Ziya Osman SABA

Tam boy görmek için tıklayın.

“Bütün saadetler mümkündür…”

Abdullah Özdemir Ağabey’e…

Yıl 1941’dir, şair Ziya Osman Saba 31 yaşındadır…  Sevgili arkadaşı Cahit Sıtkı’nın “Otuz Beş Yaş Şiiri”nde bahsettiği “yolun yarısına” dahi henüz ulaşmamıştır. Lakin geçip giden zamanı bir daha geri getiremeyeceğini, yaşadıklarını bir daha yaşayamayacağını gayet iyi bilmektedir.  Bundan dolayıdır ki “Geçen Zaman” şiirinde âdeta yalvarırcasına “Yalnız bırakmayın beni hatıralar!” der… Sonra da maziye uzanır, sahip olduğu güzellikleri bir bir hatırlar: doğduğu evden, sevdiklerinin doldurduğu odalardan; temiz uysal çocukluğundan, ümit dolu gençliğinden, bir bayram sabahından, sevgilisini öptüğü o ilk günden bahseder ve “Neler geçmişti aklımdan, nedendi ağladığım, neydi güldüğüm? Ah, nasıldı yaşamak?” der…

Sahi nasıl yaşamıştı Ziya Osman Saba, nerede doğmuştu, kimdi, neler yapmıştı ve nasıl gitmişti bu dünyadan?

Gerçi bu suallerin cevabı onun için pek de önemli değildi. Çünkü o, “Yaşamak için dünyaya gelmişim, kabul.” diye başladığı 1951 tarihli şiirinde şöyle der:

Kabul, ellerimin beyazı, gözlerimin rengi,

Kadın, erkek, evli, bekar, dul,

Toprak üstünde yürümek: kabul.

Toprak altında çürümek: kabul.

Yaşamak her çeşidinden . . . Kem yüz, acı dil

Aç, sefil.

İnsanlara köle,

Allah’ a kul.

Ey, kıtalar, denizler, gök kubbe dolusu:

– Kabul, kabul, kabul!..”

Evet, her şeyi böyle “Kabul” eden zarif şairimiz, acaba diyorum uzun zamandır edebiyat dünyamızda adından pek fazla söz edilmemesini, unutulup bir kenara atılmasını da peşin peşin kabul etmiş miydi?  Neyse…

Ziya Osman Saba, 1910’un Mart’ında İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde doğar.  Güzel bir aile ortamında, mutlu-mesut bir çocukluk yaşarken 1918’de İspanyol nezlesine yakalanan annesini kaybeder henüz sekiz yaşındadır. Babası ikinci kez evlenir ve evden uzaklaşır. Teyzesinin şefkatli kanatlarının gölgesinde büyümeye başlar. On yaşında sıcak bir aile yuvasından uzakta, Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okumak zorunda kalır.

Lise birinci sınıfta şiirle dostluğu iyice gelişir ve pek yakında “Yedi Meşaleciler” ismini alacak olan edebî topluluğun içinde yer alır. Sabri Esat, Yaşar Nabi, Vasfi Mahir, Muammer Lütfi, Cevdet Kudret ve Kenan Hulusi’den oluşan topluluğun en genç üyesi Ziya Osman’dır.   Ne yazık ki o yıl sınıfta kalır. Gerçi kendisi bu durumdan o kadar memnundur ki bunu da “Ziya’ya Mektuplar” kitabının girişinde bakın nasıl anlatır: “…Ben, 1927-28 ders yılını Galatasaray’ın lise birinci sınıf öğrencisi olarak tamamlamışken belki bütün bu şiir çalışmaları sonucu, 1928-29 ders yılında da aynı sınıfın öğrencisi olmaya utançla karışık bir hüzün, kırık bir haysiyetle hazırlanıyordum. Şimdi o sınıfı bana bir daha okutmuş, böylelikle bana şairlerin, arkadaşların tek kelimeyle insanlarının en iyilerinden birinin en yakın arkadaşlarından olmayı nasip etmiş riyaziyeci Dellou’nun o rakam adamının sınıf döndürücü rakamı atan mübarek elini – o el de toprak olmadıysa şayet- öpesim geliyor.”[1]

Lise biri tekrar ettiği o yıl, tanıştığı sınıf arkadaşı Cahit Sıtkı’dır. Onunla kurduğu arkadaşlık edebiyatımıza yeni bir renk, yeni bir hava getirmiş hatta Mehmet Kaplan’a göre “Cahit Sıtkı’nın derin dil zevki ve benzeri olmayan sevgisi Saba’ya gizliden gizliye tesir etmiştir.”[2]

Genç şairimiz 1931’de liseyi bitirip Hukuk Fakültesi’ne başladığı yıl, fena halde âşık olur.  Âşık olduğu kız, birtakım psikolojik sıkıntılarla boğuşan amcasının kızıdır. Aile büyüklerinin bütün itirazlarına rağmen onunla evlenir. Şairin isteği olur ama bu sırada babası vefat eder.

Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra askere gider, dönüşünde Emlak Bankası’na girer, burada beş yıl çalışır. Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’nde sık sık tedavi gören eşinden ayrılmak zorunda kalır. Sevdiklerini yitirmesi, on iki yıl süren mutsuz ve problemli bir evlilik Ziyâ Osman’ın gerek şahsiyetinin gerekse sanatçı kişiliğinin oluşumunda etkili olur… Eşinden ayrıldığı yıl (1943) ilk şiir kitabı “Sebil ve Güvercinleri” yayımlar.

“Sebil ve Güvercinler” adlı kitaba alınan gençlik dönemine ait bu şiirler için Mehmet Kaplan, “1928’de yazdığı manzumelerde, şair, melânkolik, karanlık, hattâ trajiğe giden bir ruh hali taşıyor. Fantastik veya şarka ait dekorlar, karanlık sokaklar, sonbahar ve yağmur, bu şiirlere bedbin bir hava veriyorlar. (…) 1929, 1930, 1931 yıllarında da aynı karanlık atmosfer, onu ezmekte devam eder.”[3]der…

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ikinci kez askere alınır. Askerlik dönüşü ikinci kez evlenmeye karar verir. “Beyaz Ev” isimli şiiriyle bu düşüncesini dışa vurur.

Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.

Her dağ yamacına kurduğum,

Beliren her su kenarında,

Pembe damlı, yeşil panjurlu, balkonlu,

Balkonuna tırmanan sarmaşık.

Gece, pencerelerinden sızacak ışık,

– Evim! Evim! . . Ellerimle asacağım

Camlarına perdelerini.

Yatak odasında düşüneceğiz bir an

İki kişilik karyolanın yerini . . .

Yatak odamız, yemek odası, kiler,

Raflarında ellerinle yapılmış reçeller.

Evet şiir devam eder gider… Sevgili dostu Cahit Sıtkı’nın bu şiirle ilgili yorumlarını “Ziya’ya Mektuplar” kitabındaki 31 nolu mektuptagörebilirsiniz. Ayrıca bu kitapta Ziya Osman’ın ikinci defa yapacağı evlilikle ilgili Cahit Sıtkı’nın başka neler söylediğini, başka başka  mektuplarda da okuyabilirsiniz.

Mesela, 41 nolu mektubunda Cahit Sıtkı sevgili dostuna seslenirken “…Şiir hiç ikinci plana atılır mı? Benden sana tavsiye Ziyacığım, evlendiğin takdirde yenge hanım şiir yazmana sinirlendiği veya onu kıskandığı gün, tereddütsüz onu boşa ve şiir yazmaya, bülbül sesli bir insan kalmaya devam et!” 20.10.1942 tarihli bu mektubu şu satırlarla bitirir:

“Ziyacığım, sen güzel şiirler yaz mesut ol, şâd ol, ben bu güzel vakalardan haberdar olayım, gerisi kolaydır. Haydi gözlerinden, yanaklarından öpeyim. Mektubunu hep beklediğimi bir saniye olsun unutma!”

Bu mektuplar zaten sadece hâl hatır sormak türünden yazılan mektuplar değildir. Her biri âdeta edebî bir sohbetin kapısını aralar ve siz bu sohbet mekânlarında yerli yabancı birçok tanıdık şaire, şiire, yazara, dergiye, kitaba rahatlıkla rast gelirsiniz…

Mesela “Bursa’da Zaman” şiirini yazan Ahmet Hamdi Tanpınar için Cahit Sıtkı şöyle diyor: “…Bursa valisi olsaydım Hamdi’ye bu şiirinden dolayı Bursa’nın fahrî hemşeriliğini takdim ederdim. İşte şiirde mahallilik, Türklük kısacası şairlik böyle olur…” [4]

1944’te yeniden bankadaki görevine dönen Ziya Osman, aynı yıl içinde, mesai arkadaşlarından Rezzan Hanım’la evlenir. Bu hanımdan iki oğlu olur. Lakin çocukluğunda annesinin ölümü, babasından ayrı kalması ve ilk eşinin hasta olması Ziya Osman Saba’nın çok duygulu ve kırılgan bir karaktere sahip olmasına yol açmıştır.  Onun bu hassas yapısı kalbini fena halde yormuş, 1950’de geçirdiği kalp krizi sonucunda işinden ayrılarak evinde çalışmak zorunda kalmış, 29 Ocak 1957’de tekrar geçirdiği bir kalp krizi sonucunda Kadıköy’deki evinde vefat etmiştir.

Oktay Akbal “Şairlere Ölüm Yok” başlığı altında yayımladığı kitabında, “Şiirin yaşı yoktur. Ha bin yıl önce yazılmış olsun, ha bugün!.. Şiir eskimez. Eskimişse, şiir değildir.”[5] der ve bu dünyadan göç eden 13 şair hakkında bir kitap dolusu yazı yazar. Bu şairlerin arasında bir ara Milli Eğitim Basımevi’nin Düzeltme Bürosu şefliğinde birlikte çalıştığı mesai arkadaşı Ziya Osman Saba da vardır.

Oktay Akbal onun için şöyle der: “Şiirlerindeki Ziya Osman’la, yaşamdaki Ziya Osman bir bütündü. Sanatıyla bütünleşmiş pek az insan tanıdım. Öyleleri var ki, kişiyi yanıltır, sanırsınız ki yazdıkları, yarattıkları gerçek yaşamının, içtenliğinin ürünüdür…”[6] ve sonra devam eder: “ Ölüm’ çok geçer Saba’nın dizelerinde… Bazıları sandılar ki Ziya Osman bir ‘ölüm’ şairidir. (…) Öyle değildi. O, yaşamayı severdi. Ölmek, bir vazgeçilmez gerçekti. (…) Ölümden çok söz etmesi ölümü istemesinden, özlemesinden değil, yaşamın insana bir kez sunulan büyük bir nimet olmasındandı, buna inanmasındandı.” der ve onun şu mısralarına yer verir:

“Rabbim nihayet sana itaat edeceğiz

Artık ne kin ne haset ne de yaşamak hırsı

Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı

Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz.

En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz

Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz.”

Haklıdır Oktay Akbal, Saba’nın şiirlerinde ölüm bir gerçektir yaşamak ise bir başka gerçek… İşte size, onun üçüncü şiir kitabının da adı olan “Nefes Almak” şiirinden birkaç mısra:

“Nefes almak, içten içe, derin derin,

Taze, ılık, serin,

Duymak havayı bağrında.

Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.

Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.

Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.

Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes . . .

Anlıyorum, birbirinden mukaddes,

Alıp verdiğim her nefes.”

Türk şiirinde sosyal gerçekçilik anlayışının ön plana çıktığı 40’lı yıllarda Ziya Osman şiirlerinde, genellikle yaşama sevinci ile insan sevgisini, ev hayatını, kadere boyun eğme ve sevdiklerine kavuşacağı öte dünya özlemini yoğun bir şekilde işler. Tanrı’nın rahmet ve merhametine sığınma ve tevekkül, onun şiir dünyasının temellerini oluşturur. Şiiri sade ve yapmacıktan uzaktır. Edebiyatta çağdaşlarının ilgi gösterdiği birtakım edebî modalara da pek itibar etmemiş kendi içinde tutarlı bir şiir dünyası meydana getirmiştir.

Ziya Osman Saba sanattaki yeniliğin insan ruhunun yeniye olan ihtiyacından doğduğunu ve bu yeniliğin olgunlaştığı takdirde her zaman güzel olarak değerlendirileceğini belirttikten sonra; yeniliğin bir ihtiyaçtan kaynaklanması gerektiğini şöyle dile getirmiştir:

“Fakat bütün mesele bu yeniliğin tabiî bir ihtiyacın şevkiyle doğmuş, devresini tamamladıktan, kemale geldikten sonra dünyaya gelmiş olmasındadır. Zorlama, taklit, özenti yenilikler elbette ki ömürlü ve değerli olamaz. Yalnız modadan ibaret kalan ve modaya uymak için yapılan yeniliklerin, sanat dünyasını zaman zaman sarsan gerçek ve yaratıcı yenilikle bir ilgisi olmadığını söylemeye hacet yok.”[7]

Behçet Necatigil de onun hem şairliğini hem şiir anlayışını kendi üslubuyla şöyle özetlemiştir:

“Beni Ziya Osman’a, bir madde ve mâna olarak hep insanın bu kaçırılan tarafı yaklaştırdı. Sanatta içtenliğin bir erdem olduğunu ben bir onda gördüm. Eserine katıksız bir saygıyla bağlı oluşu, yazdıklarını süslemekten onu alıkoyuyor…  ”[8]

Lise yıllarından itibaren meşhur bir şair olmayı hedefleyen Saba, “…şairi, şiir yazmak zorunda kalmış kişi olarak düşünüyorum (…) Bir yanardağın indifa etmesi (lav püskürtme) gibi sahici şair de şiir yazmadan edememiş adamdır. Yalancı şairin tarifi de buradan çıkıyor: Kendini şu veya bu sebeplerden şiir yazmaya zorlayan kişi”[9] der.

Peki ona göre hakiki şiir nedir?

“…hakiki şiirin bir tarifini yapamayacağım, o tarifi bilmiyorum; çünkü hakiki şiir bir sırdır. Bu sırrı ara sıra tesadüfen çözenler olmuyor değil, fakat anahtarını bulmak hiç kimseye şimdiye kadar nasip olmadı.”[10] der.

Ziya Osman şiirlerinde olduğu gibi hikâyelerinde de okuyucuya kendi dünyasını takdim eder. Mesela, “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi”nin sayfalarında onun adım adım gezdiği yerleri birlikte gezer, onunla birlikte sevdalısı olduğu İstanbul’u doya doya yaşarsınız.  Anlatınlar ise elbette en sadesinden “Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini!  Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu.” dediği o mesut günler ve yaşadığı çevredir…

Evet, “Şiirler yazmak için öğrendiğim güzel Türkçe” diyerek dilimizin zenginliğini, kıvraklığını, inci mercan dizer gibi mısralara dizen şairimizle, bir başka sohbetimizde yeniden buluşmak üzere sözümüzü noktalarken gelin, onun en sevgili dostu için yazdığı şu mısraları birlikte okuyalım:

Düşümde gördüm Cahit’i:

Banka gibi bir yer,

Aynı servise verilmişiz,

Yolumu gözler.

Baktım ki, toplamış memurlarını

Nutuk çekmede şefimiz.

El edip geçecektim yerime

Sessiz.

Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.

Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.

O, düşümde ağladı.

Bense uyandıktan sonra.

[1] Haz.  Ziya Osman Saba, “Ziya’ya Mektuplar” Varlık Yay. İst. 1957, s. 3

[2] Mehmet Kaplan, “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri” MEB Basımevi. İst. 1973 s.405

[3] Mehmet Kaplan, “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri” Dergâh Yay. İst. 1998, s. 234-235

[4] Haz.  Ziya Osman Saba, age. s.190

[5] Oktay Akbal, “Şairlere Ölüm Yok” Özgür Yay. İst. 1994, s.7

[6] Oktay Akbal, age. s. 80-81-82

[7] “Yeni Sanatı Nasıl Buluyorsunuz?”, Varlık Dergisi S.315, Ekim 1946, s.7

[8] Behçet Necatigil, “Ziya Osman Saba” Varlık dergisi, Şubat 1967, s.6

[9] Berrin Ar “Ziya Osman Saba’nın Şiir Anlayışı” Türk Edebiyatı Dergisi Ekim 2023 İst.s.99

[10] Berrin Ar, agy. s.94

Yazar
M. Hayati ÖZKAYA

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen