Vicdâna Azapla Varmak

Gürültüye kapılmış, kendine uyumuş çoğunluk indindeki genelleşen yanlışlara “Hakikat” değeri vermek isteyenlere yol açık. 

Kimseye engel olunmuyor. 

Bir çoğumuzun denediği, içinde cehennem azapları yaşatan topluluk disiplinlerine örnek çok. Sevmediklerinizle bir aradasınız, istemediklerinizi yapıyorsunuz, fâsıla vermeyen huzursuzluklardasınız…

Bir de, o sevmeden işlediklerinizin vicdânî izdüşümleri var!

Sizi anaforuna alan gruplar, faaliyetler, bile bile işlenen adâletsizlikler, iltimaslar, nâmus ihlâlleri, hak sâhiplerine rağmen iltimaslıyı kayırma halleri… bir rüzgar dönmesiyle dağılıp gitse bile, vicdanda bıraktığı izlerle sizde kalıcı olacak! 

Suçluluk yakanızı bırakmayacak!

Mücrimlik duyuşunun da tedâvisi yok! 

Tevbeler, hayır hasenât yapmalar… 

Hayır hasenâta da fırsat bulabilirseniz! 

Öyle her mücrime hazîneler verilmiyor ki, kendisini affettirecek hizmette bulunabilsin. Hem zaman geçmiş, kimi ölmüş kimi göçmüş; artık borçlu olduğun muhataplar başka, hayır işlediklerin başka! 

Şu insanlara verdiğin zararı bu insanlarla telafi mümkün değil.

Vicdan müthiş bir hâkimdir!

Kayıtlarını silemezsiniz. Silmeye davrandıkça acısını şiddetlendirirsiniz.

Eee, şu halde? 

Eski yanlışlarda ısrar mı etmek lazım? Yoksa o vicdan yükünü, pişirici bir ocak gibi kalbinin altına koyup, canın yana yana hayra mı dönmeli? 

Hem şerre koşulmanın da şartları var! 

Evvelâ işe yarayacaksın! İstenen nitelikleri taşıyacak, yanlışı merhametine yenilmeden tereddütsüz yapacaksın. İşbirlikçilerine şirin görüneceksin… Yaş ilerledikçe takatten düşen, kurbanlarına acımaya başlayan, içinde vicdan yangını büyümekte olan adam bunları sürdüremez, yapamaz. 

Pekâlâ tevbe edip kurtulsak?

Tevbe! 

İnsanın aslî ruh sâfiyetine dönüşü tevbe. Ancak onca herc ü merçten sonra tevbe etmek vicdandaki izdüşümlerin yok olmasını sağlamaz ki! 

Tevbeye rağmen o izlerle, acıyla, utançla, kederle… yaşayacaksınız. 

O azaptan ancak tam ve kesinlikle sizin bulmanız şart olan bir açıklama ile kurtulabilirsiniz. El tavsiyeleri, takma akıllar, ezber laflarla vicdânınız yakanızı bırakmaz. 

Vicdânınızdaki acıyı tüketecek güçte teskin değeri taşıyan kesin açıklamayı, bizzat inşâ etmeniz gerekir. 

Hizmet, muhabbet ve hayırlarınızla berâber yaşadığınız o azaplar, sizin tefekkür dinamolarınıza dönüşür. 

Kendinizin de dâhil olduğunuz büyük sistemin işleyişini anlayıncaya kadar, kaotik sürüklenişten kurtuluş müşkül. 

Öyle bir vüs’at kazanmalısınız ki, o azaplı işlerin sebep sonuç ilişkilerinden kendi tevhidinizi görebilesiniz. 

Hattâ bâzı günahların azâbı bitmeye de bilir… 

Buna rağmen bir idrak hamlesine imkan verecektir içinizdeki acı.

Evet önemli ve değerli olan “kendi tevhidimiz”dir! 

Her insan kendi tevhidinin peşinde. Eğer başkalarının tevhidi derman olsaydı iş ne kolaydı.

Böylece “ortak din”, “ortak mezhep”, “ortak tarikat”, “ortak cemaat” gibi her derde devâ gösterilen yanılsamalardan da çıkma zamanıdır. Tevhid idraki teşekkül etmiş birisiyle ömür tüketmiş, ama nasipsiz kalakalmış çook benî beşer var…

Dönersek:

Azâbınız imkânınız olur.

“Günah işleyip tevbe eden kavmin tercih edileceği”ne dâir hikmeti bilmeyen yoktur. 

“Siz hiç günah işlemeseydiniz, sizi helâk eder, yerinize günah işleyip tevbe etmiş bir kavim getirirdim”…

“Ümitsizlik yolu değil” geleneğimiz.

*

Yanındaki kalbinde değilse beraberlik ve saadet, kalbindekinin farkında isen de yalnızlık ve hüsran olur mu? Kalbimizdekiyle “barışmadan” saadet peşine düşüyor; fizik yakınlıkları, beden zevklerini, beraber gürültü çıkarmaları, hâriçteki hareketliliğin uyuşturucu tesirini saadet başlığı altına koyuyoruz.

Bu doğru değil.

Bir de, “var olmak” cüziyyet demek, acz demek! Kimse varlıkta iken tamlık iddiasına düşmemeli, kimse kimselere kusursuzluk gösterilerine kalkmamalı. 

Belki kusursuzluk içimizdeki o vicdanda. 

Belki Vicdanıyla barışıklık asıl değer…

*

ÖMRÜNCE HUZURSUZLUK BÜYÜTME!

Bir mübârek vakt-i merhun çalar da

Uyanırız içiçe sevdâlarda…

Yoklukta iken kusursuz muhabbet,

Varlığa mağlub oluruz dünyâda…

İnsanı doymaz iştihâlarıyla berâber mes’ûd etmek imkansız. 

Ateşi düşürülmeden tedâvîsi yapılamayan hastalıklar gibi…Önce o iştihâları üzerimizden çıkaracağız. 

Bizim zaman zaman imrenerek paylaştığımız deniz fenerleri veya çoban çeşmelerindeki istiğnâ, kendine yeterlik, mülklenmeden hizmete âmâde olmak duyuşunda demir atamadıysak, huzur filan yok bu âlemde.

Şükür hâlinin bulunması, sindirilmesi şart huzur için…

Yâni huzur şükürde. 

https://www.kirmizilar.com/8a034d03-75b5-49c1-8e9c-0317580ce6d7″ alt=”?” />

Huzur şükürde de, şükür nerde? 

Şükrün, muhâtab olunan hâdisatdaki İlâhî İrâde’yi duyma mârifeti ve O’nun dâimâ hayrımızı hedefleyen “hikmetini anlamada”, râzı oluşta bulunduğu görülebilse!..

Huzursuzluğun ise, nefsânî beklentilerin körleştirmesinden ötürü o “İrâde”yi görememekten doğduğu…

https://www.kirmizilar.com/8a034d03-75b5-49c1-8e9c-0317580ce6d7″ alt=”?” />

Düzen ve adâleti hâriçtekilerden bekler, kendi nefsimizi her pisliği ile nasıl da mâzur görürüz! Halbuki temel mesele kendimizi bilmek ise bu hastalıktan çıkışın tek yolu, “kendimize âdil olmak” değil mi?

Nefsini bilmeyen âdil olabilir mi? Başkasını “hangi tecrübe” üzerinden anlıyacak, yargılayabileceğiz ki?

Birileri gelecek, her müşkülümüzü çözecek! Bir gün her hevesimize kavuşacağız! 

Ömürler ”beklemekle” tükeniyor.

”Belki bu! Belki şu! Ya şu ise!? Belki yarın, belki gelecek ay!…” 

Beklentiye son olur mu? 

Vekâleten huzur yok arkadaş. 

Beklemekten vaz geçip, kalbindeki ile barışsan, yetinsen ya a birâder! 

Ayrıca, ”yanında” duran eşyâ “kalb varlığı” olamaz! Dostluk adına yanyana ömür tükettiklerimiz de ”kalbimizde” değilse, yalnızlık bitmez ki!.. 

Bir de beden zevklerinden kaydını sildirsen!.. İşte bir ömür aradığın huzur… Mübârek olsun.

Tevbeden korkulur mu yahu?

Tabiî tevbeyi ayrı bir benlik isbat zeminine de çevirmemek lazım. Hakk’ın önünde yok olmaya, var olma hakkının O’na âidiyetine kānî değilsek, o tevbe özünde “şirk” olmaz mı?

“Benim” dediklerimizden hayır niyeti ile vazgeçmek, o “benim diyen aslî özne”yi kendi gerçeğiyle başbaşa bırakacaktır. 

Korkmamak lazım. 

O hal, bir yalnızlık çâresizliği değil; bilakis bir kendini bulma, kendine yetme olgunluğu olacak. “Huzurda” olacağız!

Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen