Doğal Afetler Kader Midir?

İnsanın da içinde yer aldığı varlığın, bir tabiî bir de gayr-i tabiî (üretilmiş) alanından söz edebiliriz. Bütün unsurlarıyla birlikte gökyüzü, doğa, insan, hayvan, bitki, madenler ve bunlara hâkim olan fizikî, riyazî, biyolojik, coğrafî, astronomik yasalar (kevnî kanunlar) ya da şekil, sayı, hareket, renk, koku, sıcaklık, soğukluk gibi kategorik nitelikler genel olarak varlığın tabiî niteliklerini/boyutunu; insanın bütün bu unsurlarla kurduğu çok yönlü ilişkilere bağlı olarak oluşan veya ortaya çıkan teorik ve pratik veriler/hakikatler ise varlığın üretilmiş kısmını/alanını oluşturmaktadır. Bu nedenle bir yanda, insanın tesirinden uzak, insanoğlu olsa da olmasa da, var olan doğal veya tabiî bir alan; diğer yanda ise insanın eylemleriyle varlık kazanmış veya varlığa gelmiş üretilmiş, sun’î veya oluşturulmuş bir alan söz konusudur. 

Bu manzaraya dinî/teolojik açıdan bakacak olursak, meselenin ilk kısmının ilahî veya küllî iradenin, ikinci kısmının ise beşerî veya cüz’î iradenin tasarrufuna bağlı olarak oluştuğunu ifade edebiliriz. Bir başka deyişle, varlığın “ilahî ontolojik” boyut veya karakteri ilahi varlığın, “beşerî aksiyolojik” alan ise insanî varlığın irade veya tasarrufuna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Doğu veya Batı geleneklerinde meselenin birinci boyutuyla ilgili olarak ciddi herhangi bir sorun veya tartışma söz konusu değildir. Zira, inanan her insan, varlığın tabiî boyutunun belirli bir plan, takdir ve tanzime göre teşekkül ettiğini kabul eder. Ancak beşerî varlığın iradesi neticesi ortaya çıkan üretilmiş eylem veya fiiller meselesi söz konusu olduğu zaman orada ayrışma veya tartışmalar da başlamaktadır. Yani tarihi süreç içerisinde, beşerî alanın teşekkülünde ilahi iradenin rolünün ne olduğu ya da olması gerektiği, bunun hudut ve şümulünün hangi boyutları içine aldığı/kapsadığı ve bütün bu görüşlerin insani varlığı nasıl etkilediği/şekillendirdiği gibi konular üzerinde oldukça geniş tartışmaların yürütülmüş/yürütülmekte olduğu müşahede edilmektedir. Bu bağlamda, ilahi iradeyi merkeze alarak, insani olanı tümüyle devre dışı bırakan yaklaşımlardan, bunun tam aksini ileri süren iddialar ya da bu iki alanı belirli bir vasatta telif etmeye çalışan görüşlere kadar meseleyi bütün boyutlarıyla savunan anlayış, davranış ve tutumların varlığı tarihsel süreçte olduğu gibi bugün de aynıyla mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Ve irade veya kader ekseninde ortaya çıkan bu tür tartışmalar öyle anlaşılmaktadır ki bundan sonra da insanın inanç, düşünce, tasavvur ve muhayyilesinin bir dışa vurumu olarak devam edeceğe benzemektedir.

Kategorik nitelik veya kevni kanunlardan oluşan, insan da dâhil olmak üzere varlığın “ilahî ontolojik” boyutu veya tabiî hali; Allah’ın takdir, tedbir, nizam, ölçü veya kaderinin izlerini taşımaktadır. İşte bizim de kısaca “İnsanı aşan alan/meseleler” olarak niteledirdiğimiz kader olgusu budur ve kendi doğası da dâhil olmak üzere insanın buna güç yetirmesi veya bunu değiştirmesi mümkün değildir. İşte inanan insanların itikadî olarak dikkate alması gereken alan burasıdır. İnsanların doğal halleri bir yana, özgür iradeleriyle ortaya koydukları söz ve fiillerin kaderle doğrudan bir ilgilisi söz konusu değildir. O nedenle beşerî aksiyolojik alanda kaderden ziyade karakter ya da kararlardan söz etmek daha isabetli olacaktır. Haliyle insanlar özgür/hür iradeleriyle düşünür ve yaparlar, hangi yönde olursa olsun sonuçlarıyla da yüzleşirler. İlahî tabiî dokusunu muhafaza eden insanların, Mevlana’nn ifadesiyle; iyi işler yaptıkları zaman sevinmesi, kötü işlere bulaştıkları zaman ise üzülmesi bunun tabiî bir neticesi olarak değerlendirilebilir.

Diğer tabiî veya doğal durumların yanı sıra deprem, sel baskını, yangın, hastalık gibi menfî vakaların bizatihi kendisi de ilahî ontolojik alana aittir ki bütün bunların hepsi kader veya kaderin bir parçasıdır. Haliyle inanan bir insan için eksik/dûn/nâkıs olan bu dünyada bunların meydana gelmesi tabiî veya olağan birer duruma işaret etmektedir. İnsanolunun sahip olduğu maddî ve manevî imkânlarıyla bunlara karşı mücadele etmesi gerekmektedir. Yetki veya sorumluluğun İlahî olandan beşerî alana geçiştiği nokta da tam olarak burasıdır. İşte burada bütün mücadelelere rağmen insan bunlara engel olamıyor ve bu olaylar insanı aşıyorsa bu da kader veya kaderin içerisinde değerlendirilebilir. Ancak bu tür olaylar; insanoğlunun dünyevî çıkarı, tembelliği, nemelazımcılığı veya ihmali gibi nedenlerle meydana geliyor ya da önüne geçmek için gerekli önlem/tedbir alınmıyorsa bu kâbil hadiseleri Allah’ın kaderiyle irtabatlarındırmak güçleşmektedir. Bu tür hadiseler insanların kendi elleriyle kendi başlarına açtıkları işten başka bir şey değildir. Dahası, ister dinî ister felsefî olarak bakalım insanın iradî zafiyetinden kaynaklanan bu tür hadiselerin/durumların her biri aksiyolojik alanda cereyan eden bir tür kötülük halidir. Bu kötülükler ise diğer kötülük veya kötülüklere yol açmaktadır. Allah ise kötü veya kötülüklerden münezzehtir. Bir başka ifadeyle, özellikle Müslüman coğrafyalarda yaşanan pek çok yıkıcı hadisenin sebebinin ilahî ontolojik alandan ziyade beşerî aksiyolojik alandan kaynaklandığını söyleyebiliriz. 

Prof.Dr. İbrahim ÇETİNTAŞ
KSÜ İlahiyat Fakültesi

 

Yazar
İbrahim ÇETİNTAŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen