İlhan Berk’e Göre Modern Türk Şiiri Kiminle Başlar?

Muharrem DAYANÇ*

Giriş veya Modern Şiir Kiminle Başlar?

Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin modernleşmesinin ne zaman, nasıl, kimlerle ve nelerin etkisiyle başlatılabileceğinin tartışıldığı bir derste, şiirin temel unsurları üzerinden -şekil, içerik, dilin geliştirilmesi/yenilenmesi, sonraki kuşaklara etki vb.- konu iki şaire kadar daraltılır. Bu iki şair, Nâzım Hikmet, Mehmet Âkif ve Necip Fazıl’ın bir adım önüne çıkan, Yahya Kemal ile Ahmet Hâşim’dir.

  1. Hâşim’le karşılaştırıldığında uzun sayılabilecek bir ömür sürmekle beraber siyasetle arasına mesafe koymaması, değişik devlet hizmetlerinde görev alması, öğrencilerinin zamanla -siyasî, kültürel ve akademik anlamda- muktedir insanlara dönüşmesi, yazdıklarında geniş kitlelerin nabzını tutması, teoride “Asıl şiire târizlerin en keskinleri, öteden beri, şiiri bir müddeâya âlet ederek teganni edenlerden gelir. Ahlâk, dîn, milliyet, vatan, veyahut halk ideallerini birer kıyam bayrağı gibi kaldıranlar, her millette ve her zaman, hâlis şiir’i, -daha doğru tâbirle asıl şiiri- derd edinmiş olanlara en acı bir vicdan dâvâsı açarlar ve onları tezyîf hattâ tahkîr ederler.”[1] derken uygulamada bunu çoğu kez göz ardı etmesi gibi, Y. Kemal’in bütün yönleriyle masaya yatırıldığı dersin sonunda bir öğrenci şuna benzer bir soru sorar: Benzer süreç ve yaklaşımların insanları oldukları hâlde Y. Kemal niçin A. Hâşim’den hep bir adım önde? A. Hâşim’in 1933’te ölmesinden sonra Türk şiirinin tuttuğu yol göz önünde bulundurulduğunda modern Türk şiirini A. Hâşim ile başlatmak daha doğru olmaz mı?

Sorunun ilk kısmı, yazının sonunda Sezai Karakoç’tan yapılacak iktibası -tersinden de olsa- akla getirecek şekilde, “Y. Kemal, ‘Süleymâniye’de Bayram Sabahı’, ‘Açık Deniz’, ‘Itrî’, ‘Hayal Beste’, ‘İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar’, ‘Eski Musiki’ gibi konuya yaslanan ve toplumun önemli bir kesiminin nabzını tutan şiirlerin sahibidir de ondan.” ifadeleriyle kısa yoldan cevaplanır. Sorunun ikinci kısmına bir süre herkesi ikna edecek bir cevap bulunamaz, ta ki İlhan Berk’in düz yazılarını okuyana kadar. Okumalar belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra, “Acaba, İ. Berk’in ruhu da mı dersteydi?” duygusu oluşur hocasında, talebesinde.

İ. Berk, Düşün dergisine verdiği uzun mülakatta etkilendiği yerli ve yabancı yazarların/şairlerin âdeta haritasını çıkarır. İlk sırayı “kendisine en yakın şair” olarak gördüğü A. Hâşim’in aldığı bu listedeki diğer yazarlar/şairler (hatta felsefeciler, sosyologlar) Yahya Kemal, Necip Fazıl, Walt Whitman, Charles Baudelaire, Nâzım Hikmet, Guillaume Apollinaire, Paul Eluard, Louis Aragon, André Breton, Henri Michaux, Stephan Mallarmé, E. E Cummings, René Char, T. S. Eliot, Edmund Husserl, Carl Marx, Jean-Paul Sartre, Francis Ponge ve Konstantinos Kavafis’tir.[2] Orhan Koçak ve İskender Savaşır’ın İ. Berk’le yaptığı bir başka konuşmada ise listeye Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü, Oktay Rifat, Edip Cansever, Cemal Süreya, Metin Eroğlu gibi yazarlar da girer.[3] İ. Berk’in bu ve buna benzer şahıs listeleri oluşturduğu yazılara/konuşmalara bir bütün olarak bakıldığında bu yazarlar/şairler içinde üç ismin öne çıktığı görülür: “Beni en çok ilgilendiren üç örnek var edebiyatımızda: Ahmet Hâşim, Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet… Bu şairleri çok sevmişimdir.”[4] İ. Berk değişik vesilelerle bu üç müellifin adını anmaya devam eder: “Cumhuriyet şiiri, Yahya Kemal, Ahmet Hâşim, Nâzım Hikmet demektir. Topu topu üç çizgidir yani.”[5]; “Aslında biz kendi geleneğimizi kendi kuran o yıldızlar kümeleriyiz. Bizim göğümüz boş. Bir Ahmet Hâşim, bir Yahya Kemal, bir Nâzım bunda bize yardımcı olabilir diyorum.”[6]

İ. Berk’in hayatında etkili olmuş edipler biraz zorlamayla ikiye kadar iner. Bu ikiye iniş, -nihai tercih göz önünde bulundurulduğunda- hedeften bir önceki adıma işaret eder. Bu kompozisyon içinde İ. Berk, Cumhuriyet sonrası modern Türk şiirinin kiminle başlatılabileceğiyle ilgili soruyu yıllar öncesinden hissetmiş ve bunun cevabını vermiş bir kâhin gibi durur. “Ahmet Hâşim mi, Yahya Kemal mi?” klişesini kullanmasından da anlaşılacağı üzere o, kendisi gibi düşünenlerle yetinmez karşıt görüştekilerle de duygudaşlık kurmayı dener. Daha ilk cümlede tercihini ortaya koyan İ. Berk, Y. Kemal’in öne çıkışının nedenlerini, derste verilen cevabı akla getirir bir tarzda, Sabahattin Eyuboğlu ve Nurullah Ataç’ın da tanıklıklarına başvurarak şöyle yorumlar:

“Ahmet Hâşim mi, Yahya Kemal mi? denilse Ahmet Hâşim derim hemen. Öte yandan, dünkü gibi bugün de Yahya Kemal’in daha bir okunduğunu biliyorum. Sabahattin Eyuboğlu, Yahya Kemal’in Batı şiirine geçişimizde büyük bir yeri olduğunu söyler. Yahya Kemal’in bir köprü görevini yüklendiğini anlatır. Sonra da onun tarih görüşünü tutar gibidir. Eğilir onun önünde kısaca. Ataç da zaman zaman Eyuboğlu gibi düşünür, ama öyle büyük bir hayranlık duymaz. Bana gelince, benim Yahya Kemal’e büyük bir saygım vardır. Bu önce Batı’ya karşı koyduğu hesaplaşıcı, özümleyici tarih anlayışından gelir.” [7]

İ. Berk’in A. Hâşim’i Tercih Etmesinin Nedenleri

İ. Berk -birçok yazarda da görüldüğü üzere- A. Hâşim’den bahsederken bir şekilde Y. Kemal’in de adını zikreder. Bu tavır, o dönem ediplerinin önemli bir bölümünün zihinsel arka planlarını göstermesi bakımından mühimdir.[8] İ. Berk’in, “Beni en çok etkileyen Ahmet Hâşim olmuştur. Bir Ahmet Hâşim şiirini tanımam bana yetmiştir. O çağda Yahya Kemal yaşıyordu. Onunla tanıştım, beş, altı defa ona gittim. Ama Ahmet Hâşim’in hayal dünyası beni çocuk yaşımda, daha ortaokul sıralarında etkilemişti. Ben bu dünya ile beslendim.”[9] ifadeleri bu iki şairin isimlerinin değişik nedenlerle birlikte anılmasının, İ. Berk özelindeki (biyografisindeki), bir başka örneği olarak görülebilir.

  1. Hâşim’le Y. Kemal’in adının birlikte geçtiği bir başka yazısında İ. Berk, “Batı şiirine daha yakın ve çağdaş olması” nedeniyle tercihini A. Hâşim’den yana kullandığını söyler. Böyle bir tercihin ortaya çıkışının bir başka nedeni ise, bu şairlerden birinin yüzünün geçmişe (Y. Kemal) diğerinin geleceğe (A. Hâşim) dönük olmasıdır:

“Ama ben yine de Ahmet Hâşim’i yeğlerim nedense. Üstelik Ahmet Hâşim’in dili gittikçe ölü diller alanına katılıyor; okunması yarın daha da zorlaşacak, biliyorum. Ahmet Hâşim’i yeğleyişimin iki nedeni var: Önce Batı şiirine onunla daha yakınız. Bu konuda Yahya Kemal’i daha bir gerilerde görüyorum ben. Sonra da Ahmet Hâşim her anlamda daha çağdaş. Sanki daha baştan, biri geçmişi; biri de geleceği seçmiş gibidir. Ahmet Hâşim’de tarih hiç vurmaz, tarih kendisidir sanki, ama çağdaştır. Hem de Türk şiirindeki geleneğe ters düşmeden çağdaştır. Ben Ahmet Hâşim’de çağdaş şiirimizin asıl çizgisini buluyorum. Bizim asıl çağdaşımız odur, diyorum.”[10]

Turgut Uyar, “Hâşim’i özden çok biçimi değiştirmiş bir ozan saymak haksızlık olur sanıyoruz. O değiştirdiği biçimle birlikte, şiirimize kendine özgü bir takım özler, hiç değilse konular getirmiştir.” dedikten sonra ekler, “Daha ileri giderek diyeceğim ki, Yahya Kemal’i özel bir yerde, Türk şiirinin gelişme çizgisi dışında tutarak, yeni Türk şiirine Hâşim’i başlangıç tutmak daha uygun olur kanısındayım.”[11] T. Uyar’ın bu sözleri İ. Berk’in fikirleriyle örtüşür. Bu iki şairin A. Hâşim ve Y. Kemal’e bakışlarındaki benzerlik, İkinci Yeni bağlamında ayrı bir dikkati hak eder.

İ. Berk’in A. Hâşim’i tercih etmesinin bir başka nedenler kümesi “şiir türüne bakış”, “şahsî hayat tecrübeleri (biyografik unsurlar)” ve “ruh dünyalarının örtüşmesi” gibi unsurlardan oluşturulabilir. Tutkuya dönüşen anne sevgisinin öne çıktığı, mahrumiyetlerin/acıların çocukluk şartlarını belirlediği benzer hayat tecrübelerinin böylesi bir yakınlığın yolunu açtığı düşünülebilir.

Bir yazısında, “Yıllardan sonra yeniden Ahmet Hâşim’i okuyorum. Özellikle de üstünde pek durmadığım şiirlerini, Şi’r-i Kamer’i. Çocukluğumun, gençliğimin ozanlarındandır Ahmet Hâşim. Beni en çok etkileyendir sanırım. Şi’r-i Kamer’i, bu ilk şiirlerini, yeniden okuyunca anladım, acının ozanı o. Acının ve melâlin. Ne hüzün, ne can sıkıntısı, usanç, melâl. Daha Türkçede anlamını bulmuş değiliz melâlin. Daha çok bir yıkıklık, bir bırakılmışlık, acı bulurum ben Hâşim’de. Acı, ilk şiirlerinde daha da belirgin. İlkin bu oldu bana çarpan. Ama asıl söylemek istediğim bu değil. Şi’r-i Kamer’de büyük bir şiir buldum, onun büyük bir acı kazıcı olduğunu anladım.”[12] tarzındaki ifadeleriyle A. Hâşim’in çocukluğundaki/gençliğindeki yerine vurgu yapan İ. Berk, kendi hayatıyla A. Hâşim’in hayatı arasında “yıkıklık”, “bırakılmışlık”, “umutsuzluk”, “yalnızlık”, “dışlanmışlık” “atılmışlık” gibi olumsuzluklar üzerinden sürekli benzerlikler/bağlar kurar, tersinden ifade etmek gerekirse A. Hâşim’e yaslanır, sığınır. Burada dikkat çeken bir diğer nokta, iki şairin de şiire giden yolda veya bir başka ifadeyle içten dışa doğru yaşanan bu serüvende takip ettikleri ortak çizgilerdir:

“Ben Ahmet Hâşim’e baktığımda onunla paylaşacağım yığınla neden buluyorum. Şairlerin umudu yoktur. Ben bunu hep yaşadım. Önümde Ahmet Hâşim olmasaydı belki de buna dayanamazdım. Ahmet Hâşim umutsuzluğu hiçbir şairin yaşamadığı biçimde yaşamıştır bizde. Hâlâ da yaşıyor. Daha ilk şiirleriyle yalnızlığının, atılmışlığının, dışlanmışlığının ayırdına varmıştır. Umudun değil adı, gölgesi bile görünmüyordur. Kendi ülkesinde bir hayalet gibi dolaşmıştır. Şiiri üç beş kişi dışında yok düşünülmüştür. Türk şiiri kaynak olarak onu hiç ilgilendirmemiş gibidir. (Divan şiirinden bir dize bile ağzına almadığını söyler Ataç). Bugün Ahmet Hâşim’e baktığımızda şiirini sınır dışı savaşlarla kazandığını görüyoruz. Çağının şiiri neredeyse ordan bakmış, ona en doğru kılığı öyle biçmiştir. Kendi ülkesinde şiiri bugün de yalnızlık savaşı vermektedir. Benim Ahmet Hâşim’le paylaştıklarımın başında bu yalnızlık hep vardır. Vardır çünkü ben kendime Ahmet Hâşim’i ta baştan örnek bir şair diye seçtim, bu bugün de böyle. Ahmet Hâşim’i bir yana bırakırsak, benim kaynağım da sınır dışı alanlarda olmuştur. Şiir, uçları görmeden, uçlarla savaşa girmeden yazılamaz.

Benim Ahmet Hâşim’le paylaştığım sade bu yalnızlık değil elbet, umutsuzluk da. Belki de asıl paylaştığım o.”[13]

İ. Berk’in A. Hâşim’i tercih etmesinin bir başka kolu İkinci Yeni şiirine çıkar. İ. Berk’e göre A. Hâşim İkinci Yeni’nin öncüsü, hazırlayıcısı, hatta başlatıcısıdır. Çünkü İ. Berk, “divan şiirinden sonra bir şey demeyen (anlatmayan demek daha doğru) şiire, salt şiire ilk olarak Ahmet Hâşim’le yönelindiğini”[14] düşünür.

“Anlamla Yola Çıkılmaz”[15] adlı yazısının birinci bölümünü “Her şeyden önce bir şiirden düzyazıdan anladığımız anlamda bir anlam beklemek, ona öyle yaklaşmak şiirin doğasına aykırıdır. İyi bir şiir bir şey anlatmak şöyle dursun, ona uzaktan yakından yanaşmaz; arkasını döner. Anlatılmaz olanladır onun çabası, savaşımı.” ana düşüncesi üzerine kuran İ. Berk yazının devamında konuyu yine bu şaire getirir. A. Hâşim’i “Türk şiirinde anlam sorunu üstünde” düşünen ilk yazar olarak öne çıkaran İ. Berk, Piyale önsözünde yer alan “Şairin dili düzyazı gibi anlaşılmak için değil ama duyulmak üzere oluşmuştur.”[16] cümlesini de alıntılar. Bu iktibas, İkinci Yeni’nin şiir dilinin dayanak noktalarından birine vurgu yapması bakımından önemlidir.

İ. Berk, dizenin serüvenine değindiği bir başka yazısında da A. Hâşim ile İkinci Yeni arasında bağlar kurar. Yazının üçüncü bölümünde Hamit’in şiirdeki yıkıcılığı ile Y. Kemal’in mısraya olan katkısına/tutkusuna kısa kısa değinen İ. Berk sözü A. Hâşim’e getirir ve “Dizenin şiir gövdesi boyunca dağılışı ise Ahmet Hâşim ile gerçekleşecektir. Hâşim dizeyi yayarken dizenin özgürlüğünü de, dize kalarak -modern şiirin bir ilkesi- korumasını bilecektir.” der. Dizeyi “bir sözcük gibi şiirin her yerine dağıtıp bırakan”, “kıran/parçalayan” insan olarak Nâzım’a da gönderme yapan İ. Berk, yazının sonunda, İkinci Yeni’nin dize karşısındaki tutumunu A. Hâşim’i akla getiren şu sözlerle toparlar:

“Her dizede şiiri yeniden başlatmak; tek dizeyi iki üç dizeye bindirerek, anlamı dağıtmak; alışılmış sesi, yapıyı, dizemi (ritim) bozmak. Bunları İkinci Yeni’nin başlangıç ilkeleri olarak kabul edebiliriz; hiç değilse Galile Denizi’nin ilkeleri olarak”[17]

“İ. Berk-A. Hâşim-İkinci Yeni” üçgeni bir başka yazıda bu sefer “anlatan şiir” ile “sezilen/duyulan şiir” kavramlaştırmaları üzerinden kurulur ve burada A. Hâşim, “sezilen/duyulan şiir”in öncüsü olarak kayıtlara geçer:

“Dahası şiir, yontu, resim gibi elle tutulur, görülür bir şey de değildir. Yani kimi sanatlar gibi anlatılan bir sanat değildir. Sezilen, duyulan bir sanattır. Bir söz sanatı olmasına karşın, sözün en çok üstünün çizildiği, anlatının sıfıra indirildiği, daha çok da anlatılmazlığın alanında dolaşan, onun varlığını duyurmaya, yankılamaya çalışan bir sanattır. Tanzimat’tan bu yana Ahmet Hâşim’i, hem de yalnız onu, bir yana bırakırsak, şiir bizde duyuran sezdiren değil de, hep anlatan bir sanat olarak düşünülegelmiştir. Bu yüzden de şiir, düzyazının alanında, daha çok orada kemikleşmiştir. Böylece de, düzyazıdan istenen her şey ondan istenmiştir. Okur (ki yok böyle bir şey, ya da bu benim için böyle) bu büyümek, değişmek, alışkanlıklarından vazgeçmek bilmeyen kar altındaki bu gizemli çocuk, ancak düzyazıda aradığını onda bulduğu zaman sevmiştir onu. Bunun için Ahmet Hâşim, bu büyük yalnızımız, hâlâ keşfedilmeyi bekleyen anakaralardan biri değil midir?

Türkiye’de şair yalnızdır. Yaşamı da bir protestodur. Ahmet Hâşim böyle bir toprakta yaşadı. Sessiz ve yankısız.”[18]

Sonuç veya Y. Kemal’e Sorular

Fazla örneği olmamakla birlikte, etkilendiği şairlerin/yazarların adını zikretmede oldukça cömert davranan İ. Berk, içten ve dıştan alıntıladığı bu isimleri yeri geldiğinde kırpmaktan da imtina etmez. Onun, A. Hâşim-Y. Kemal karşılaştırmalarındaki tercihi bellidir. Başka bir ifadeyle konu Türk şiirinin modernleşmesi olunca Y. Kemal, A. Hâşim’den sonra gelir. (Cemal Süreya ise “İlk modern şairimiz de (Ahmet Hâşim’le birlikte) odur.” derken önceliği Yahya Kemal’e verir.)[19] İ. Berk’e göre “Türk şiirinde -her anlamda- asıl modernist” A. Hâşim’dir (A. Hâşim modern mi, modernist mi?):

“‘Nasıl söyleyeceğim?’ düşüncesi bizim edebiyatımıza çok geç gelmiş bir tavırdır. İlk büyük ustalardan biri de Yahya Kemal. Bu tavır, Modern’in bir ucu olarak alınmalı derim. Sonra da benim için Türk şiirindeki asıl modernist Ahmet Hâşim’dir. Yahya Kemal’i oraya koyamam ve hâlâ Yahya Kemal ile bir yere çıkılacağına inanamam. Ahmet Hâşim’in dilinin bu kadar ağdalı oluşu da benim için pek önemli değil. Piyale’nin önsözü, sanki Mallarmé’nin kaleminden çıkmış gibidir. Modern şiirin çok önemli bir örneğidir bu metin. Ahmet Hâşim şiiri çok iyi bir yerden yakalamıştır.” [20]

Şimdi yazının başında kendisine gönderme yaptığımız Sezai Karakoç’u hatırlama zamanı. S. Karakoç, İkinci Yeni hareketi içinde, A. Hâşim’i benimseme ve öne çıkarma bahsinde dönemindeki koroya fazla itibar etmeyenlerden. O, konuya yaslanan şiirlerinden hareketle Y. Kemal’i olumlar daha çok. İdeolojilerin estetik algıları belirlediği bu süreçte ona göre Y. Kemal’i güçlü kılan yanlar, bir başka kesim bunun tam tersini düşünür, milletinin değerlerine dil aracılığıyla tercüman olmasıdır. Ucu bir şekilde bugüne kadar gelen bir yaklaşımla söylemek gerekirse Türk edebiyatındaki beğenileri daha çok eleştirmenlerin durduğu yerler belirler. Dolayısıyla S. Karakoç durduğu yerden, yazının başında verilen cevabı da akla getirir, Yahya Kemal’i şöyle görür:

“Dinin aleyhinde, İslâm’ın aleyhinde yazsaydı, onu âdeta ödüllendirirlerdi çağının güçlüleri. Ama, o, milletine, milletinin dinine, tarihine, yurduna ve insanlarına büyük bir sevgi ve saygı duyduğu için, o şiirleri yazdı. O şiirleri yazdığı için düşmanlıklar kazandı, belki kimilerince küçümsendi.”[21]

“Yahya Kemal’i bir yana bırakırsak, önüm ardım Batı’yla yıkanmıştı.”[22] ifadesiyle hem bu şairle hem de kendi şiirinin Doğu’ya bakan kaynaklarıyla ilgili en ufuk açıcı cümlelerden birini kuran İ. Berk, bunun yanı sıra değişik metinlerde sorduğu sorularla da kendisiyle birlikte belli bir edebiyat kanonunun Y. Kemal’e bakışını özetler. Bu nedenle yazıyı, cevabı yine kendi içinde uç veren sorularla bitirmek yerinde olur:

“(Cesare) Pavese; ‘Neden boyuna koşuk şiir yazdım?’ diye sorar günlüğünün bir yerinde. Yahya Kemal’i okurken ben hep bu soruyu sormuşumdur kendi kendime: Yahya Kemal neden acaba genellikle beyit düzenini kullanmıştır? Sonra da yine genel olarak hep aynı vezinle yazmıştır? Neden değişik vezinler, biçimler kullanmamıştır? Büyük yapıtını böyle tekdüze sese, biçime boğmuştur?”[23]

“Şaire karışılmaz. Ama hep düşünmüşümdür Yahya Kemal neden çoğunlukla aynı vezni, aynı dize birimlerini, aynı kalıpları kullanmıştır diye? Dünyasına karışmıyorum elbet, neden o dünyaya aynı yerden, aynı biçimde bakmıştır? Hep elinin altındakilerle yetinmiştir? Başka biçimler, dolayısıyla başka anlatılar, üsluplar denemek gereğini duymamıştır? O büyük yapıtını böyle tekdüze bir biçime indirgemiştir? Neden tek elle yazmak?”[24]

 DİPNOTLAR

Not: Bu yazı Türk Edebiyatı’nn 547. sayısında (Mayıs 2019) yayımlanmıştır.

 

* İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

[1] Yahya Kemal, “Şiir ve Müddeâ”, Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1990, s. 26.

[2] İlhan Berk, “Yazmak Benim Cehennemim” (Bedirhan Toprak’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 87-108.

[3] İlhan Berk, “Dille Anlamla Cebelleşe Cebelleşe Büyüdüm Ben” (Orhan Koçak-İskender Savaşır’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 151-166.

[4] İlhan Berk, “Erotizm Benim İçin Önemini Hiç Yitirmedi” (Zühtü Bayar’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 31.

[5] İlhan Berk, “Her Ozan Gibi Ben de İşin Başında Kendi Kazacağım Yolu Düşündüm” (Doğan Hızlan’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 1994, s. 40.

[6] A.g.e., s. 42.

[7] İlhan Berk, “Ahmet Hâşim 6 Mart 1977”, El Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, İstanbul 2016, s. 143.

[8] İkinci Yeni’de de Ahmet Hâşim ile Yahya Kemal’in adı sürekli yan yanadır:

“Bırakalım dünya şiirini, kendi ozanlarımızı, örneğin bir A. Hâşim’i, Y. Kemal’i yadsıyarak, onlarla ilgilerimizi büsbütün keserek ozanlık katına erişebilir miyiz?” (E. Cansever, “Soyut Somut”, Şiiri Şiirle Ölçmek, YKY, İstanbul 2012, s. 113-114.)

“Ahmet Hâşim, deyince, Yahya Kemal’i de hatırlamadan edemiyoruz.” (E. Cansever, “Doğa Vatandaşlığı”, a.g.e., s. 14.)

“Bir de Yahya Kemal, yahut Ahmet Hâşim veya efendim, ne bileyim işte bir sürü o muazzam, o devâsâ şairimiz varken…” (T. Uyar, “Şiir Üzerine Mektup”, Korkulu Ustalık, YKY, İstanbul 2014, s.19.)

[9] İlhan Berk, “Dille Anlamla Cebelleşe Cebelleşe Büyüdüm Ben” (Orhan Koçak-İskender Savaşır’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 161.

[10] İlhan Berk, “Ahmet Hâşim 6 Mart 1977”, El Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, İstanbul 2016, s. 143-144.

[11] Turgut Uyar, “Çağdaş Türk Şiiri -Türk Kültür Haftası Münasebetiyle-”, Korkulu Ustalık, YKY, İstanbul 2014, s.74.

[12] İlhan Berk, “Ahmet Hâşim 28 Eylül 1977”, El Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, İstanbul 2016, s. 157-158.

[13] İlhan Berk, “Gelenek mi? Gelenek Benim” (Suna Akın’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 178.

[14] İlhan Berk, “Âşıkane Defteri 18 Aralık 1962”, Şairin Toprağı, Semavi Yayınları, İstanbul 1992, s. 73.

[15] İlhan Berk, “Anlamla Yola Çıkılmaz”, Poetika, YKY, İstanbul 2001, s. 55.

[16] İlhan Berk’in alıntıladığı bu ifadenin aslı/tamamı şöyledir: “Şairin lisânı ‘nesir’ gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisândır.” (Ahmet Hâşim Bütün Şiirleri Piyale/Göl Saatleri/Diğer Şiirler, Hazırlayanlar: İnci Enginün-Zeynep Kerman, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, s. 70.)

[17] İlhan Berk, “Dizenin Serüveni”, Poetika, YKY, İstanbul 2001, s. 38-39.

[18] İlhan Berk, “Atlas Benim Coğrafyamdır Benim Bu Dünyada Yaşadığımın İnsanlarla Doğayla Alışverişimin Bu Dünyaya Çıkması Vurması Demektir” (Öner Ciravoğlu’na Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 25.

[19] Cemal Süreya, “3 Yahya Kemal”, Toplu Yazılar I -Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar-, YKY, İstanbul 2000, s. 410.

[20] İlhan Berk, “Türk Şiiri Anlam İlletiyle Malûldür” (Alp Çeker’e Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 201.

[21] Sezai Karakoç, “Yahya Kemal’i Anma”, Edebiyat Yazıları III -Eğik Ehramlar-, Diriliş Yayınları, İstanbul 1996, s. 11.

[22] İlhan Berk, “Ben Gülmeyi Yirmi Yaşında Öğrendim” (Ece Ayhan’a Yanıtlar), Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 54.

[23] İlhan Berk, “Pavese 28 Kasım 1977”, El Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, İstanbul 2016, s. 164.

[24] İlhan Berk, “Bir Ödül Konuşması”, Kanatlı At, YKY, İstanbul 2005, s. 64.

Yazar
Muharrem DAYANÇ

Muharrem Dayanç, Sakarya, Geyve, Karaçam Köyü’nde doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Adapazarı’nda tamamladıktan sonra, 1990 yılında, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Daha sonr... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen