Eforizmalar

İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel nitelik nedir deseler, dildir derim.

Konuşmaya, yazmaya, düşünmeye, anlamaya, anlatmaya, kavramaya yarayan dil.

Hayal kurmaya, plan yapmaya, geçmişe ve geleceğe sinyaller göndermeye aracılık eden dil.

Şiire, romana, öyküye, denemeye… kurguya kapı aralayan dil.

Uzar gider dilin insanla olan birlikteliği.

Bedene kattığı ruh, ruha kattığı derinlik.

Dili insandan, insanı dilden ayırdınız mı geriye bir şey kalmaz. 

Yazla kış, sonbaharla ilkbahar, geceyle gündüz birbirine karışır.

Cümle yaşanmışlıkların kıyameti kopar.

Yaprak kımıldamaz.

İnsanız, yankı gibiyiz. 

Varlığımız da yokluğumuz da dile bağlı.

Dili olmayanın kendisi de yok gölgesi de. 

Bugünü inşa eden de geçmişi geleceğe bağlayan da dil. 

Dilsiz insan, toplum, çağ “annesizlik” gibidir, travmalar doğurur, travmalar büyütür, çaresi olmayan, boşluğu dolmayan.

Ve geldik dilin aşikâr sırrına:

Dili yaşatan ve geleceğe taşıyan sanatçılardır, bilim insanları değil. Üzgünüm ama, bilim insanlarının bir kısmı, inceliklerinin farkında bile değiller dilin. Bağlamlarından ne kadar uzaklar kelimelerin. 

(Ne bilim insanları tanıdım zaten yoktular.) 

Daha ilginç bir şey söyleyeyim. 

Dil yetkinliği gelişmemiş kimselerin bilim insanı olabildikleri memleketlerde evrensel anlamda bilgi de (bilim de) üretilmesi mümkün değildir. Kimseye kızmayın boş yere. Kendi dilini öğretemeyen, kavratamayan, sevdiremeyen eğitim, olmasa da olur. Nakilcilik ve tekrara dayanan bilgi anlayışı hakimdir böyle yerlerde. Kıssalar, efsaneler, dedikodular anlatılır bilgi yerine. (Çünkü ayrık otları sarmıştır her yeri.) Böyle yerlerde sosyal bilimler üvey evlat muamelesi görür. Edebiyat sahipsiz, felsefe öksüz, sosyoloji gereksiz, tarih anlamsızdır. 

Dilin özel hâllerinden biri eforizmalardır. 

(Aforizmalara eforizma diyeceğim, insan zihninin harcadığı çabaya (efora) saygı anlamında.) 

Eforizmaların birçok sosyal bilim ve yaşanmışlığın yanı sıra şiirden, şiirin anlamlı en küçük birimi olarak düşünülebilecek dizelerden beslendiğini düşünüyorum, yanılmayı göze alarak. Hatta her eforizmanın bir şekilde şiirsellik barındırdığını da iddia ederek.

Bakmayın “Rüya gibi bir yazdı.” demesine üstadın. Ne rüyası kaldı ne kendisi geçmişteki hazların.

Hilmi Yavuz büyüğüm;

“Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim

Ve aşklar o ilk şiirden arta kalandı” der. 

Şiir, yazın serinliği, dilin dinginliğidir. Şiir, dilin ve gülün ustasıdır. İki dize yazı çağıran öncü seslerdir. Her yaz şimale doğru yol düşürmekten vazgeçmeyen.

(Bugünlerde, Albert Camus’nün Yabancı’sını okumalık bir hava var.

1942’de yayımlanan bu eseri okumadıysanız mutlaka zaman ayırın derim.

Kaç yıl geçti giriş cümlelerinin etkisi hâlâ üzerimde.)

Yaz mevsiminin ve dahi ağustosun gülüdür eforizmalar. 

İstedim ki bir yazıyla olsun serinlik getireyim hanenize, içinize, hüznünüze. Dil, insanın yüreğini serinletendir, onarandır da ondan. Cennete açılan pencereler de ondadır, cehennem kapıları da. Gökten düşüşün de göğe yükselişin de merdivenidir o.

Dürüstlük ve haktan yana olmak öyle bir cevherdir ki zamanınız sizi anlamasa hatta reddetse bile emin olun ki tarih sizi yazacaktır.

(Eforizma sesli düşünmektir.)

Zaten her şey tarih yazsın diye değil mi?

(İnsan, avunandır.)

Ya tarih yazar, tarihçiler yazamazsa.

(İnsan, işine geleni görür.)

Ân’ın, günün tanımadığını, zamanın devre dışı bıraktığını gelecekle teselli etmek içime sinmiyor. 

(Her şey yerli yerinde, zamanında güzel.

Gelin gittikten sonra kına meselesi…)

İnsan yaşarken görmek istiyor üzerinde nasıl durduğunu yaptıklarının.

Gelecek kürk giydirmiş, bana ne?

Mezarımda gonca bitmiş, kimin umurunda?

Gülün kokusunu taze taze içime çekmedikten sonra.

(Yaşamak, farkında olunmaktır.)

Ömür bir gündür, o gün bugündür. 

(Sadece bugün vardır.)

Geçmişle korkutan gelecekle avutan bugünü öldürür. 

Günü olmayanın geçmişi yük, geleceği aldanıştır.

(Yaşadığı zaman çöreklenir, güneşe maruz kalır insan. Gölgede oturanın uyuyandan farkı yoktur.)

Sevdiğini sözleriyle de ağırlar insan.

(Sevgi dili doğurur, dilde yaşar, dille büyür.)

Bazen kelimeler biter

Geriye dostların anlayışı kalır

(“Gözyaşımı gözden gizli silenim.”

Dıranas)

Kimse sizi sıradanlaştıramaz

Siz izin vermedikçe

(Bütün suç bende…) 

Bana, kırılmış ve incinmiş dallardan kendine yuva yapan kuşların ilmini öğret Allah’ım!

(Duanın en güzeli kâinatın dilini öğrenmekle yapılır.)

Güzellik bir ülke olsaydı

Sen onun göğü olurdun

(Mavi…)

Siz dalgaları gördünüz

Kıyamet içimdeydi

(Nuh)

Bir Yusuf yalnızlığıdır bu

İçimin kuyularınca güzel

(“Düştüğüne eyleme teessüf

Mirâcını çehte buldu Yusuf”

Galip Dede)

[“Sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor

Birini bitirmeden aklın öteki yolculukta”

(Attila İlhan)]

(İnsan yarım bırakandır, kendini bile.)

İnsanın başkalarına ve kendine yabancılığını vurgulayan iki Kafka sözüyle bitirelim yazıyı:

“Her şeyi yanlış yorumluyorsunuz, suskunluğu bile.”

“Beni hayal kırıklığına uğratan kendimden başkası değil.”

Yazar
Muharrem DAYANÇ

Muharrem Dayanç, Sakarya, Geyve, Karaçam Köyü’nde doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Adapazarı’nda tamamladıktan sonra, 1990 yılında, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Daha sonr... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen