Şair, “Evler bir nara benzer” demişti. Dışarıya kapalı, içerde göz göz bölmeler… Dışardan bakanlar orada hangi hayallerin yeşerdiğini bilmezler. Ev, sırrını iyi saklar. Dış duvarlar kalındır. Evin ışığı dışarıya sızar, sır, içerdedir.
Ev, birlikte ağladığımız yerdir. Eskiden dumanları tüterdi evlerin. Orada bir hayatın kıpırdadığını çok uzaklardan bile görebilirdiniz. Dumanı sadece tütmez evlerin, türküsünü de / masalını da / ağıtını da gökyüzüne işler: O dumanlar bir bebeğin ağladığının, bir ihtiyarın inlediğinin resmi olur.
Bilen bilir, evin kendi sesi vardı: Dededen toruna değişen, bazan titrek ama sevecen, bazan ince ve sevimli, her zaman tanıdık sesler. Dedeler bir çiçeğe seslenir gibi seslenirdi torunlarına, nineler kelebek kanadına dokunur gibi yumuşacık okşardı onları. O dokunuş, sesten bile hafif, gül yaprakları kadar narindi.
***
O evler önce yoruldu, ezildi; sonra da bir köşede ölüme terk edilip yavaşça çekildi ufkumuzdan. Yüksek, çok gözlü, dumanı tümüyle kendi içine dönen apartmanların arasında yaşamaya çalışmaktan nefessiz kaldı. Nefes olmayınca ses de olmaz, evlerin yası başlar. Kaç neslin anılarının derinlere çekildiği odalarda ses kesilmiş, kapılar pervazlarına yapışmış, duvarlardaki kuş resimleri seçilmez olmuştur.
***
Dağ başında bir ev vardı. Penceresinden ince, titrek (belki de hüzünlü) bir ışık süzülürdü karanlığın kalbine doğru. O evin içinde kimler zamanın fitilini tutuşturur, merak ederdim. Bizim dünyamızdan birileri miydi, yoksa rüyalar ülkesinden mi?
Ev suskundu… Suskun muydu? Belki poyrazlarla, karayelle, karşı yamaçlarla, dağ çiçekleriyle konuşurdu da sesi rüzgârlara / bulutlara / turna katarlarına karışır giderdi.
Penceresinden Kızılırmak görünür müydü? Gözleri, kıyı boyunca nice kuşlara sığınak olan söğütlerin yeşiline bakar mıydı? Her bahar dış duvarları beyaza boyanır, sonbahar yağmurlarında beyazları kirlenirdi. Hangi kadının hayalleriydi duvarlara parlatan ve hangi genç kızın kırgınlıkları, hüznü karışırdı sonbaharda o beyaza?…
***
Bazı evler, daha ömrü varken, pencerelerinden pek çok ışık süzülebilecekken kurban edilirler. İçinde yaşayanlar yağmurlarda ıslanmasın, karda üşümesin, sıcaktan bunalmasın diye yıllar yılı ayakta kalışı, direnişi unutulur. Yıllar yılı dededen toruna içinde yaşanılanların apartman katlarına aynen taşınabileceği sanılır. Oysa duvarların da belleği vardır. Yıkılırken anılarıyla birlikte yıkılırlar… Anılar, toprakta yeşermez, suda yaşamaz. Duvarların aşı boyasıyla, ak toprağıyla, pencere pervazlarıyla, radyonun konulduğu rafıyla, duvarında asılı kamçısıyla, Dağıstan kamasıyla, tertemiz örgülü kabında cuma günlerini bekleyen Kur’an’ıyla birlikte o mekândan sızar, dağılır gider…
***
Burası, yirmi yıl öncesine kadar ayakta duran evimizin yeri. Odalar, yağmurlu havalarda dikilip bacamızdan iştahla dökülen yağmur sularını seyrettiğim sundurma, bir zamanlar tandırımızın da yer aldığı sofa.. hiçbiri yerinde yok. Orada kocaman bir garaj var şimdi. Üç traktör, bir balya makinesi ve başka araç gereçler. Ev yoklara karışmış. İki yanında birer oda ve ortada yaz aylarının hayat sahası sofamız vardı. İki odaya da iki basamak toprak merdivenle çıkılır, sofa, güzel bir sundurmayla gün doğusuna açılırdı. Odaların pencereleri de öyle. Tam karşımızda Sultandağı’ndan başlayıp Kızılırmak’a dik uzanan sıra dağ olmasa güneşi daha erken görecekti evimiz.
Hayatın elemesinden geçebilen üç kardeş bu evde doğmuşuz. İlk ışığı orada görmüşüz. İlk yağmur sesini, poyraz uğultusunu, at kişnemesini, koyun-kuzu melemesini, serçelerin cıvıltılarını ilk o evde duymuşuz. Önüne set çekilinceye kadar Kızılırmak’a kavuşmak için koşturan Acısu deresinin beslediği söğütleri, kavakları o evin penceresinden seyretmişiz. Çocukluk hayallerimiz o duvarların arasında filizlenmiş.
Anamın ninnisini, ninemin masallarını dinlediğim yuvam, demirden kocaman gövdelerin barınağı şimdi. Mevsimine ve işine göre bu demirden gövdeler garajdan homurdanarak çıkar, anılardan, türkülerden, ninni ve masallardan kalmış ne varsa hepsini ta kökünden yırta-dağıta tarlaya mı bahçeye mi giderler…
Bizim türkülerle çıktığımız evlerden o kocaman gövdeler homurtularla çıkarlar, Dönüşleri de homurtuyladır. Ne tarladan bir selam getirirler ne de bir türkü…
***
Evet, ev birlikte ağladığımız yerdir. Fakat bu manzara, artık, beni tek başıma ağlatıyor.
2024-12 Temmuz 2025
[i] Prof.Dr., Emekli Öğretim Üyesi