Gurbet Vardı Eskiden

 
“Bir yiğit gurbete gitse,
Gör başına neler gelir”di.
Bembeyaz sessizlik yağardı hayallerin üstüne.
“Yiğit sılayı andıkça,
Yaş gözüne dolar gelir”di.
Yolumuz gurbete düşerdi, gönül hazin hazin ağlarken. Ağlamalar sürgün verirdi hayat ağacından koca koca.
Eşi gurbete gidip de gelmeyen hanım söylerdi ;
“Ağam sen gideli yedi yıl oldu,
Diktiğin ağaçlar meyveye durdu,
Seninle gidenler sılaya döndü…”
Gurbette olan da söylerdi;
“Yeşil kurbağalar öter göllerde,
Kırıldı kanadım kaldım çöllerde,
Anasız babasız gurbet ellerde,
Ya ben ağlamayım, kimler ağlasın,
Şu garip gönlümü kimler eğlesin…”
Sandıklara kilitli sevdalar ağlardı.
“Anam yok ki yaka yıka yaş döke,
Bacım yok ki saçlarından saç söke,
Gardaş yok ki mezerime daş dike,
Bir çalıdır mezer daşı garibin…”
Mektup gönderirdi sılasına güllü, pullu, içine selâm yükleyerek;
“Mektup selâm söyle benden sılaya,
Söyle benim için eller ağlasın.
Gözü yaşlı düştüm gurbet ellere,
Uzaktır aramız yollar ağlasın.”
Bir başka türkü başlardı sonra;
“Bu yollar meste gider,
Dolanır dosta gider.
Yıkılası gurbet el,
Sağ gelen hasta gider.”
Devran Baba başka bir gurbet anlatıyordu sazının telleriyle;
“Bedenim ruhuma gurbet el olmuş,
Olsun sabret sus be ağlama gönül.”
Aşık Reyhani Almanya’ya konsere gidecek. Köyündeki bir hanımın da kocası Almanya’ya işçi olarak gitmiş, yıllar geçmesine rağmen gelmemiş, bir haber de yok. Hanım gelip “oraya gidince bizim adama bir bak” gibi bir şeyler söylüyor utana, sıkıla. Koca Almanya’da nereden bulacak onu Reyhani ama bir ümit işte.
Konseri duyunca gelmiş o adam ama yanında bir Alman bayanla. Reyhani’ye sormuş, “bizimkiler ne yapıyor?” diye. O da “az sonra sahnede söylerim ne yaptıklarını” demiş ve söylemiş;
“Elleri koynunda pınar başında,
Almanya’ya doğru bakar bir gelin.
Yedi çocuğu var dördü peşinde,
Feleğe dişini sıkar bir gelin.
Zavallıya hayat olmuş işkence,
Ona zehir olmuş zevk ü eğlence,
Dışarıdan bir erkek sesi duyunca,
Postacı zanneder çıkar bir gelin.
Sorunca derdini söylemez dili,
Yirmi beş yaşında bükülmüş beli,
Hatıra aldığı kirli mendili,
Gözünün yaşıyla yıkar bir gelin.
Yıkık avlusuna hasır sererek,
Körpe yavrusuna göğüs gererek,
Yıldızlarda haber var mı diyerek,
Akşam dam üstüne çıkar bir gelin.
Çaresi yok derdi düşmüş derine,
Uykusu yok hasret vurmuş serine,
Kemerini vermiş borcun yerine,
Belini iplikle sıkar bir gelin.
Aylar geçer senesinden habersiz,
Kitap okur manasından habersiz,
İplik düşmüş iğnesinden habersiz,
Dikeceği yerde söker bir gelin.
Gücü yetse kanunları bozarmış,
Kazma alıp toprakları kazarmış,
Küçük oğlu babasına benzermiş,
Umutla yüzüne bakar bir gelin.
Reyhani der gel bu gelini kına,
On yıldır elleri görmemiş kına,
Sofrada Mehmed’i gelir aklına,
Çorbayı yemeden döker bir gelin…”
Yıllar sonra köyüne gitmiş Ali Kızıltuğ.
“Aslı gurbet harap etmiş köyümü,
Bülbül gitmiş baykuş konmuş gel hele.
Ben ağayım, ben paşayım diyenler,
Kapıları kitlemişler gel hele…”
Cenaze soğukluğundaydı içimiz. Belki de bir cenaze kalkmıştı bu yürekten…
Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen