştir. Böyle bir tesadüfü olanaklı kılabilecek tek şey, evcilleştirme süreci başladığından beri süregelen özüdür.

Doğal olarak Göbeklitepe’nin bulunması ile dünya tarihi yeniden ele alınmaya başlamıştır (Scmidt, 2012 ve Luckwert, 2015). Son 20-25 yıl içinde arkeolojide, devrim sayılabilecek kadar önemli gelişmeler olmuştur; bunlar görkemli ve güzel buluntularla sınırlı değildir. Düşünce sistemimizde, geçmişe bakış açımızda köklü değişiklikler yapacak kadar önemli olan bu sonuçlar öylesine yenilikler içermektedir ki, bunların tam olarak algılanması ve insanlığın geçmişiyle ilgilenilerek aktarılması için herhalde uzun bir süre gerekecektir. Bilgi akışı, bilgiye bakış açısının değişimi ve bunun düşünce sistemimize olan etkisi, uygarlık tarihiyle ilgilenen herkesi heyecanlandıracak ölçüdedir.

Şekil 15. Göbekli Tepe Höyüğü alanı ve dikili taşlar.

 

SONUÇLAR

Ari ırk kuramının kurucularından Fransız aristokratı Kont Arthur de Gobineau’ya (1816–1882) göre Arilerin anavatanı Soğdanya (Özbekistan) ve Orta Asya tüm uygarlığın beşiği. Zamanla bu görüş benimsenerek Aryanların anayurdunun Orta Asya ve Bakterya (Hazar-Turan) civarında olduğu kabulü yaygınlık kazanmıştır. Lorenzo Burge’da “Pre-Glacial Man and The Aryan Race (1887) adlı eserinde Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıktığını ve burada büyük bir uygarlık yarattıklarını iddia etmiştir (Şekil 11). Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Alman hukukçu Rudolp von Jhering de “The Evolution of the Aryan” adlı eserinde Aryan anavatanını Orta Asya/Bakterya (Hazar-Turan) olarak kabul etmiştir. Aryan kuramcılarına göre Ariler bütün diğer halklardan üstün, sakin ve sağlam karakterli, sürekli çabalayan, düşünsel açıdan parlak, uzun boylu, açık tenli sarışın bir ırktılar. Orta Asya’dan dünyaya yayılan Arilerin diğer halkları kolayca yönetimleri altına almaları bu şekilde açıklanmıştır. Ari sözcüğü Türkçe ve Sümerce Ara (İyi, saf) sözcüğünden türemedir.

Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıkmış ve burada büyük bir uygarlık yaratmışlardır. Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Bu bölgede Dünya’ya yayılan insanlar belleklerinde bu felaketin (TUFAN) anılarını taşımışlardır. Buzul Çağı’nın sona ermeye başlamasıyla aryanlar Orta Asya’dan Uygarlığı (BİLGİ) yaymışlardır (Şekil 16). BİLGİ insanın doğasıyla eşdeğer bir kavramdır. Bilgi yok olmaz fakat bir yerde doğanın yarattığı nedenlerle gerilerken buradan göç eden insanlar onu yeni gittikleri yerlere taşırlar. Gittikleri yerin yaşam biçimleri ve inançları ile yoğrularak yeni inanç düzenleri ve yaşam biçimleri oluştururlar.

Şekil 16. Uygarlığın Turan bölgesinden yayılımı (Ergün, 2024).

Buzul çağının bitimiyle bu uygarlıklar (deltalar oluşuncaya kadar) başta Harran, Aran ve Turan olmak üzere Hazar çevresinde oluşmuştur. Erken uygarlıkların, Buzul Çağında Hazar Denizi bölgesi ile sıkı bir şekilde ilişkili olduğu bilinmektedir. Buzul çağında Toros Dağları buzdan bir duvar örmüşler ve kuzeyinde Anadolu ve tüm Avrupa’da aşırı buzul koşulları canlı yaşamına uygun yerler değildi.

Anau uygarlığı alanlarının geliştiği alanlar birçok dağ akarsuları (Amu Darya ve Siri Darya) düzlüklere eriştiği yerlerdedir. Pumpelly (Amerikalı arkeolog; 1910’lar) Türkmenistan’da araştırma yaparken “VAHA, TATLI SU GÖLÜ; OASIS, FRESH WATER LAKE), kuramını ortaya koymuştur. Bu görüşü izleyen Childe (1969)’da insanoğlunun ilk yaşam alanlarının bu tatlı su kenarları olduğunu ileri sürmüştür. Güneydoğu Türkiye’de kurulan URFA şehrini dini kitaplarda Nuh Peygamberin kurmuş olduğu belirtilmiştir. Urfa şehri bir sulak alan olan Balıklı Göl çevresinde kurulmuştur. Uygarlık, buğdayın seyri ile beraber MÖ 7-8 bin sıralarında Konya düzlüğüne (o devirde göldü) Orta Anadolu’ya ilerlemiştir. Çatalhöyük ören alanı MÖ 7 bin yılını göstermektedir. MÖ 6 binde uygarlık göller yöresini aşarak Burdur-Denizli civarında Hacilar’a ulaşmıştır. Batıda Ege kıyılarına daha sonraki yıllarında erişmiştir (Şekil 17). Görüldüğü gibi ilk yerleşimler 35-40°K enlemleri arasıdır.

Gordon Childe şöyle demiştir:

“EX ORIENT LUX”

(IŞIK DOĞUDAN GELİR)

Yalnız batının değil dünya uygarlığı aşama aşama değişen iklim kuşaklarını takip ederek yayılmıştır.

Şekil 17. Anadolu’daki Neolitik yerleşim yerleri ve Orta Anadolu göllerini takip ederek Harran Ovası (Göbekli Tepe, Urfa)’ndan batıya göçü (Göbekli Tepe MÖ 10000; Çatalhöyük MÖ 7000); Troya MÖ 4000).

Anadolu, doğal bitki örtüsü bakımından yeryüzünün en zengin kesimlerinden biridir. Son araştırmalara göre bugün Anadolu’da 8.000’den fazla doğal bitki türü yetişmektedir. Bunlardan 2000 tür Anadolu’ya özgüdür. Anadolu dışında hiçbir yerde bulunmamaktadır (endemik tür). Tüm Britanya adalarında 2000’den az bitki türü bulunduğuna göre Anadolu bitki örtüsünün ne kadar zengin olduğu açıkça görülebilir. Bugün Anadolu’nun kuzey kesimini örten bitkiler eski kuzeyli bitkilerin, Ege ve Akdeniz kıyılarını örten bitkiler de Tetis bitkilelerinin birer devamıdır. Orta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bitkileri ise Tetis bitkileri ve yer yer kuzeyli bitkilerin değişime uğramasıyla ortaya çıkmıştır. Bu bitkiler başlangıçtan bu yana değişik etkenlerle büyük değişimlere uğrayarak bugüne gelmişlerdir. İklimin bitki örtüleri üzerindeki etkileri bugün Anadolu’da belirgin olarak görülmektedir. Örneğin Orta Avrupa iklimine benzer bir iklimin etkisindeki Karadeniz Bölgesi yaprak döken odunlu türlerin baskın olduğu bir bitki örtüsüyle kaplı iken Akdeniz iklimindeki Ege ve Akdeniz Bölgeleri herdem yeşil sert yapraklı çalıların baskın olduğu maki denen bir bitki örtüsüne sahiptir. Az çok karasal bir iklimin etkisinde olan Orta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ise daha çok tek yıllık otsular, yastık oluşturan çok yıllık otsularla soğan ve yumrulu bitkilerden oluşan bir bitki örtüsü gösterirler.

Bilgi insanın doğasıyla eşdeğer bir kavramdır. Bilgi yok olmaz fakat bir yerde doğanın yarattığı nedenlerle gerilerken buradan göç eden insanlar onu yeni gittikleri yerlere taşırlar. İşte Turan-Hazar Bölgesinde ilk oluşan Uygarlık, Harran Bölgesinde olgunlaşmıştır. Gittikleri yerin yaşam biçimleri ve inançları ile yoğrularak yeni inanç düzenleri ve yaşam biçimleri oluştururlar. Avrupa-merkezli düşünce bağlamında insanlık tarihini inceleyenler, 20. yüzyılın başlarına kadar uygarlıkların başlangıcı olarak Eski Grek Uygarlığını göstermekteydiler. Bu arada Mısır’da hiyogroliflerin okunması bu uygarlığın Grek Uygarlığında daha önce olduğu ortaya çıktı. İngiltere’nin Hint Yarımadasını ele geçirdikten sonra bu yörenin inançları ve dillerini aydınlatmışlardır. Buradan da Hint-Avrupa uygarlığı diye bir kavram ortaya atmışlardır. Sümer ve Babil tabletlerinin düzenlenerek okunmaya başlamasıyla gözler Mezopotamya’ya çevrilmiştir. Artık günümüzde bütün bilim adamlarınca dünya uygarlığının beşiği denilince Mezopotamya ve özellikle Sümerler akla gelmektedir. Tüm Semavi (Mavi Gökyüzü) Dinler ’in kaynağı Sümer yazıtlarıdır. Tarih başlamaz ve bitmez. Tarih bir süreçtir onu iyi okumak gerek. Murat Adji (2019) der ki: Tarih tuvalinde yer ve zamanın izi her zaman mevcuttur. Onu fark etmek de mümkündür, fark etmemek de, ama o vardır. Bu dünyada hiçbir şey iz bırakmadan geçmez; çünkü GERÇEK ebedidir ve onu hiçbir kuvvet silemez.

KAYNAKLAR

Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.

Akıncı, Ö.T., 2009, Ophiolite-Hosted Copper and Gold Deposits of Southeastern Turkey: Formation and Relationship with Seafloor Hy ormation and Relationship with Seafloor Hydrothermal othermal Processes, Turkish Journal of Earth Sciences.

Berberian, M., 1983, The southern Caspian – A compressional depression floored by a trapped, modified oceanic crust: Canadian Journal of Earth Sciences, v.20, p.163-168.

Childe, G., 1926. The Aryans: A Study of Indo-European Origins, Routledge, Trench, Truber.

Ciner, A. ve Sarıkaya, A. 2021. Türkiye buzulları, Atlas Dergisi, Sayı: 339, 44-53.

Çelik, B., 2014, Şanlıurfa bölgesinde “T” şeklinde Dikmetaş bulunan yerleşimlerin farklılık ve benzerlikleri, Türkiye Bilimler Akademisi Dergisi.

Dolukhanov, P.V., Chepalyga, A.L., Lavretova, N.V., 2010, The Khvalynian transgression and the Caspian basin, Quaternary International, 225, 152-159.

Ergün, M., 2024, Metaller ve Uygarlık, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2024, Aryanlar, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2025, Uygarlığın Doğuşu ve Yayılımı, Kırmızılılar Yayınevi.

Hacımustafaoğlu, R.,  Özer, S., Elçı̇, H., Çalapkulu, F., Kulaksız, S., İnaner, H., Özkan, İ., Öztank, N., Sonuvar, B.,  2022, Bazda Yeraltı Ocaklarında Yüzeyleyen Gaziantep Formasyonu’nun Stratigrafisi, Fasiyes-Jeokimyasal Özelliklerine İlişkin Ön Çalışma (Harran, Şanlıurfa), Uluslararası Katılımlı 74. Türkiye Jeoloji Kurultayı. Bildiri Özleri Kitabı s.430.

Luckwert, W.L., 2015, Göbekli Tepe, Alfa Printing, Istanbul (420 pp).

Ketin, İ., 1966, Anadolu’nun tektonik birlikleri, Bulletin of the mineral research and exploration.

Petrie, Sir William Flinders, 1924, The Caucasian Atlantis and Egypt, (Ancient Egypt, December).

Schmidt, K., 2012, Göbekli Tepe, A Stone Age Sanctuary in South-Eastern Anatolia, exoriente, Berlin (286p).

Smith-Rouch, L. S., 2000, Oligocene-Miocene Maykop/Diatom total petroleum system of the South Caspian Basin Provence, Azerbaijan, Iran, and Turkmenistan, USGS, Bulletin Bulletin 2201-I, 1-27.

Yılmaz, Y., 1993. New evidence and model on the evolution of the seast Anatolian orogen. Geological Society of America Bulletin.

————

[1] Prof.Dr. (E), Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü Uygulamalı Jeofizik Anabilim Dalı (E) Öğretim Üyesi

[2] Prof.Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü, Maden Yatakları ve Jeokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

*****

 

REASONS FOR THE DEVELOPMENT OF CIVILIZATION IN SOUTHEASTERN ANATOLIA (HARRAN)

 

Mustafa ERGÜN[1] ve Hülya İNANER[2]

 

ABSTRACT

The first sudden change in the Neolithic revolution was that man controlled his own food supply. What we consider today as “CIVILIZATION” is largely the result of an accidental and unplanned adaptation to a catastrophic climate change. Stages of civilization: Gathering; Hunting; Agriculture. The development of civilization in a region depends on the presence of the following factors together: Suitable climate zones (between 35º-40° N latitude); Rich water resources; Agriculture; Metals. In fact, mankind has existed on this planet for 7 million years. During this time, the Milinkovic processes have created many ice ages due to climate changes. During the ice ages, large parts of the world were uninhabitable and had harsh climate conditions. 15 thousand years ago, the dams holding the glacial lakes surrounding the North Pole were destroyed as a result of a very large meteor impact and the Caspian-Aral region (the largest closed basin in the world) faced a flood problem (Caspian Floods). The world’s largest closed inland basin, the Caspian-Aral basin, created the world’s first civilization with this disaster, and the Aryans who spread here carried the civilization to the places they went. There are two morphological features in Southeastern Anatolia that contradict each other: east-west oriented mountain ranges in the north and a flat, low plain in the south. Geologically, these correspond to the southeastern Anatolian Alpine orogenic belt and the Arabian Platform, respectively. Water is indispensable for civilization. High mountains and plateaus on the Earth are very important in the formation of water resources. During the Ice Age and until the formation of deltas, there was very little usable land on Earth. These are the poljes (plains) formed by limestones. The cracks in the limestones and the plains formed by the function of water were the first living spaces. Wheat, which started to be produced around Karacadağ in Harran 12,200 years ago, reached Konya (Central Anatolia) 10,200 years ago. Later, it reached Thrace 8,200 years ago. As a result of the rapid northward push of the Arabian block, the Bitlis Bend Belt was formed. It is a metallogenic belt in this region. The Harran region is the limestone platform in front of the Arabian plate. In this region, the Middle Late Eocene-Oligocene limestones were both processed as quarries and served as habitats that provided protection from the heat. High hills and mountains became places of salvation/refuge in order to protect from floods related to Noah’s Flood. The hill is a landform. These hills are located in the south of Tehran and in the Harran region to the west. In the delta civilizations that formed later, they built ziggurats in Mesopotamia and pyramids in Egypt.

KEYWORDS:   Civilization; Harran, Tepe; Göbeklitepe; Wheat.

INTRODUCTION

There are natural habitats suitable for every living thing. Living things multiply in their own living environment and live a healthy and happy life. Living things can adapt to small changes in their living environment by changing a little. However, major changes in the environment cause that species to decrease, disappear or migrate to new environments where they can adapt. We should understand the changes in paleogeography very well according to climatic and environmental changes because they are important factors that control living conditions. In this context, let’s start with the words of Ibn Khaldun (Tunisian thinker, 14th century):

GEOGRAPHY IS YOUR DESTINY …

This statement of our thinker is a determination beyond time and space. Is geography really the destiny of man? Is it man who determines his own destiny or the lands where he was born? In this context, we should consider History within the phenomenon determined by Geography. The most important factor determining the living environment of living beings is climatic conditions. Considering these, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK established the “FACULTY OF LANGUAGE, HISTORY AND GEOGRAPHY” at Ankara University in 1936. Because he wanted all these phenomena to be addressed with an integrated understanding. The geography we live in (from the Alps to the Altays) is our destiny. This destiny is a very valuable treasure for us. It is our historical responsibility to understand and protect this treasure.

In the long history of humanity, many civilizations have emerged and disappeared after a while; undoubtedly, all of them are important in terms of understanding the past. However, some of them have determined the development stages of civilization that have come to the present day, and have had a global impact not only on the region they are located in, but also on the determination of today. We define the most obvious of these stages as “revolutions” or “jumping points”. The Neolithic Age is undoubtedly the most important change that the history of civilization has undergone. For this reason, it has been described as the “Neolithic revolution”. The Neolithic process, which started 13,000 years ago and completed its development and matured 8,000 years ago, is not only the focus of archaeologists and civilization historians. Since this process is a complex set of relationships that occur in almost every field, from natural environmental conditions to nutrition, from technology to lifestyle, from human and environmental relations to belief systems, it has become the focus of all social, natural and physical sciences.

In reality, humans have existed on this planet for 7 million years. During this time, the Milinkovic processes have created many ice ages due to climate changes. During the ice ages, large parts of the world were uninhabitable and had harsh climate conditions. The northern regions were covered with glaciers and tundras. In addition, the rest of the world was covered with deserts and had a dry and cold climate. The desert and glacier/tundra border was between 35º-40° N latitudes, depending on the topographic conditions of the geography. This belt had the most suitable conditions for life during the ice ages. During the interglacial ages, people who left the equatorial belt could only exist in the narrow belt between 35º-40° N latitudes (Figure 1). Although life continued on the equator during both glacial and interglacial periods, humans could not create an advanced civilization in these equatorial regions. However, at the border of the glacier/tundra and desert, civilization began to develop in suitable places immediately at the end of the Ice Age, under very difficult living conditions. Harsh climatic conditions make people more creative and this is how civilization emerges.

 

Figure 1. Schematic representation of the Middle East and Eurasia regions. The 40°N latitudes are very cold glacier-covered regions in the north. The region from 35ºN latitudes to the equatorial belts is in arid desert conditions with almost no precipitation. The area suitable for living conditions (naturally, the effect of geomorphological conditions should not be forgotten) is between 35-40°N latitudes.

Anatolia is often said to be a land bridge between Asia and Europe, but this does not adequately explain the uniqueness of its location. Being very close to Africa, Anatolia is bordered by four seas with a land connection that connects three continents: The Caspian Sea, the Black Sea, the Aegean Sea and the Eastern Mediterranean (Figure 2). Such a privileged geostrategic privilege is not found anywhere else in the world; the fact that the climatic conditions are the most suitable for human settlement further strengthens this thesis. In the Middle East, there was no food shortage due to the sudden change in climate at the end of the ice age, and large areas became suitable for plant and animal life. When the cold climate finally eased, the areas covered with tundra in Europe and Asia were covered with a natural appearance of continuous forest (Balkan). During this period, winter rains increased in the Harran region, which is located at the intersection of the Taurus and Zagros Mountains. The water volume of the Euphrates and Tigris rivers increased with the melting of the Eastern Anatolian glacier in the north (the name Bingöl was given because there were many water springs in this region). Accordingly, a rich vegetation cover was formed in Harran (Figure 2).

Figure 2. Harran Civilization area.

The deserts begin just south of Urfa, leaning on bare mountains (Figure 3). Urfa is an oasis in the middle of the sand and rocky desert with its fruit and willow trees. Although the desert starting south of Urfa is getting greener every day with modern irrigation projects – although the stories are not like that today – it describes the character of the city and its region well. Urfa is located on the border of the rainy Taurus mountain front plain. Just behind the Taurus mountain range, the Anatolian plateau begins, extending all the way to Arabia with its vast steppes and desert regions. Although the average annual rainfall in the surrounding region is 480 mm, which can be considered rich, and the minimum rainfall is 250 mm, the large water reserves provided by the powerful springs make Urfa an oasis city. Towards the south, the rainfall rate naturally decreases rapidly and drops to only 100 mm in the Syrian settlement of Raqqa, 150 km away.

Figure 3. Harran Region and locations of Urfa and Göbeklitepe.

The average altitude of the Harran Plain is 500 m in the north and drops to 350 m in the south near the Turkey-Syria border. The plain starts in the north near the Urfa-Mardin highway, opens to Syria in the south and continues in Syrian territory. It is separated from the Ceylanpinar Basin in the east by the Tektek Mountains and from the Suruc Basin in the west by the Urfa Mountains. The north is quite rugged and hilly, and there is a complete border in the east-west direction. The Tektek Mountains rise to 600-700 m in the east and the Urfa Mountains to 800 m in the west. In the north, hills reaching up to 850 m surround the plain. Continental climate is dominant in the region. Summers are hot and dry, while winters are rainy and cold. The most important feature of this climate is the large difference between the average temperatures of the hottest and coldest months. The lowest temperature was measured as -13.9° C and the highest temperature as 46.5° C.

Urfa Plateau, an undulating plain in the Southeastern Anatolia Region. It extends between Karacadağ and the Euphrates River and descends towards the Syrian border in the south. Karacadağ separates this plateau from the Diyarbakır Basin, and the Euphrates River separates it from the Gaziantep Plateau. The plateau, which spreads over a wide area, has some low-elevation mountains on it. The Suruç and Harran plains on the southern edge of the plateau are also separated from each other by a low-elevation threshold. Since the Urfa Plateau is below the forest line, it lacks forest cover. Its natural vegetation consists of herbaceous plants. As you approach Birecik on the Euphrates River in the west, you can rarely see pistachio trees. The east of the Hilvan-Viranşehir line is covered with basalt lava spread from Karacadağ to the surrounding area, while the west is covered with limestone. Since the lava of Karacadağ has just emerged onto the surface, soil has not yet formed on it. For this reason, the eastern part of the plateau is a stony and rocky area where agriculture cannot be done.

 

THE BEGINNING OF CIVILIZATION

The middle part of the globe, between the tropics and the polar circles, has a temperate climate, seasonal rainfall and four seasons. The proximity of the land to the seas and large lakes, the large water currents in the oceans and atmospheric movements have a secondary effect on the climate of the region. For example, the North Atlantic Warm Water Current (Gulf Stream) gives Western European and Scandinavian countries a milder climate than their geographical latitude.

Let us remember this general rule that describes how the universe works:

(NATURE DOES NOT MAKE LEAPS)

And according to this basic assumption:

CIVILIZATION DEPENDS ON GEOGRAPHY AND CLIMATE CHANGES

(MILANKOVICH PROCESSES)

Solar energy is thought to flow equally from the Sun in all directions. These astronomical changes regulate the Earth’s solar radiation and result in long-term periodic changes in the Earth’s climate. The climatic effects on the Earth’s rotation and orbital parameters are defined by the Milinkovic climatic variations, known as 21,000-year, 41,000-year, 100,000-year, and 400,000-year periods. In the last 400,000 years, the Earth has experienced four ice ages (Figure 4). During the cold periods when glaciers grew, living beings that required warm climates moved southward to the Caspian-Aral Sea and the Ceyhun River region, the Anatolian peninsula, and Southeast Asia in order to survive (Ergün, 2025).

Figure 4.  Variations of Temperature, CO2 and Dust concentration more than for the last 400 thousand years in the Antarctica Glaciers Caspian Floods; 15 thousand years ago).

The Sun Ice Age lasted between 12-120 thousand years. The world temperatures were mostly below 0°C. The interglacial ages were very short. The Caspian Flood (Flood) which was not seen in the previous glacial and interglacial ages and which was caused by a very large meteor hitting the northern ice mass of the Caspian-Aral closed basin 15 thousand years ago changed the world civilization. Otherwise, they would not have created any civilization as in the previous ice ages. Nick Brooks; Civilization did not emerge as a product of a favorable environment that allowed humanity to choose a life in complex and “URBAN” societies. On the contrary, what we consider “CIVILIZATION” today is largely the result of accidental and unplanned adaptation to a catastrophic climate change.

The Last Glacial Maximum was 20 thousand years ago and the world population was only about 5 million. With the end of the ice age, these civilizations (until the deltas were formed) were formed around the Caspian Sea, primarily Harran, Aran and Turan. It is known that early civilizations were closely associated with the Caspian Sea region during the Ice Age. During the Ice Age, the Taurus Mountains formed a wall of ice and the extreme glacial conditions in Anatolia and all of Europe to the north were not suitable places for life.

The YOUNGER DRYAS period, dated to around 10,900-10,800 BC, forms the boundary between the geological Pleistocene era and the Holocene we are currently living in. During this period, the glaciers that covered most of the northern hemisphere during the Ice Age began to spread rapidly again, because the Younger Dryas is an ice age that covered the world for 1300 years starting from around 10,900 BC and ended abruptly around 9,600-9,500 BC, when the first structures of Göbeklitepe were built. There are many opinions about this. The reason is most likely a large meteor hitting our world, causing incredible explosions and causing the Younger Dryas period to begin, causing the extinction of many animal and plant species. Life was confined to a narrow band (between latitudes of approximately 35-40°). During the Last Glacial Maximum (LGM), most of Eurasia was covered with large ice sheets from latitude 40-45° N. In addition, south of latitude 35° N, there were harsh desert conditions with no vegetation. During the ice age, the Caspian region was a very special area where human beings could live.

In the Middle East, there was no food shortage due to the unexpected change in climate at the end of the ice age, and large areas became suitable for plant and animal life. During this period, tundra-covered areas in Europe and Asia were covered with continuous forest (Balkan) natural appearance. During this period, winter rains increased in the Harran region, located at the intersection of the Taurus and Zagros Mountains. The water volumes of the Euphrates and Tigris rivers increased with the melting of the Eastern Anatolian glacier in the north (the name Bingöl was given because there were many water sources in this region). Accordingly, a rich vegetation formed in Harran.

In the west, the civilization started from the Caspian Sea and reached the ARAN country and URMU (Southwestern Iran; southern Azerbaijan). The origin of the ARYAN civilization is most probably this (Childe, 1926). From here, advancing through the passes in the Taurus and Zagros Mountains, the Harran Plain, where the world’s first civilization was formed (approximately 12 thousand years ago), was reached. At the end of the ice age, the Harran region had the most suitable climatic conditions and geography. The real leap in world civilization occurred 5-6 thousand years ago after the rapid melting of glaciers and the rapid rise in sea level in warm climate conditions, and the formation of deltas. The Sumerian civilization also advanced south and west from Turan, Aran and Harran to Mesopotamia. In addition, the Harran civilization crossed the Taurus Mountains and first reached the Konya Plain (8000 BC) and then moved westward, creating the Troy civilization (4000 BC) on the coast of the Aegean Sea. From there, the civilization moved westward to Thrace and the foundations of European civilization were laid.

It is understood from this that the civilizations previously located at 35º-40°N latitudes, after the formation of deltas, shifted further south to 30º-45°N latitudes. The EGYPTIAN civilization is an exception here (Figure 5). Because the Nile River is from south to north. The Nile is fed by tropical rains at the equator. The EGYPTIAN civilization is younger (3500 BC) and is said to have been influenced by the Caspian region (Petri 1920s). The YELLOW RIVER Civilization formed spontaneously in the east. Civilization began later in the YELLOW RIVER region.

Figure 5. General overview of Eurasia and post-Ice Age (HARRAN; ARAN; TURAN) and later Delta (EGYPT; SUMER; INDUS) civilizations.

 

GEOGRAPHY AND CLIMATE OF SOUTHEASTERN ANATOLIA

There are two contrasting morphological features in southeastern Anatolia: east-west trending mountain ranges in the north and a flat, low plain in the south. Geologically, these correspond to the southeastern Anatolian Alpine orogenic belt and the Arabian Platform, respectively. Southeastern Anatolia is the northernmost part of the Arabian Platform. The Arabian Platform was separated from the Anatolide-Tauride Platform by the southern branch of the Neotethys in the Mesozoic and Tertiary periods. Today, this boundary is represented by the Assyrian Suture. The Arabian Platform has a Pan-African basement overlain by a Paleozoic-Tertiary sedimentary sequence (Figure 6). During this period, as it continues today, the Arabian Plate continued to move northwards, while the Anatolian Plate, which is between the North Anatolian Fault (NAF) and the East Anatolian Fault (EAF), moved westwards due to the obstruction of its movement by the Eurasian continent. The region south of the Bitlis-Zagros Line was named as “Border Folds” by Ketin (1966). This region is an area where young sediments are folded within the borders of Turkey, on the northern edge of the Arabian Platform.

Figurel 6. Movements of crustal blocks; 3. Basement strike-slip fractures; 4. Basement thrust fractures; 5. Oceanic and intermediate crust; 6. Continental crust; 7. Basement sedimentary basins; 8. Fold zones. Abbreviations: Ar. Arabian plate; C.P. Central Pontides; D. Dagestan; E.P. Eastern Pontides; El. Alborz Mountains; G.C., Greater Caucasus; Ir., Iranian Block; L.C., Lesser Caucasus; T., Talysh High; Tur., Turkic Block; Z., Zagros Belt (after Berberian, 1983).

Plateau, undulating plain area in the Southeastern Anatolia Region. It extends between Karacadağ and the Euphrates River and descends towards the Syrian border in the south. Karacadağ separates this plateau from the Diyarbakır Basin, and the Euphrates River from the Gaziantep Plateau. Karacadağ volcanism began in the Upper Miocene and probably continued until historical times. It is a shield-shaped volcano generally represented by basalts. Volcanism surfaced in N-S-oriented extensional cracks as a product of N-S-oriented compression. There are some low-elevation mountains on the plateau spreading over wide areas. The Suruç and Harran plains on the southern edge of the plateau are also separated from each other by a low-wide threshold (Figure 7).

Figure 7. General geological and tectonic units of Southeastern Anatolia (Yılmaz, 1993).

Harran plain is geomorphologically a polje. Polye (polje), a word of Central European origin, means “flat alluvial area” or “plain”. Geographically, polye refers to large closed depressions that develop within rocks that can dissolve when in contact with water (karst lands), have flat alluvial bases, have sinkholes (water swallows) and are formed by tectonic activities. They are melting pits formed by the union of melting pits of different sizes such as dolines and uvala, and can reach up to 40-50 km in width. In case of sudden rain and flood, sinkholes get blocked and ponds form at the base of the polje. Scientific studies reveal that poljes are formed as a result of a combination of tectonic, karst and fluvial processes. Poljes, which superficially show the characteristics of a closed basin, also have internal drainage. In other words, water reaching the base of the polje is taken underground through sinkholes (water swallows). When a polje opens to external drainage and loses its polje feature; They are described as fossil, engulfed, open or fluvial-karstic polje.

The limestones surrounding the Harran plain from the east and west sides exhibit a high slope towards the plain due to previously formed faults. As we go south, the slopes decrease. As we approach the Syrian border, the slope decreases to almost nothing. The outcrops called “shallow sediments” are covered by a layer of red clay. The foundation of the Harran Plain is formed by the topography of these limestones (Figure 6). It was a lake area during and immediately after the Ice Age.

Since the Urfa Plateau is below the forest line, it is devoid of forest cover. The natural vegetation consists of herbaceous plants. As you approach Birecik on the banks of the Euphrates River in the west, pistachio trees are rarely encountered. The eastern part of the Hilvan-Viranşehir line is covered with basalt lava spread from Karacadağ to the surroundings, while the western part is covered with limestone. Since the lava of Karacadağ has just emerged onto the surface, soil has not yet formed on it. For this reason, the eastern part of the plateau is a stony and rocky area where agriculture cannot be done. Siverek, located in this area suitable for raising animals, is an important center in terms of animal husbandry in the country. The western part, which is rugged by dolines with a diameter of 30-50 m as a result of limestone dissolution, is shaped by plains resembling clover leaves formed by the union of several dolines. Since neither the basalts in the east nor the limestones in the west retain water, rainwater leaks into the depths through cracks. For this reason, the surface of the plateau is waterless. The water seeping down from the plateau surface emerges as abundant springs in the Harran, Ceylanpınar and Suruç plains on the southern edge. This feature is what causes the formation of Balıklı Lake, which is considered sacred in Urfa. After the ice age, in the Neolithic period, the first settlements were formed in caves formed by fresh water and in volcanic lava that could provide shelter. Hasankeyf (on the banks of the Tigris River) further east is in the same location and caves carved into volcanic rocks have created a living environment. In fact, it means “CITY OF CAVES” in Syriac.

Urfa Plateau, an undulating plain in the Southeastern Anatolia Region. It extends between Karacadağ and the Euphrates River and descends towards the Syrian border in the south. Karacadağ separates this plateau from the Diyarbakır Basin, and the Euphrates River separates it from the Gaziantep Plateau. The plateau, which spreads over a wide area, has some low-elevation mountains on it. The Suruç and Harran plains on the southern edge of the plateau are also separated from each other by a low-elevation threshold. Since the Urfa Plateau is below the forest line, it lacks forest cover. Its natural vegetation consists of herbaceous plants. As you approach Birecik on the Euphrates River in the west, you can rarely see pistachio trees. The east of the Hilvan-Viranşehir line is covered with basalt lava spread from Karacadağ to the surrounding area, while the west is covered with limestone. Since the lava of Karacadağ has just emerged onto the surface, soil has not yet formed on it. For this reason, the eastern part of the plateau is a stony and rocky area where agriculture cannot be done. Siverek, which is located in this area suitable for animal husbandry, is an important center in terms of animal husbandry in the country.

 

WHY DID CIVILIZATION START IN HARRAN?

Stages of Civilization: Gathering; Hunting and Agriculture. The development of civilization in a region depends on the presence of the following factors together: Suitable climate zones (between 35º-40° N latitude); Rich water resources; Agriculture and Metals. In this context, let’s try to examine the Haran Region.

Suitable climate zones (between 35º-40N latitudes):

The Harran Region is between latitudes 35-40°N where life continued even during the Ice Age.

Rich water resources:

The north of the Mesopotamian geography consists of high mountains (Bingöl Mountains) in the Eastern Taurus Mountains, where the Euphrates and Tigris and their tributaries flow and where there are many plains. There are still glaciers on the peaks of the high mountains in the Eastern Anatolian high plateau (Ciner and Sarıkaya, 2021). The high plateau of Eastern Anatolia is the source of these water sources (Euphrates, Tigris, Aras, Kızılırmak, Yeşilırmak, Çoruh, etc.). As it is known, the source of the name Bingöl is obvious that many water sources here originate from the remnant glaciers on this high plateau (Figure 9). The first name of the Bingöl Mountains based on old sources is ABA Mountain. As it is known, the word ABA means elder sister (Holy Woman) in Turkish. The reason why this mountain is called female is that it is the source of water needed by living beings.

Figure 8. High plateaus and ties of civilization.

Water is the main source of civilization. Water is the source of life. It is also the architect of the world. Towards the south, it merges with the mountain-front plain bordered by hills. The clastic material carried from this mountainous region forms the southern Mesopotamian delta. In terms of geographical vegetation, this region is surrounded by coniferous forests with evergreen trees, where the continental-semi-Mediterranean climate prevails, and semi-steppes with mild winters to the south.

In the Middle East, there was no food shortage due to the sudden change in climate at the end of the ice age, and large areas became suitable for plant and animal life. When the cold climate eased in its final stages, tundra-covered areas in Europe and Asia were covered with continuous forest (Balkan) natural appearance. During this process, winter rains increased in the Harran region, which is located at the intersection of the Taurus and Zagros Mountains. The water volumes of the Euphrates and Tigris rivers increased with the melting of the Eastern Anatolian glacier in the north (the name Bingöl was given because there were many water sources in this region). Accordingly, a rich vegetation formed in Harran.

Figure 9. Rivers originating from the high plateau of Eastern Anatolia.

 

Agriculture:

During the Ice Age and until the formation of deltas, there was very little usable land on earth. These are the poljes (plains) formed by limestone. The cracks in the limestones and the plains formed by the function of water were the first living spaces. Pumpelly (American archaeologist; 1910s) put forward the theory of “OASIS, FRESH WATER LAKE” while doing research in Turkmenistan. Childe (1926), who followed this view, also suggested that the first living areas of human beings were these freshwater banks. Civilization advanced to the Konya plain (which was a lake at that time) and Central Anatolia with the development of wheat between 7-8000 BC. The Çatalhöyük archaeological site dates back to 7000 BC. Civilization reached the Aegean coast in the west around 4000 BC (Figure 10). As can be seen, the first settlements were between 35-40°N latitudes.

The trigger of civilization was WHEAT. Wheat is a very important food because of the protein and carbohydrates it contains. The food that develops the brain is protein. This is mostly found in wheat and animal products. Wheat is very sacred for the Turkish people. There is a saying in Turkish about wheat:

Wheat and sheep, the rest is game …

Wheat, which began production around Karacadağ in Harran 12,200 years ago, reached Konya (Central Anatolia) 10,200 years ago. Then it reached Thrace 8,200 years ago. During this period, the straits were not yet under water. It took 1,000 years to reach Western Europe from here. In the meantime, people followed the Lebanon Mountains and Zagros Mountains range and moved southwards with the warming of the climate (Figure 10). In the meantime, wheat production began in Turkmenistan, perhaps independently 9-10,000 years ago.

The Neolithic period in human history began with the end of the ice age 12 thousand years ago and matured with the development of agriculture. In the Far East (China), civilization began with rice production 9 thousand years ago (3 thousand years after Harran). In America, the main production was corn and potatoes and it goes back at most 6 thousand years. Rice, corn and potatoes have little protein but much sugar.

Figure 10. Development of wheat agriculture in the Middle East.

 

Metals:

Societal material progress is based on the ability of humans to increase their productivity and efficiency through technological innovation. Throughout history, metal has played a crucial role in the advancement of civilizations. The discovery of metal revolutionized how societies functioned. As civilizations grew, their demand for metal increased. Metal became not only a means of survival, but also a catalyst for economic growth and cultural change.

The tectonic structures in the southern Caspian basin are controlled by the northward movement of the Arabian plate, the southeastward movement of the Iranian block, and the west/southwestward movement of the Turkish block. The Iranian plateau is terminated by the rapid northward movement of the Indian mainland further east. Further east, the Indian mainland rapidly collides with the Eurasian mainland, resulting in the Himalayas and Pamir Mountains (Figure 11).

In Western Anatolia, the heat flow increases in Western Turkey with the subduction of the Cretan arc and turns this region into a metallogenic belt. The same situation occurs as a result of the rapid northward push of the Arabian block, forming the Bitlis Bend belt (Ergün, 2024). This is a metallogenic belt in the region. In the east, the Pamir Mountains region is again a Bend belt and a metallogenic belt as a result of the rapid northward movement of the Indian block. This is another factor in the early start of civilizations in these regions (Figure 11).

Figure 11. Simplified topographic/bathymetric map of the Middle East. Three nodal locations: (i) Pamir; (ii) Dersim (Bitlis Bend Belt); (iii) Western Anatolia.  

It is known that many Au and Cu deposits of various sizes associated with ophiolites in Southeastern Anatolia are located along the Bitlis-Zagros Compressional Zone (BZS) – the boundary between the Anatolian and Arabian plates in SE Anatolia. These deposits are associated with Cretaceous, oceanic Kızıldağ Massif, Baer-Bassit Massif (extension of Kızıldağ in Syria), Yüksekova and Berit ophiolitic slices of the hyper-subducted belt. Ophiolitic masses tectonically overlie platform carbonate deposits of the Arabian plate. In the eastward parts of the BZS, Tertiary ophiolitic slices are strongly mineralized. At least a few Au and Co-Ni bearing pyritic Fe-Cu oxide and sulfide deposits are associated with chloritized and spilitized basaltic pillow lavas or sheeted dykes exposed along the BZS (Akıncı, 2009). The old name of this region, DERSİM, literally means “SILVER GATE”. In the development of civilization, the existence of natural resources, apart from climate and paleogeography, is also very important.

Silicified rocks (Flint) found in limestones played an important role in the development of civilization. Arrowheads and the first axes were made from them. In addition, flint was used as a millstone for grinding flour. The source of these stones is the Karacadağ volcanic cone and the Bingöl mountains in the region. The presence of flint in the Stone Age and where it is located is very important. The place where these rocks are found in abundance is Anatolia, because this region is a limestone and volcanism area that forms widespread flint (like Karacadağ in the region). Mythologically, flint has also been defined as the “Devil’s Nail”.

Settlement Areas and Building Stones:

The Harran region is a limestone platform in front of the Arabian plate. In this region, the Middle Late Eocene-Oligocene limestones were both operated as quarry and served as a habitat providing protection from the heat.

Karst landforms are the shapes formed on rocks that can be dissolved by the effect of water. However, rocks such as limestone, gypsum, dolomite and rock salt dissolve faster than others. Therefore, these are called karst rocks, and the dissolution of these rocks by the effect of water is called karstification. In order for limestones to dissolve with carbon dioxide waters and form various shapes, certain conditions must be met; the lithological properties of rocks, elevation, temperature and humidity conditions and the vegetation-climate relationship are important in this respect. One of the important features of karst areas is that the drainage on the surface passes to the underground layers and forms some topographic shapes during this transition: Karst caves; Karst springs; Dry, blind and dead-end valleys.

The western part, which is rugged by dolines with a diameter of 30-50 m as a result of limestone dissolution, is shaped by plains resembling clover leaves formed by the union of several dolines. Since neither the basalts in the east nor the limestones in the west hold water, rainwater escapes deep into the cracks. For this reason, the surface of the plateau is waterless. The water seeping down from the plateau surface emerges as abundant springs in the Harran, Ceylanpınar and Suruç plains on the southern edge. This feature is what causes the formation of Balıklı Lake, which is considered sacred in Urfa. After the ice age, in the Neolithic period, the first settlements were formed in caves formed by fresh water and in volcanic lava that could provide shelter. Hasankeyf (on the banks of the Tigris River) further east is in the same location and caves carved into volcanic rocks have created a living environment. In fact, it means “CITY OF CAVES” in Syriac. Similar settlements are also present in the Ürgüp region and in Anatolia, settlements carved into volcanic tuffs.

Figure 12. The cave where Prophet Abraham was born (Balıklıgöl, Urfa).

It is estimated that Urfa Castle was built on a Neolithic site dating back to 10,000 BC. The 12,000-year-old Balıklı Göl Statue and the Castle area, which were unearthed next to the castle and exhibited in the Şanlıurfa Museum, reveal the history of the Balıklı Göl basin. The cave where the Prophet Abraham was born is right on the slope of Balıklı Göl (Figure 12). Balıklı Göl, (Aynzeliha and Halil-Ür Rahman Lakes) These two lakes, located southwest of the Urfa city center and known as the place where the Prophet Abraham fell when he was thrown into the fire, are among the most visited places in Urfa with their sacred fish and the historical artifacts around them. In this case, these lakes and the cave surroundings have been the places where the first human communities found a living environment since the earliest known human history.

Bazda Caves, located within the borders of Harran (Urfa) district and dated to 6500 years according to archaeological findings, are probably the first underground quarry operations in the world where block stones were produced. The word Bazda may have been derived from the word Bozdağ. The color of these mountains, which consist of limestone, is gray. In Bazda Underground Quarries, block stone production was carried out by creating underground galleries several hundred meters long in different directions with the room-pillar method. Block stones have been used in many historical structures in Harran and Şanlıurfa regions from the time they were built to the present day (Hacımustafaoğlu et al., 2022).

The words related to organization come from the root Or/Ur in Turkish (Orman: Forest; Ordu: Army; Organ: Ortak: Partner; Orhan: Ruler of city; ​​Urbay: Mayor; Urgan: Rope; Urban: City dweller). The adventure of this word, which started with trench, passed through gathering and coming together and gained the meaning of city. The word “civilization” can be defined as living in a simple city. The word URBAN is also used in Latin. The word CIVILIZATION is used in Arabic and the word UYGARLK in Turkish. The word URBAN comes from the root UR in Turkish. For example, Ur, Uruk, Urmu, Urgenç, Urumçi, Urfa, Uru-salimin (the first name of Jerusalem, the City of Peace), Smurna (İzmir), Urla, Ur-Atina (its name before Plato). In this context, the name of the city URFA is very important. Therefore, the word ŞANLI added to the beginning should be removed.

 

WHAT IS THE CONCEPT OF TEPE (HILLS)?

High hills and mountains have become places of salvation/refuge to protect against floods related to the Noah’s Flood. A hill is a landform. It has a summit and can be found alone or together with several smaller elevations. They are natural geographical formations with heights ranging from 0-500 m. Small mountains with heights ranging from 100 to 300 meters are called hills. The smallest hills are called hills. This word, which is used as ”töpe” in old texts, is also used to mean the highest and extreme point of a structure. The word hill has three different meanings: 1- Dictionary meaning: Small elevation, mound; 2- Connotation: The highest part of a place or structure 3- Metaphorical meaning: Head, ser. In the Turan, Aran and Harran regions where the first civilizations were formed, all the areas where all the old settlements were established are called TEPE (Figure 13). All these hills are in the south of the Caspian Sea, in the lands of Turkmenistan. These hills are located south of Tehran and to the west in the Harran region (2025).

In the Turan, Aran and Harran regions where the first civilizations were formed, all the areas where all the old settlements were established are called TEPE (Figure 7). All these hills are in Turkmenistan south of the Caspian Sea. These hills are located in the south of Tehran and in the Harran region to the west. In the delta civilizations that formed later, ziggurats were built in Mesopotamia and pyramids in Egypt. Ziggurats are structures built on the delta plains after the delta civilizations were formed. There are 32 known ziggurats. 4 of them are in Iran and the rest in Iraq (Figure 13). Ziggurat, Akkadian: ziqqurratum, zaqā means “to establish on an elevated place”. They are similar to the earlier Tepe structures and are a continuation of them. A pyramid is a structure or monument with a quadrangular base that usually rises to a triangular point. In popular imagination the pyramids are three single structures on the Giza Plateau at the edge of the Sahara Desert, but there are more than seventy pyramids dotting the Nile River Valley in Egypt and were once the centers of large temple complexes. The Temple in Jerusalem, the world’s first temple, is actually a ziggurat.

Figure 13. With the TEPE (HILLS) (not all of them were built) and Ziggurats and Pyramids in Turan, Aran and Harran, where the first civilizations of the world were formed (Ergün, 2025).

As a result of surface research conducted in recent years, especially around the Harran Plain in the Urfa region, many sites reflecting the pre-pottery phases of the Neolithic period have been found. The discovery of settlements such as Nevali Çori, Göbekli Tepe, Şanlıurfa-Yeni Mahalle, Karahan Tepe, Sefer Tepe, Hamzan Tepe, Taşlı Tepe, İnanlı Tepesi, Kocanizam Tepesi, Başaran Höyük and Herzo Tepe reveals that the region played an important role in the emergence of the first settlements and cult centers (Çelik, 2014). In particular, the presence of “T” shaped columns in many of these settlements, which distinguish these settlements from other Neolithic settlements, indicates that these settlements have more distinctive features than others (Figure 14).

There is a temple from the Neolithic Age in the Göbeklitepe Mound, 20 km to the northeast of Urfa, near Örencik Village, which contains architectural remains of ceremonial areas for worship dating back to 10,000 BC, obelisks and reliefs of wild animal and plant figures (Figure 15). The symbols and architecture found in Göbeklitepe are related to the sky as well as the earth. The fact that the frequently repeated celestial bodies are quite common throughout the temple indicates that the gods of the society that built the temple were connected to the sky (GÖK TENGRİ; DENGİR). This is a temple, not a settlement. According to many views, the stones placed in a T shape symbolize people, while the two obelisks facing each other in the middle represent God and Goddess. Another figure used quite frequently in Göbeklitepe is the fox. Although we are not used to its use in temples, we know that the fox is the god Enlil in Babylonian and Sumerian beliefs.

Figure 14. Tepe (Hilltop) ruins in the Harran region.

The impressive monumental findings of Göbeklitepe reflect a competent stonemasonry, and the richness of the motifs transferred by the relief technique on the stone show that they have reached a complex level (Figure 15). In addition to all these findings, when the quality and quantity of the works are observed, the large size, monumentality and numerical density that can be detected as a regular repetition rather than a random one, give clues to the advanced social order, organization and coordination capacity that must have existed in the background. With this comprehensive wealth of information that it transmitted to the present day 12,000 years ago, Göbeklitepe, which enables us to produce questions that we could not even think about before about an important period of our past, is a unique value that affects and rightfully makes the people of the lands where it is located as much as we scientists, if not more, and rightfully makes us proud.

Karl W. Luckwert (2015) has said the following about the continuity of the name Göbekli Tepe: When we examine the name of this place, it has continued in the same way for 10 thousand years. And how could it be that in 1995, Kurdish-speaking farmers in this region preserved the name of the region as GÖBEKLİ TEPE so correctly? How could it have survived 10 thousand years of linguistic attacks? The only thing that could make such a coincidence possible is its essence, which has continued since the domestication process began.

Naturally, with the discovery of Göbeklitepe, world history began to be reconsidered (Scmidt, 2012 and Luckwert, 2015). In the last 20-25 years, there have been significant developments in archaeology that could be considered revolutionary; these are not limited to magnificent and beautiful findings. These results, which are important enough to make radical changes in our thought system and perspective on the past, contain such innovations that it will probably take a long time for them to be fully perceived and to be conveyed by dealing with humanity’s past. The flow of information, the change in perspective on information and its impact on our thought system are enough to excite everyone interested in the history of civilization.

Figure 15. Göbekli Tepe Mound area and standing stones.

 

RESULTS

According to the French Aristocrat Count Arthur de Gobineau (1816–1882), one of the founders of the Aryan race theory, the homeland of the Aryans is Sogdania (Uzbekistan) and Central Asia, the cradle of all civilization. Over time, this view was adopted and it became widely accepted that the homeland of the Aryans was in Central Asia and Bacteria (Caspian-Turan). Lorenzo Burge also claimed in his work “Pre-Glacial Man and The Aryan Race (1887)” that the ancestors of the Aryans emerged in Central Asia around 15,000 BC and created a great civilization there (Figure 11). The people who created this civilization spread from Central Asia to the world with the end of the Ice Age and spread civilization to the world. German jurist Rudolp von Jhering also accepted the Aryan homeland as Central Asia/Bacteria (Caspian-Turan) in his work “The Evolution of the Aryans”. According to Aryan theorists, the Aryans were a calm and solid character, constantly striving, intellectually bright, tall, fair-skinned blond race superior to all other peoples. The fact that the Aryans, who spread from Central Asia to the world, easily took other peoples under their rule has been explained in this way. The word Ari is derived from the Turkish and Sumerian word Ara (good, pure).

The ancestors of the Aryans emerged in Central Asia around 15,000 BC and created a great civilization there. The people who created this civilization spread from Central Asia to the world with the beginning of the end of the Ice Age and spread civilization to the world. The people who spread to the world in this region carried the memories of this disaster (FLOOD) in their minds. With the beginning of the end of the Ice Age, the Aryans spread Civilization (KNOWLEDGE) from Central Asia (Figure 16). KNOWLEDGE is a concept equivalent to human nature. Knowledge does not disappear, but while it declines in a place due to the reasons created by nature, the people who migrate from there carry it to the places they go to. They form new belief systems and lifestyles by being kneaded with the lifestyles and beliefs of the places they go to.

Figure 16. The spread of civilization from the Turan region (Ergün, 2024).

With the end of the ice age, these civilizations (until the formation of deltas) were formed around the Caspian Sea, primarily Harran, Aran and Turan. It is known that early civilizations were closely associated with the Caspian Sea region during the Ice Age. During the Ice Age, the Taurus Mountains formed a wall of ice, and in the north of Anatolia and all of Europe, extreme glacial conditions were not suitable for life.

The areas where the Anau civilization developed are where many mountain streams (Amu Darya and Siri Darya) reach the plains. Pumpelly (American archaeologist; 1910s) put forward the theory of “OASIS, FRESH WATER LAKE” while conducting research in Turkmenistan. Childe (1969), who followed this view, also suggested that the first living areas of human beings were these freshwater banks. It is stated in religious books that the city of URFA, established in Southeastern Turkey, was founded by Noah. The city of Urfa was established around Balıklı Lake, a wetland. The civilization advanced to the Konya plain (which was a lake at that time) and Central Anatolia with the development of wheat in 7-8 thousand BC. The Çatalhöyük archaeological site dates back to 7 thousand BC. In 6 thousand BC, the civilization crossed the lake region and reached Hacilar around Burdur-Denizli. It reached the Aegean coast in the west in later years (Figure 17). As can be seen, the first settlements It is between 35-40°N latitudes.

Gordon Childe said:

“EX ORIENT LUX”

(LIGHT COMES FROM THE EAST)

Not only the western civilization but also the world civilization has spread gradually by following the changing climate zones.

Figure 17. The migration from the Harran Plain (Göbeklitepe, Urfa) to the west, following the Neolithic settlements in Anatolia and the Central Anatolian lakes (Göbeklitepe 10000 BC; Çatalhöyük 7000 BC; Troy 4000 BC).

Anatolia is one of the richest regions on earth in terms of natural vegetation. According to recent research, more than 8,000 natural plant species grow in Anatolia today. 2,000 of these are unique to Anatolia. They are not found anywhere else outside of Anatolia (endemic species). Since there are less than 2,000 plant species in all of the British Isles, it is clear how rich the Anatolian vegetation is. The plants that cover the northern part of Anatolia today are the continuation of old northern plants, and the plants that cover the Aegean and Mediterranean coasts are the continuation of Tethys plants. The plants of Middle Eastern and Southeastern Anatolia emerged as a result of the transformation of Tethys plants and northern plants in some places. These plants have undergone major changes since the beginning due to various factors and have survived to the present day. The effects of climate on vegetation are clearly seen in Anatolia today. For example, the Black Sea Region, which is under the influence of a climate similar to the Central European climate, is covered with a vegetation cover dominated by deciduous woody species, while the Aegean and Mediterranean Regions, which have a Mediterranean climate, have a vegetation called maquis, dominated by evergreen hard-leaved shrubs. The Middle East and Southeastern Anatolia Regions, which are more or less under the influence of a continental climate, display a vegetation cover consisting mostly of annual herbs, cushion-forming perennial herbs, and bulbous and tuberous plants.

Knowledge is a concept equivalent to human nature. Knowledge does not disappear, but when it declines due to reasons created by nature, people migrating from there carry it to new places they go. Here, the first civilization formed in the Turan-Caspian Region matured in the Harran Region. They form new belief systems and lifestyles by being kneaded with the lifestyles and beliefs of the places they go. Those who study human history in the context of European-centered thought, until the beginning of the 20th century, showed the Ancient Greek Civilization as the beginning of civilizations. Meanwhile, the reading of hieroglyphs in Egypt revealed that this civilization was before the Greek Civilization. After England conquered the Indian Peninsula, they shed light on the beliefs and languages ​​of this region. From here, they came up with the concept of Indo-European civilization. When the Sumerian and Babylonian tablets were arranged and read, eyes turned to Mesopotamia. Nowadays, when all scientists say the cradle of world civilization, Mesopotamia and especially the Sumerians come to mind. The source of all the Celestial (Blue Sky) Religions is the Sumerian inscriptions. History does not begin and does not end. History is a process and it must be read well. Murat Adji (2019) says: The trace of place and time is always present on the canvas of history. It is possible to notice it, or not to notice it, but it is there. Nothing in this world passes without leaving a trace; because the TRUTH is eternal and no power can erase it.

REFRENCES

Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.

Akıncı, Ö.T., 2009, Ophiolite-Hosted Copper and Gold Deposits of Southeastern Turkey: Formation and Relationship with Seafloor Hy ormation and Relationship with Seafloor Hydrothermal othermal Processes, Turkish Journal of Earth Sciences.

Berberian, M., 1983, The southern Caspian – A compressional depression floored by a trapped, modified oceanic crust: Canadian Journal of Earth Sciences, v.20, p.163-168.

Childe, G., 1926. The Aryans: A Study of Indo-European Origins, Routledge, Trench, Truber.

Ciner, A. ve Sarıkaya, A. 2021. Türkiye buzulları, Atlas Dergisi, Sayı: 339, 44-53.

Çelik, B., 2014, Şanlıurfa bölgesinde “T” şeklinde Dikmetaş bulunan yerleşimlerin farklılık ve benzerlikleri, Türkiye Bilimler Akademisi Dergisi.

Dolukhanov, P.V., Chepalyga, A.L., Lavretova, N.V., 2010, The Khvalynian transgression and the Caspian basin, Quaternary International, 225, 152-159.

Ergün, M., 2024, Metaller ve Uygarlık, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2024, Aryanlar, Kırmızılılar Yayınevi.

Ergün, M., 2025, Uygarlığın Doğuşu ve Yayılımı, Kırmızılılar Yayınevi.

Hacımustafaoğlu, R.,  Özer, S., Elçı̇, H., Çalapkulu, F., Kulaksız, S., İnaner, H., Özkan, İ., Öztank, N., Sonuvar, B.,  2022, Bazda Yeraltı Ocaklarında Yüzeyleyen Gaziantep Formasyonu’nun Stratigrafisi, Fasiyes-Jeokimyasal Özelliklerine İlişkin Ön Çalışma (Harran, Şanlıurfa), Uluslararası Katılımlı 74. Türkiye Jeoloji Kurultayı. Bildiri Özleri Kitabı s.430.

Luckwert, W.L., 2015, Göbekli Tepe, Alfa Printing, Istanbul (420 pp).

Ketin, İ., 1966, Anadolu’nun tektonik birlikleri, Bulletin of the mineral research and exploration.

Petrie, Sir William Flinders, 1924, The Caucasian Atlantis and Egypt, (Ancient Egypt, December).

Schmidt, K., 2012, Göbekli Tepe, A Stone Age Sanctuary in South-Eastern Anatolia, exoriente, Berlin (286p).

Smith-Rouch, L. S., 2000, Oligocene-Miocene Maykop/Diatom total petroleum system of the South Caspian Basin Provence, Azerbaijan, Iran, and Turkmenistan, USGS, Bulletin Bulletin 2201-I, 1-27.

Yılmaz, Y., 1993. New evidence and model on the evolution of the seast Anatolian orogen. Geological Society of America Bulletin.

[1] Prof. Dr. (E), Dokuz Eylül University, Faculty of Engineering, Department of Geophysical Engineering, Department of Applied Geophysics (E) Faculty Member

[2] Prof. Dr., Dokuz Eylül University, Faculty of Engineering, Department of Geological Engineering, Department of Ore Deposits and Geochemistry, Faculty Member

Yazar
Mustafa ERGÜN ve Hülya İNANER

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen