Türk Dünyasından Yansımalar: Feyzullah Budak

 

1990’lı ve 2000’li yıllarda Türk Dünyasının manevi başkenti olarak kabul edilen Türkistan topraklarında Kazak Türkü’nün inanç dünyasını birçok eserinde en etkili örneklerle okuyucuya nakleden Feyzullah Budak Bey, bu yazısında da o dönemin hayat tarzını, Kazak insanının İslami düşünceyi sosyal aile yapısı içinde algılama biçimini objektif bir yaklaşımla gelecek nesillere aktarmak istediği aşikardır. Böyle değerli bir kalemin bir yandan Türk dünyasına hizmet ederken diğer yandan yöre insanıyla nasıl iç içe yaşayıp onları sosyal yapıları içinde gözlemlediğini takdirle yad ediyoruz.

C. Şafak

 

SADULLAH’IN SORUNU

                                                       Feyzullah Budak

                                                        Rektör Yardımcısı

                                                                                     Ahmet Yesevi Üniversitesi

                                                                                       Mütevelli Heyeti Üyesi                                      

Ahmet Yesevi Üniversitesinde Rektör Yardımcısı olarak görev yaptığım ilk yıllarda Türkistan Şehrinde uygun bir yer bulunmadığı için 35 kilometre uzaktaki Kentav Şehrinde Üniversiteye ait bir bahçeli evde kalıyordum. O yıllarda yaşanan güvenlik zafiyeti sebebiyle de benim Türkistan Şehrinde bulunduğum çalışma saatlerinde bu eve Kazakistanlı bir görevli bekçilik yapıyordu. Her sabah ben çıkmadan gelerek evi teslim alır ve akşam hangi saatte dönersem o saate kadar bekleyip, ben eve geldikten sonra evi teslim ederek kendi evine dönerdi. Kazaklar bekçilik yapan kişiye “karagol” derler.

Karagol Sadullah; sessiz, sakin, düşük sesle konuşan, ağırbaşlı, biraz içine kapanık bir insandı. Bu yüzden öyle ayrıntılı konuşmalarımız olmaz ve dolayısıyla aile durumu hakkında fazla bir şey bilmezdim. Hatırlı ve hürmetliydi. Karşısındakine daima nazik davranmaya ve kimseyi incitmemeye özen gösteren bir insandı. Bekçilik yaptığı ev bir çıkmaz sokağın sonlarında olduğu için fazla araba geçmezdi. O sebeple akşam veya gecenin geç saatinde benim arabamın kapıya yanaşmasıyla, onun dışarı çıkması bir olurdu. Doğal olarak her gün ve tüm gün boyunca aynı evi beklemekten sıkılıyor ve yolumu dört gözle bekliyor olmalıydı.

Genellikle olduğu gibi yine bir gün yoğun çalışmaların ardından gecenin geç saatlerinde eve döndüm. Her gün beni kapıda karşılayan Sadullah ortalıkta yoktu. Bilhassa gecenin sessizliğinde kuvvetli bir metal sesiyle açılıp kapanan büyük bahçe kapısını açıp kapatarak bahçeye girmeme ve evin kapısına yanaşmama rağmen Sadullah görünmüyordu. 

Merak etmiştim. Kapının sağındaki koltuk penceresinden ışık geldiğini gördüm ve yaklaştım. Sadullah girişten sonra hemen kapının sağına konmuş olan küçük masada kitap okuyordu. Okuduğu kitaba öylesine dalmıştı ki benim gelişimi duymamıştı bile. Bir yılı aşkın süreden beri böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordum. Biraz daha yaklaşarak okuduğu kitabın ne olduğunu anlamaya çalıştım. O mesafeden kitabın ne olduğu anlaşılmıyordu ama Sadullah’ın okurken ağladığını fark ettim. Merakım iyice artmıştı ve hava da biraz soğukça idi. Daha fazla dayanamayıp zile bastım.

Sadullah hızla toparlanıp, gözlerini silerek kapıyı açtı. İçeri girer girmez ilk işim kitaba bakmak oldu. Doğrusu bu sakin, sessiz ve genellikle huzurlu bir görünüm sergileyen insanı ağlatan kitabın ve konusunun ne olduğunu iyice merak etmiştim. Biraz daha yaklaştım… Masanın üzerinde duran kitap bir Kazakça Kur’anı Kerimdi. Şaşırdım… 

Çünkü bildiğim Sadullah yüksek dini hassasiyetleri olan bir insan değildi.  Öyleyse bu olan neydi? Kitabı benim kütüphanemden aldığı belliydi. Tesadüfen onu çok etkileyen bir bölüme rastladığını ve bundan etkilendiğini düşündüm.  Biraz sonra kendisinin söylediklerinden de tahminimin doğru olduğunu anladım. Kitabı evdeki kitaplıkta görerek merak etmişti ve o esnada okuduğu yani onu ağlatan bölüm ise bir babanın evlatlarıyla ilgili sorumluluklarını anlatan ayetlerdi. 

Derin bir teessür ve tükenmişlik içerisinde dudaklarından şu sözler döküldü; 

“Ben bilmiyordum, böyle olduğunu bilmiyordum. Ben kızlarıma Allah’ın emrettiği babalığı yapmadım, yapamadım. Çok suçluyum, çok günahkârım. Benim halim ne olur? Ahirette bana büyük azap var.”

Sadullah’ın ne için ağladığı anlaşılmıştı ve işin aslı şuydu; Sadullah iki kızının annesi olan ilk eşinden yıllar önce boşanmış. Eski Sovyet coğrafyasında eşlerin boşanmasından sonra genellikle babanın başını alıp gitmesi, çocukları anneye bırakması ve sonra da onlarla hiç ilgilenmemesi gibi son derecede kötü bir alışkanlık vardı. Bu sebeple çeşitli ortamlarda yanında 1-2 küçük çocuklu yalnız kadınlara çok fazla rastlanırdı. Sadullah böyle bir gelenek içerisinde büyümüş ve bunu hayatın normal hali olarak algılamıştı. Ama Kazakça Kur’anı Kerim’de tesadüfen okuduğu ayetleri, kendi fıtratındaki güzellikler ile harmanlayınca derin bir vicdan azabı duymuştu. 

Bu olay karşısında bir ömür boyu Müslümanlık edebiyatı yaparak yaşayıp, bir kere bile Kur’an’ın Türkçe metnini anlayarak okumamış, dolayısıyla O’nun bize verdiği ilahi mesajlardan uzak ve habersiz kalarak Müslümanlığı sadece katı bir şekilcilikten ibaret zannetmiş olanların hallerine acımaktan kendimi alamadım ve hala da bu acıma hissim devam ediyor.

Yazar
Cemal ŞAFAK

Cemal ŞAFAK 1952 yılında Ardahan ili, Çıldır ilçesi, Aşık Şenlik köyünde dünyaya geldi. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Kars’ta tamamladı. Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsünden mezun oldu. Eskişehir Anadolu Ünive... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen