Büyük Bir Mütefekkir, Büyük Bir Vatanperver: Reşit Rahmeti Arat ve Kutadgu Bilig

Önemli fikir adamı önemli bir ilim adamı ve Türk kültürüne, Türk diline çok bağlı olarak bilinen Reşit Rahmeti Arat 1900 yılında doğumundan itibaren pek çok çalkantılı dönemler yaşamış, savaşlara katılmış, yaralanmış fakat ilim aşkından hiçbir şey kaybetmemiş, Türk kültürüne, Türk diline hizmetten hiçbir zaman geri kalmamıştır.

“Kutadgu Bilig” ve “Baburnâme” (Babür’ün Hatıraları) gibi Türk edebiyatının, Türk tarihini çok çok önemli eserlerini bize kazandıran Reşit Rahmeti Arat’tır. Onun gibi yüksek vasıflı bir Türk, yüksek vasıflı düşünce ve fikir adamı ardından da yüksek vasıflı bir Türk milliyetçisi olan Rahmeti Arat’ı anmak, hatırlamak ve onun hakkında yazı yazmak bizlere düşen önemli bir görev olmalı. Bu yüzden onun hakkında yazarlarımızdan alıntılar yaparak bir yazı hazırlamış olmanın mutluluğunu da yaşadığımı belirtmek isterim.

Şimdi onun hakkında fikir ve düşüncelerini ifade ede yine değerli dil ve edebiyat uzmanımız Prof. Dr. Muharrem Ergin [1], yine Rahmeti Arat için bir doktora tezi hazırlayan Prof. Dr. Saadet Çağatay [2] ve Yusuf   Hikmet Bayur’a [3] ait yazılardan alıntılar yaparak Reşit Rahmeti Arat’ı bir nebze olsun tanıtmaya çalışalım.

***

“Rahmeti Arat 15 Mayıs 1900 de Kazan’ın kuzey-batısında Eski Ücüm” de doğmuştur. Anasının adı Mâhbeder’dir. Dedeleri Kazan’ı terke mecbur olunca buraya gelip yerleşmişler ve babadan oğula kalan bir medrese tesis ederek müderrislik yapmışlardır. Sonradan kapanan bu medrese bir müderris oğlu olan Arat’ın çocukluk hatıraları arasında yer almakta idi.”

“Rahmeti Arat 1918’de ihtilal sırasında askere alınarak Çelebi’de askeri mektebe gönderilmiş, burayı bitirince cepheye sevk edilmiş. 1919 sonunda yaralı olarak uzak şarka nakledilmiştir. 1920’de Mançurya’nın Harbin şehrine bin bir güçlükle, hastalanarak, yaralı ve hasta yolcu, mülteci ve hayvanlarla dolu kara vagonlarla yol alarak gelebilmiş ve burada 1921’de lise tahsilinin son senesini ikmal etmiştir.  [4]

Lise son sınıfa geldiğinde Komünist rejimin ilerlemesini önlemek maksadıyla baş kaldıran Amiral Kolçak ordusuna mekteplerden de gençler alınmıştı. Bu cümleden Rahmeti Bey de önce askeri eğitim kurslarına, sonra da cepheye gönderilmiştir. Kolçak ordusu yenilip dağıldığı zaman Rahmeti Bey yaralı olarak Mançurya’nın Harbi şehrine gitmiştir [5].

“1922 Yılının sonunda yüksek tahsilini yapmak üzere Almanya’ya Berlin’e gelmiş Bulunan Rahmeti Arat bu vesile ile bir buçuk ay süren mecburi bir dünya seyahati sırasında uğradığı Asya limanlarında ve şehirlerinde birçok Türk aileleri arayıp bulmuş, her yerde bu Türklerden hiçbir zaman unutamadığı hüsnü kabuller görmüştür.”

“1923 yaz semesterinde Berlin Üniversitesi’nin Felsefe Fakültesi’ne kaydolmuş, Türkoloji ile ilgili derslerden başka bilhassa edebiyat tarihi, felsefe ve psikoloji ders ve seminerlerine de devam etmiştir.”

Kısa zamanda kendisinin seciyesini tanıtarak yüksek ilim adamları arasına katılmış, yalnız tahsille kalmamış, ilmi araştırma sahasına da girebilmişti. Berlin İlimler Akademisi’nde yığılı duran bir sürü yazı malzemesi içindeki eski Türk kültürüne dair Uygur, Mani ve diğer yazılarla yazılmış yazmaların tasnifi için diğer birkaç Alman bilgini ile beraber Rahmeti Bey’de görevlendirildi. Teknik işler yanında bu yazma eserlerin araştırılmasına ve işlenmesine de koyuldu [6].

“Kuzey Türklerinin ilk cemiyeti “Rusyalı İslâm Şakirdlerine Yardım Cemiyeti” adı altında 1928 yılında harp esirlerinin yardımı ile kurulmuştur. 1922‘de merkezi Berlin, şubeleri İstanbul, Bakû, Kazan ve Taşkent olmak üzere “Umum Türk Talebe Birliği”; 1923’te “Almanya Türk Talebe Birliği”; bu çerçeve içinde olarak 1923 sonlarında da “Almanya’daki Türk-Tatar Talebeleri Birliği” kurulmuştu.”

“1928 yılının sonlarına doğru Berlin’de Kazan ediplerinden Ayaz İshakî idaresinde “Yana Millî Yul” adlı dergi yayınlamaya başlamış ve Rahmeti Arat bu dergiye kültür ve gençlik meseleleri ile ilgili birçok yazılar yazmıştır. [7]” 

“Rahmeti Arat’ın Berlin’deki talebelik hayatı geçimini çalışmak suretiyle kazanan bir talebe hayatıdır. Bu çalışma önceleri üniversite dışında, hususi dersler şeklinde olmuş, sonraları bir kütüphane ve enstitülerde ilmi faaliyet ile birleştirilmiştir. 1927’de mukayeseli Türk dili araştırması sahasındaki bir çalışması ile doktora diplomasını alınca üniversiteye bağlı şark dilleri mektebinde önce Kuzey Türkçesi lektörü olmuş, sonra 1928’de Berlin İlimler Akademesi’ne ilmi yardımcı olarak tayin edilmiş, 1931’de şark dilleri mektebinde Kuzey Türklerinin dil, edebiyat ve tarihi doçenti olmuştur. Bu arada ilmi yardımcı sıfatı ile 1933 yılına kadar çalıştığı ilimler akademisinin ilmi neşriyatına iştirak etmiş ve ilim hayatının ilk eserlerini vermiştir.”

“Rahmeti Arat 1933 yılında Maarif Vekaleti tarafından Türkiye’ye davet edilerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsüne Profesör tayin edilmiştir. O zamandan beri Edebiyat Fakültesinin Türkoloji bölümünde çalışmakta idi. Fuat Köprülü’nün mebus olarak üniversiteden ayrılması üzerine Türkiyat Enstitüsü Müdürlüğüne de getirilen Rahmeti Arat 1950 yılına kadar bu vazifede kalmıştır. (…) 26 Nisan 1958’de Ordinaryüs Profesör olmuştur. (…) Kuruluşundan itibaren son ana kadar İslâm Ansiklopedisi’nin tahrir heyeti arasında da yer almıştır. Arat’ın İslam Ansiklopedisi’ndeki çalışması çok önemli olup bu çalışma ansiklopedinin ortaya çıkmasının ve bu günkü hale gelmesinin başlıca temellerinden birini teşkil etmiştir. [8]  “

O zamanın Maarif Vekili Reşit Galip Bey tarafından “Uygurcayı su gibi bilen” genç alim Rahmeti Bey de çağrılmıştı, İstanbul’a geldiği zaman “Uygur Tababetine Dair” iki fasikül lük bir eseri ve Oğuz Kağan Destanı ve Türkische Turfantexte adlı eserleri Akademi neşriyatı olarak yayımlanmış, ayrıca birkaç ilmi mecmuada yazıları çıkmış olan tanınmış bir Türkolog’du

“(…) Türkçenin birçok şivelerini yakından tanır, konuşacak şekilde bilirdi. Almanca ve Rusçayı gençliğinden beri çok iyi bilmekte idi, sonradan İngilizceyi de öğrenmişti.”

“Gece gündüz çalışır, durmadan dinlenmeden çalışır, Türklüğe ve Türk kültürüne hizmet aşkı ve heyecanı bitip tükenmek bilmezdi. Sakin, sessiz ve çekingen tabiatlı idi, fakat ilim ve kültür sahasında Türklüğe karşı yapılmış bir haksızlık, bir ihmal gördü mü şaşılacak derecede feveran eder, adeta kükrerdi. Bu imanlı heyecan denilebilir ki, hayatının tek, fakat bütün bir ömrü kaplayan ve kuvvetinden hiçbir zaman hiçbir şey kaybetmeyen heyecanı idi.”

“Gürültüsüz, fakat kelimenin tam manasıyla yüksek vatanperverdi. Sessiz ve gösterişsiz. Türklüğe kimsenin kolay kolay yapamayacağı şekilde hizmet ederdi. Avrupa ilminin Hristiyanlık ve Türk düşmanlığı kokan tarafları ile herkesten iyi mücadele ederdi.”

Hiçbir zaman düşünmeden, gürültülü konuşmaz, kendisi lüzumsuz yere gülmediği gibi, başkalarını da sudan laflarla alaylı bir şekilde güldürmezdi. Bir şey sorulduğu zaman da Rahmeti Bey’in derhal cevap verdiğini hatırlamıyorum. O, her zaman önce düşünür, sonra kaçamaklı bir cevap verir, bir hayli konuştuktan sonra asıl düşündüğünü ortaya koyardı [9].

“Rahmeti Arat dev eserlerin adamı idi. Kutadgu Bilig gibi bir eser kolay kolay bir faniye nasip olacak şeylerden değildir.

Öyle derin bir araştırma kabiliyeti ve sabrı vardı ki, el attığı bir noktada ve konuda artık söyleyecek başka bir söz kalmazdı”

“İlim telakkisi şaşılacak kadar sağlam ve şaşmaz idi. Kılı kırk yaran müdekkikliği, son ana kadar kullandığı ilmi şüpheciliği onu imrendirecek bir alim seviyesine çıkarmıştı. İlmi meselelerde kesin konuşmaz, kesin konuşana derhal itiraz eder, hükümlerinde daima ihtimal sigalarını tercih ederdi.[10] “

İnsan olarak vazifeşinas, halk ve millet uğrunda her hizmete hazır oluşu yanında, geldiği memleketin büyük acılar içindeki halkının yaşaması için bağlandığı Türkçülük idealini o, taşkın çıkışlardan sıyırmak üzere, her zaman ilim ve kültür alanına sokmağa muvaffak olmuştur [11] .

“Türkçeye karşı büyülü bir sevgisi, Türkçe kelimelere karşı bir ayet saygısı vardı. Avrupa’da yetişmişti, fakat Türkçede tek bir yabancı kelime kullanılmasına tahammül edemez, kullanılmışsa çizer, kullananı ikaz ederdi.”

“Batılı kafa taşır, fakat şekilci batı hayranlığından nefret ederdi. Türkiye’ye çok kuvvetle bağlı idi. Hiçbir batı ülkesinde oturmayı ve yaşamayı Türkiye’ye tercih etmez, sık sık ‘Dünyanın en güzel, en oturulacak yeri Türkiye’dir’ derdi.”

“İtikadı çok kuvvetli idi. Bayram namazlarını Süleymaniye’de kıldığı zaman çok keyiflenir, gözlerinin içi gülerdi.”

Son yıllarda bütün Anadolu kütüphanelerini dolaşarak, Arap harfleriyle yazılmış olan eski eserleri araştırıyor ve bunların kronolojik sırasını aydınlatmak için bir katalog hazırlamak istiyordu [12] .

“Son zamanlarda Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün çalışmalarına büyük bir aşk ve şevk ile katılmıştı. Bu enstitüyü idealindeki müessese olarak görüyor onun gelişmesine canla başla yardım ediyordu. Kurulduğu günden beri yönetim ve bilim kurullarında faal vazife görüyor, ilmi kültür çalışmalarına fasılasız bir şekilde iştirak ediyordu.”

“Türk Kültürü Araştırmaları dergisinin de yazı kurulu başkanı ve müdürü idi.”

“Ölümünden[13]  birkaç gün önce de ailesine kütüphanesini Enstitüye bağışlayacağını bildirmiştir. (…) Rafları, çalışma masası, koltuğu ve kemanı ile birlikte 6 büyük ve dolu fiş dolabı ve 30 sandık dolusu kütüphanesi Enstitüye nakledilmişti. [14] ”

 

***

Reşit Rahmeti Arat

Baburnâme ve Kutadgu Bilig 

“Temür sülalesinden, 16. Asırda yaşamış olan Büyük Hint-Türk Hükümdarı Gazi Zahirüddin Muhammed Bâbur aynı zamanda Türk Dil ve edebiyat ülkesinin yüce zirvelerinden biridir. Türk mazisine armağan ettiği parlak bir tarih devriyle beraber milletine kâğıt üzerinde dile gelmiş büyük duygu ve düşüncelerini de bırakmıştır. Onda Türk şiirinin, Türk nesrinin çok kıymetli hazinelerini bulmaktayız.”

“Babur’ün Hatıratı doğu Türkçesiyledir. Eser daha Babür zamanında birçok nüsha olarak yazılmış, o devirlerden itibaren diğer dillere çevrilmiştir. Bilhassa daha o zamanlarda çevrilmiş birçok Farsça nüshaları vardır.”

Eski dil araştırmaları dolayısiyle rahmetli tarih çalışmalarına da katılmış, bu alanda, uzun ve yorucu olan “Vekayi” (Babür’ün hatıratı) tercümesini hazırlamıştır [15] .

“Prof. Arat, çevirmeyi eserin eski nüshaları ile tercümelerinin birkaçını karşılaştırarak yapmış, bu suretle bugün için en iyi bir nüshasını meydana getirmiştir. [16] ”

“Klasik Türk edebiyatının ilk eseri diye gösterilen Kutadgu Bilig Uygur devresi dediğimiz müşterek eski Türk yazı dili devresinin mahsullerindendir. Eser bu ilk Türk yazı dili devresinin sonlarındamütefekkir şair Balasagun’lu Yusuf tarafından Balasagun’da yazılmaya başlanmıştır. Yusuf sonradan Kaşgar’a giderek Kutadgu Bilig’i orada tamamlamış ve ithaf ettiği Karahanlı Hükümdarı Tavgaç Uluğ Buğra Kara Han Ebu Ali Hasan b. Süleyman Arslan Kara Han’a okumuştur. Hükümdar çok beğenmiş ve şairine Has Hacib unvanını vermiştir. Eserin bitiş tarihi 1070’tir. [17] ”

“Faûlün faûlün faûlün faûl” vezninde 6520 beyit olan Kutadgu Bilig (ku-ad-gu+bil-i-g), Profesör Arat’ın dediği gibi “İnsana her iki dünyada tam manası ile kutlu olmak için lazım olan yolu göstermek maksadı ile kaleme alınmış bir eserdir.” Esasen eserin ismi de bunu ifade ediyor: Kut kelimesi “saadet” demektir. Ondan -ad eki ile fiil yapılmıştır, -ad eki intranzitif fiil yapar; buna göre kutad- “kutlu olmak, mes’ud olmak” demektir.- -gu fiilden ismi yapma ekidir. İsmin ikinci kelimesi bil- fiilinden -g ile yapılmış isim olup “bilgi” manasına gelmektedir. Bunlara göre eserin manası “kutlu olma bilgisi” oluyor. Yani eser, “Birbiri ile çok sıkı bağlılığı olan ferd, cemiyet ve devlet hayatının ideal bir şekilde tanzim için lazım olan zihniyet, ilgi ve faziletlerin ne olduğu ve bunların ne şekilde elde edileceği ve nasıl kullanılacağı üzerinde durmuştur.” “Yusuf, bu eseri ile insan hayatının manasını tahlil ve onun cemiyet ve dolayısiyle devlet içindeki vazifesini tayin eden bir felsefe, bir hayat felsefesi kurmuştur.”

Artık onun dili çözülecek duruma gelmişti, fakat bu büyük eserin ağır teknik işi vardı. Rahmeti bey bu işi üzerine aldı. Kutadgu Bilig onun, uğrunda bütün ömrünü harcadığı bir çalışma oldu ve “Giriş” teki açıklamaları, onun ağır teknik işinin bir mükafatı olmuştur. O bugüne kadar bu eser hakkında söylenenleri bir tarafa atarak yeni fikirler ortaya koymuş, bu devire nüfuz etmeğe çalışmıştır. Şöyle ki, dördüncü bir tip olan Odgurmuş’u bugüne kadar kabul edildiği gibi “Kanat” in değil de “Akıbet” in mümessili olarak tanıtmıştır [18].

“Eserin esasını dört şey (neng) teşkil eder ve bunları dört timsali şahsiyet canlandırır: 1. Kün-Toğdı- köni törü “doğru kanun”, 2. Ay-toldı-kut “saadet, ikbal, devlet”, 3. Ögdülmiş-ukuş “akıl”, 4. Odgurmış-akıbet “hayatın sonu [19] ”.

(…) Prof. Arat’ın dediği gibi “Türk dili ve edebiyatının inkişaf tarihinde bir merhaleyi aydınlatması bakımından, mühim bir yer tuttuğu şüphesiz olan” bu eser “Türk-İslâm muhitinin kültür çevresi içinde, fertlerin terbiyesi için tanzim edilmiş olan esasları, olduğu gibi, Türkçe ve manzum olarak tekrarlayan bir ahlak kitabıdır”. Kutadgu Bilig gibi “Faûlün faûlün faûlün faûl” vezninde aşağı yukarı beş yüz mısralık bir Manzume olan eserin Tanrının Peygamberin, dört sahabenin medhini ve yazılış sebebini içine alan giriş kısmı gazel ve kaside tarzında kafiyelenmiş beyitlerden ibaret olup, asıl konuyu içine alan kısımları birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli olan dörtlükler şeklinde devam etmektedir. [20] ”

“(…) Türk Dil Kurumu tarafından 1942-1943’te Viyana Nüshası birinci cilt, Fergana nüshası ikinci cilt, Mısır nüshası üçüncü cilt olmak üzere üç cilt halinde bir bütün halinde yayınlanmıştır. Sonra 1947’de yine Türk Dil Kurumu tarafından Kutadgu Bilig’in metni yayınlanmıştır. Reşit Rahmeti Arat tarafından hazırlanmış olan bu tenkidli neşirde Prof. Arat’ın uzun zamandan beri devam eden Kutadgu Bilig çalışmalarının ilk eseri ortaya konmuştur. Prof. Arat’ın otuz yıla yaklaşan Kutadgu Bilig üzerindeki çalışmaları dört kitap etrafında toplanmaktadır.”

“Kutadgu Bilig tercümesi hususunda daha önce de birtakım tecrübeler yapılmış, Radloff eserin tamamını, Vambery, Bonelli ve Malov büyük küçük birtakım parçalarını tercüme etmiştir. Fakat sağlam bir metne dayanan ve bu günkü ilmi ihtiyaçları tam olarak karşılayan bir tercümeye şiddetle ihtiyaç vardı. Bilhassa çeşitli bakımlardan eserin muhtevası üzerinde duracak olanlara imkân hazırlamak üzere böyle bir tercümenin varlığı geniş Türk muhiti için ayrı bir önem taşımakta idi. İşte Prof. Arat’ın eseri bütün bu ihtiyaçları karşılayacak bir tercüme ortaya koymuş, eski Türk ictimai hayatının muzazzam bir hazinesini gözümüzün önüne sermiştir.”

“Arat’ın Atabetü’l-hakayık’ın ön sözünde dediği gibi, “Türkçe metinlerin eski dilden yeniye veya bir şiveden başka bir şiveye naklinde, mana inceliklerine halel getirmeden, söz ve söz şekillerinin tam karşılıklarını bulabilmek için, çevrilecek dilin işlenmiş ve muayyen bir istikrara kavuşmuş olması şarttır. Bugün kendi benliğini bulmak için çırpınan yazı dilimizde bu esaslı şartın bulunduğunu iddia etmek güçtür. Eski Türkçede mevcut birçok eklerin bu günkü yazı dillerinde zamanla kaybolmuş olması, bilhassa birbirine yakın ifadeler arasındaki farkların belirtilmesine büyük bir engel teşkil etmektedir [21] ”.

Devrimizin icabı olarak türlü şekillerde kendini gösteren “dil devrimi”, Dil arınması” ve buna dair söylenen ve yazılanlara karşı kayıtsız ve seyirci kalmış, aslında dilin temizlenmesine çok taraftar olduğu halde, uygulanan usulü beğenmediği için bu işlerden uzak kalmayı tercih etmiştir. Kendi dili de orta bir tutumdadır ne tam Türkçe ne de büsbütün yabancı unsurlarla karışmış bir durumdadır. O, hiçbir zaman, yüzlerce yıl kullanılan ve mücerret ifade için gereken Arapça sözcük ve tabirlerden vazgeçmemiştir. Hiçbir şekilde gelişigüzel kelime uydurmağı kabul etmezdi. Tam ölçüp biçmeden ve dil kanunlarına sığmayan sözcük ve teşkilleri ortaya, onun için akıl almaz işlerdendi [22].


[1] Prof. Dr. Muharrem Ergin (d. 1923, Ahıska – ö. 6 Ocak 1995, İstanbul) Yazar ve Türkolog. Muharrem Ergin1923 yılında Azerbaycan‘ın Ahıska bölgesinde doğdu. 1943 yılında Balıkesir Lisesini ve 1947 yılında İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.

Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra mezun olduğu bölüme asistan oldu (1951). 1963’te doçent, 1971’de profesör oldu. Bölüm başkanlığı yaptı.

Dil sahasındaki araştırmaları yanında, Ortadoğu gazetesinde fikir yazıları da yazdı. Aydınlar Ocağı yöneticiliği yapmıştır.

[2] Saadet İshaki Çağatay, Tatar asıllı Türkolog. Doğum: 27 Temmuz 1907, Çistay, Rusya. Ölüm tarihi ve yeri: 24 Haziran 1989, Ankara

[3] Yusuf Hikmet Bayur, Türk siyasetçi ve tarihçi. Türk devrim tarihi konusundaki çalışmalarıyla tanınmıştır. 1933–1934 yılları arasında İsmet İnönü tarafından kurulan hükûmette Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanı olarak yer almıştır. Doğum: 1891, İstanbul Ölüm tarihi ve yeri: 6 Mart 1980, İstanbul

[4] Muharrem Ergin, “Reşit Rahmeti Arat İçin”, Önsöz yazısı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü yayınları:19, Ankara Üniversitesi Basımevi Ankara 1966, Sayfa:9

[5] Prof. Dr. Saadet Çağatay, “Reşit Rahmeti Arat”, Doktora tezi, sayfa:178

[6] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 179

[7]  Muharrem Ergin, Agy., sayfa: 10

[8] Muharrem Ergin, Agy., sayfa: 11

[9] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 180

[10]Muharrem Ergin, Agy., sayfa: 12

[11] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 181

[12] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 182

[13] 29 Kasım 1964 İstanbul

[14] Muharrem Ergin, Agy., sayfa: 13-14

[15] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 184

[16] Y. Hikmet Bayur, “Reşit Rahmeti Arat İçin” Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını. Ankara Üniversitesi Basımevi Ankara 1966, sayfa: 439

[17] Y. Hikmet Bayur, Agy. Sayfa: 441

[18] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 183

[19] Y. Hikmet Bayur, Agy. Sayfa: 442

[20] Y. Hikmet Bayur, Agy. Sayfa: 444

[21] Y. Hikmet Bayur, Agy. Sayfa: 446-447

[22] Prof. Dr. Saadet Çağatay Agy. Sayfa: 186

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen