Yahya Kemal ve Müslümanlık

Yahya Kemal, Üsküp’teki çocukluk ve gençlik yıllarından beslenen “Türk Müslümanlığı” meselesi yüzünden pek çok kişi ile anlaşamamış, bu yüzden sıkıntılar yaşamıştı. Onun bu “Türk Müslümanlığı” hassasiyeti zaman zaman kendisini çok üzmüştü. Muhafazakâr kişilerden çok sert, kırıcı reaksiyonlar almasına da sebep olmuştu. Meselâ çok kıymetli bir kişi olan Ahmet Naim Bey’den de… Yahya Kemal onunla bu yüzden aralarında geçen bir olayı hiç unutmamıştı. 1920-21 yıllarında Tevhid-i Efkâr Gazetesi’nde çıkan, ilhamı eski İstanbul semtlerinden alan yazılarını, “Sizin gibiler yüzünden bu din çok zarar görüyor” diyerek ağır bir şekilde suçlamıştı. Daha sonra da asabiyetle “Bu millete sizin verdiğiniz zararı kimse vermiyor, bir zamanlar Türkçülükle şimdi de İslâmiyet’i efsaneler üzerinde kurulmuş bir din olarak gösterdiğiniz için” demişti. Ve bunun gibi bir sürü suçlamalar…

Yahya Kemal ise her şeye rağmen sevdiği bu zata şöyle mukabele etmişti. “Evet bu millet İslamiyet’i kendi mizacına göre kabul etmiş ve çok eski putperestliği ile karıştırmış, öyle sever ve öyle ölür. Şikâyet ettiğiniz yazılarda ben bu milletin inanmadığı hiçbir şeyden bahsetmedim.

 Siz kalkıp da padişaha karşı, onun şeyhülislâmına karşı ve birçok delâletlere inanan halka karşı “Eyüb’ün mezarı ne demektir? Böyle bir şey yoktur. Böyle bir mevhumenin ziyaret edilmesi İslam akaidine mugayirdir hatta Peygamber’in Medine’deki mezarını bile ziyaret etmek ve orada bir ruhaniyet görmek İslâm’a mugayirdir bunları hemen kaldırınız dediniz mi? Halbuki bugün burada Abdullah Cevdet’ten daha muzır olduğunu söylüyorsunuz. Niçin söylüyorsunuz? Çünkü İslâmiyet’in inkâr edilmesine razısınız. Lâkin bizim milli tahayyülümüze göre mevcut olmasına ve böyle teşrih edilmesine razı olamıyorsunuz.”

Bu şiddetli tartışmanın üzerinden on üç sene geçmiş, Yahya Kemal uzun süren bir kayboluştan sonra büyük bir hasretle dolu olarak İstanbul’a dönmüştür. Daha da Müslümanlaşarak… Büyük bir hasretle âdeti olduğu gibi kendisine ilham veren eski semtleri büyük bir hasretle dolaşmaya başlamıştır. Niyeti Şeyh Vefâ Türbesi ve Ali Paşa Kütüphanesi’ni ziyaret etmektir. Vefâ’ya doğru yürürken, karşıdan Ahmet Nâim Bey’in geldiğini görür. Yahya Kemal’in önünde kollarını açarak durmuştur. Yürüyüşü yorgundur. Hastalıktan kalkmış gibi bir hali vardır. “Bu tesadüf münasebetiyle Cenâbı Hakk’a hamdolsun” dedikten sonra “Avrupa’da uzun müddet kaldınız. Sizi görmeden öleceğime artık inanmaya başlamıştım. İkide bir de “Yârabbi bu adamla son bir defa görüşmemi mukadder kıl, tâ ki söylemek istediğim birkaç sözü söyleyebileyim diyordum.” Demiş, akabinde günah çıkarır gibi devam etmişti. “Dârülfünun’da bir münakaşada bulunmuştum. Senelerce zihnimi meşgul etti. Son senelerde ise ben İstanbul’un birçok semtinde gezmeyi ve aralarında tıpkı senin usulünce eski mimari eserlerin tarihini araştırmayı itiyad edindim. Bu hoş merak beni sardıkça sardı. Senin bir zamanlar Tevhid-i Efkâr’da çıkmış yazılarını buldum ve tekrar okudum. Azim bir zevk aldım. Sana bu yüzden ne kadar haksızlık ettiğimi anladım.”

Ahmet Naim Bey bu karşılaşmadan iki ay sonra öldü. Şairimizin Mustafa Kemal Paşa ile de  arasında buna benzer bazı hadiseler yaşanmıştı. Yahya Kemal’in Mustafa Kemal Paşa’nın müsamahasına sığınarak biraz da çekinerek yaptığı hatırlatmalar Türk Müslümanlığına duyduğu saygı ve muhabbetten kaynaklanıyordu.

Kısacası Yahya Kemal, kendisi kusurlu bir Müslüman olsa da mensup olduğu Türk milletinin yaşadığı Müslümanlığı çok seviyordu. Süleyman Hayri Bolay’ın yazdığı gibi “Onun anladığı ve anlatmaya çalıştığı, İslâmiyet’in Türkler tarafından nasıl idrak edildiği ve yaşandığı ve diğer Müslüman milletlerden hangi noktalarda farklı olduğuydu. Yahya Kemal’e göre vatan bir nazariye değil topraktı. Cedlerimizin mezarlarının bulunduğu, camiler, türbeler, çeşmeler ve selvilerle dolu toprak…”

Süheyl Ünver Hoca’nın naklettiğine göre Madrid veya Varşova elçisi iken katıldığı bir toplantıda bu inancını espri yaparcasına da ifade etmişti. Nüfusumuzun 15 milyon olduğu söylenince düzeltmiş 80 milyon demişti. İtiraz edenlere ise çakırkeyif haliyle “Ben ölülerimizi de saydım çünkü biz ölülerimizle yaşarız” demişti. Bir konuşmasında ise “Ben Malazgirt’ten beri bütün ölenlerle beraber yaşıyorum bizde öyle. Demek ki birkaç yüz milyonluk bir milletiz” diyecekti. İşte milliyetçilik budur.

Yazar
Hicran GÖZE

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen