M. Adil Çetin Bey’in “Kitaba Yolculuk” adlı eserinden…
“Bazı kitapların tadına bakılmalıdır, diğerleri yutulmalıdır ve çok azı da çiğneyip hazmedilmelidir” demiş Francis Bacon.
Tabi bir de hangi kitap alma konusu var. Yazarına göre mi okumalı, konusuna göre mi? Prof. Dr. Nusret Çam Ağabey’e “Yayınevine göre kitap alıp okumalı” demiş Aclan Sayılgan.
Montesquieu’ya göre de “Az bilmek için çok okumak gerekli” imiş.
Okuma alışkanlığı konusunda dünyada 86. sırada imişiz. Basılan kitapların yüzde elli sekizi ders kitabı imiş. Okuyanların yüzde 65 i aşk, yüzde 24 ü siyasi, yüzde 13 ü düşünce, yüzde 7 si ise kişisel gelişim kitapları okuyormuş.
Erhan Bener gibi kitap çizmeyi saygısızlık olarak görenler olduğu gibi, Fatma K. Barbarosoğlu gibi “renk renk” çizip okuyanlarda varmış.
Fuat Sezgin şöyle demiş kitap okuma konusunda; “Kitap okumak ibadet gibidir. Allah’ın rızasını kazanmak, ilim yapmak için okuduğun zaman okumuş olursun kitabı. Tıpkı namaza durduğun gibi kendini etrafında olup bitenlerden arındırır, kitabın ruhuna verirsin. Ve tıpkı namaz kılan insana seslenmediğin gibi kitap okuyan insana da seslenmezsin. Bir kenara geçer onun ibadeti bitene kadar beklersin.”
Yazanlara da söyleyecekleri var Prof. Dr. İskender Öksüz Ağabeyin. Diyor ki; “Anlatacağınızı anlatın da cümlelerinizi uzatmayın, kelimelerinize de mukayyet olun. Hani ‘O kadar derin yazmış ki, kimse anlamıyor’ diye övülen kalemler varsa bırakın onların anlaşılmayan metinleri de orada, derinlerde kalsın. Siz anlaşılmaya çalışın. Söz de yazı da anlaşılmak içindir. Anlaşmak, anlaşılmakla mümkündür.”
Dilaver Cebeci Ağabey de şiir yazarken doğum sancısı gibi bir sancı çekermiş.
Cep telefonunun olmadığı yıllarda gece yarısı evin telefonu çalar, bilirdim ki arayan Dilaver Ağabey. “Gardaş, şimdi Üsküdar sahilinde geziyorum, bir mısra yazdım da sana okumak istedim” der ve okurdu.
Yine bir şiirini nasıl yazdığını anlatmıştı. “Belediye otobüsüne bindim. Kafamın içi allak- bullak. Son durağa kadar gittim. İnmedim. Bu sefer diğer son durağa kadar gittim. Böyle böyle birkaç defa gidip geldim. Biletçi, şoför tuhaf tuhaf bakmışlardı. Bu şiir işte orada yazılmıştı.” demişti.
Dilaver Cebeci Ağabey’den bir şiir okuyalım efendim.
Gözlerin
Siyah mı, elâ mı, yeşil mi bilmem?
Gözlerin, gözlerin, aman gözlerin!
Alır beni mor dağlara çıkarır,
Sevdalı başımda duman gözlerin.
Göz kırpmadan çağlar boyu seyretsem,
Aşkın çağırdığı menzile yetsem,
Pupa-yelken orda kaybolup gitsem,
Bir uçsuz bucaksız umman gözlerin.
Gözlerin bir çölde lâcivert gece,
Işıklar oynaşır sarışın, ince,
Her sînede yara açar derince:
Zağlı kılıçlardan yaman gözlerin!
Varlıklar üstünden sessizce akan,
Yıldızlar söndürüp, yıldızlar yakan,
Şakağımda beyaz izler bırakan,
Sırlı ve muhteşem zaman gözlerin.
Gözlerin cenklerde yaşatır beni,
Gerilmiş bir yaydan boşaltır beni,
Bozkır hilâlince kuşatır beni,
Gözlerin, gözlerin aman gözlerin!
Dilaver Cebeci
***
Mehmet Ali KALKAN
- Adil Çetin Bey’in “Kitaba Yolculuk” adlı eserinden…
“Bazı kitapların tadına bakılmalıdır, diğerleri yutulmalıdır ve çok azı da çiğneyip hazmedilmelidir” demiş Francis Bacon.
Tabi bir de hangi kitap alma konusu var. Yazarına göre mi okumalı, konusuna göre mi? Prof. Dr. Nusret Çam Ağabey’e “Yayınevine göre kitap alıp okumalı” demiş Aclan Sayılgan.
Montesquieu’ya göre de “Az bilmek için çok okumak gerekli” imiş.
Okuma alışkanlığı konusunda dünyada 86. sırada imişiz. Basılan kitapların yüzde elli sekizi ders kitabı imiş. Okuyanların yüzde 65 i aşk, yüzde 24 ü siyasi, yüzde 13 ü düşünce, yüzde 7 si ise kişisel gelişim kitapları okuyormuş.
Erhan Bener gibi kitap çizmeyi saygısızlık olarak görenler olduğu gibi, Fatma K. Barbarosoğlu gibi “renk renk” çizip okuyanlarda varmış.
Fuat Sezgin şöyle demiş kitap okuma konusunda; “Kitap okumak ibadet gibidir. Allah’ın rızasını kazanmak, ilim yapmak için okuduğun zaman okumuş olursun kitabı. Tıpkı namaza durduğun gibi kendini etrafında olup bitenlerden arındırır, kitabın ruhuna verirsin. Ve tıpkı namaz kılan insana seslenmediğin gibi kitap okuyan insana da seslenmezsin. Bir kenara geçer onun ibadeti bitene kadar beklersin.”
Yazanlara da söyleyecekleri var Prof. Dr. İskender Öksüz Ağabeyin. Diyor ki; “Anlatacağınızı anlatın da cümlelerinizi uzatmayın, kelimelerinize de mukayyet olun. Hani ‘O kadar derin yazmış ki, kimse anlamıyor’ diye övülen kalemler varsa bırakın onların anlaşılmayan metinleri de orada, derinlerde kalsın. Siz anlaşılmaya çalışın. Söz de yazı da anlaşılmak içindir. Anlaşmak, anlaşılmakla mümkündür.”
Dilaver Cebeci Ağabey de şiir yazarken doğum sancısı gibi bir sancı çekermiş.
Cep telefonunun olmadığı yıllarda gece yarısı evin telefonu çalar, bilirdim ki arayan Dilaver Ağabey. “Gardaş, şimdi Üsküdar sahilinde geziyorum, bir mısra yazdım da sana okumak istedim” der ve okurdu.
Yine bir şiirini nasıl yazdığını anlatmıştı. “Belediye otobüsüne bindim. Kafamın içi allak- bullak. Son durağa kadar gittim. İnmedim. Bu sefer diğer son durağa kadar gittim. Böyle böyle birkaç defa gidip geldim. Biletçi, şoför tuhaf tuhaf bakmışlardı. Bu şiir işte orada yazılmıştı.” demişti.
Dilaver Cebeci Ağabey’den bir şiir okuyalım efendim.
Gözlerin
Siyah mı, elâ mı, yeşil mi bilmem?
Gözlerin, gözlerin, aman gözlerin!
Alır beni mor dağlara çıkarır,
Sevdalı başımda duman gözlerin.
Göz kırpmadan çağlar boyu seyretsem,
Aşkın çağırdığı menzile yetsem,
Pupa-yelken orda kaybolup gitsem,
Bir uçsuz bucaksız umman gözlerin.
Gözlerin bir çölde lâcivert gece,
Işıklar oynaşır sarışın, ince,
Her sînede yara açar derince:
Zağlı kılıçlardan yaman gözlerin!
Varlıklar üstünden sessizce akan,
Yıldızlar söndürüp, yıldızlar yakan,
Şakağımda beyaz izler bırakan,
Sırlı ve muhteşem zaman gözlerin.
Gözlerin cenklerde yaşatır beni,
Gerilmiş bir yaydan boşaltır beni,
Bozkır hilâlince kuşatır beni,
Gözlerin, gözlerin aman gözlerin!
Dilaver Cebeci
***
Mehmet Ali KALKAN