KUR’ÂN Nasıl Anlaşılmalıdır?

Televizyonda, sunucu, her iki kelimeden sonra, mecbûrmuş gibi, bir görevi yerine getirme ciddiyetiyle, eeee… iiii… diyerek, bir Tefsîr Profesörüne sözü bıraktı. Öğrenimini birincilikle tamamlamış, zekî, çalışkan ve  hâfız olan (ne güzel; İslâmî ilimlerle meşgûl olanlarda bir artı değer) Tefsîr Profesörü, Kur’ânı Kerîmin doğru anlaşılması için bir konudaki âyetlerin hepsinin hatırda tutulması gerektiğini, Kur’ânı Kerîmin bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini belirtti. Tamam, güzel.

Cihâdı anlatıyor: Prensip olarak, insanları, inanmayanları öldürmekten çok, onları kazanmanın esas olduğunu belirtiyor; bu da iyi… 

Tam burada, öğretim üyesi yetiştirme konusundaki bir zaafımız, eksikliğimiz kendini gösteriyor: Belli konuda, mahdûd, sınırlı araştırmalarda bulunup, belli sayıda puan toplanınca, akademik kademelerde yükselip, ünvan alınıyor. Kısmen haklı olarak eleştirilen eski usûl, medrese öğretimindeki kuşatıcı tutum bir kenara bırakıldığı için, olmadık yerde bir zaaf kendini gösteriyor. 

Tefsîr Profesörü: ‘Tevbe (9.  Sûre) Sûresindeki: (İçinde kan dökülmesi) Haram aylar çıkınca, o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün… âyeti, aynı konudaki diğer âyetlerle birlikte ele alınmalı’, deyip Bakara Sûresindeki, 191, 192.  âyetlerle birlikte ele alınması gerektiğini belirtiyor. Tevbe Sûresindeki bu 5. âyetle birçok âyetlerin neshedilmiş (hükmünün kaldırılmış) olduğunun iddia edildiğini bildiriyor. Nesh konusunun bir çelişki olduğunu söylüyor. (Tunus’ta bulunduğumuz  1963-65 yıllarında Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü’nde Arapça kursuna devam ederken,  Klasik/Fasih Arapçayı Fransa’da oryantalistlerden öğrenmiş olan hocamız -öğreticilerin hepsi öyleydi, Arapça’yı oryantalistlerden öğrenmişlerdi- çok rahat bir şekilde, Kur’ânda ÇELİŞKİLER olduğunu söylemiş, Tefsir doktoru İsmâil Cerrahoğlu, ‘neresinde var?’ diye sorunca gösterememişti; ama bu konudaki kanaati değişmemişti. ‘Kur’ânda çelişkiler var’ iftirası, oryantalist maskaraların ortaya attığı temelsiz iddialardan biridir: O sırada, ‘Fransa’da okumuş olan bu adamcağıza, nâsih-mensûh konusu ÇELİŞKİ diye öğretilmiş’ diye düşünmüş, üzerinde durmamıştık.)

Günümüzde, oryantalist maskaraların köhne iddialarını ‘fikir’ diye dilimize aktaran ‘çağdaş’ ilâhiyatçıların söylemleri, toplumdaki bilgi eksikliği yüzünden uygun zemîn bulmağa, etkili olmağa başladı.

Tefsîr Profesörü, Hz. Ali Kerremallahu Vechehu’nun, bir vâ‘ize, âyetlerin iniş sebebini,  nâsih ve mensûhu bilmiyorsa,  hem kendisinin, helâk olduğunu, hem de başkalarının felâketine sebep olacağını söylediğini bilmezden geliyor.

Eyvah! dedim ve konuşmayı takip etmekte olduğum YouTube’u kapattım. 

***

Bu zekî kafa NASIL BÖYLE YÖNLENDİRİLMİŞ diye düşündüm.

Nâsih ve Mensûhu (nesh olayını; bir âyetin hükmünün, daha sonra gelen âyetle kaldırılması olayını) kabul etmeyince, Kur’ânı Kerîmi veya Meâlini okuyan bir Müslüman; “Sana şarap (sarhoşluk veren içkilerin) ve kumarın hükmünü soruyorlar.  De ki : ‘İçkide de kumarda da insanlar için büyük zararlar ve bâzı faydalar vardır; zararları faydalarından daha büyüktür’.” (Bakara (2) 219 âyetine göre davransa, veya “Ey inananlar! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın (Nisâ (4) Sûresi 43. âyetine göre amel edip, ‘sarhoşken namaza yaklaşmam, ayılınca namaz kılarım’ deyip alkollü içkiyi helâl olarak kabûl edip içse, SORUMLU KİM OLUR? (Haramı helâl saymak … neûzu billâh.)  Dîn konusunda konuşmak GERÇEKTEN sorumlu iş.

Günümüzde bâzılarının beğenmediği, değer vermediği sarıklı ulemâ bu konuyu şöyle anlatmıştı:

Bir kimse, içki içmek değil, içkinin içinde yüzse, fakat kalbinden şöyle geçirse: ‘Yâ Rabbi! Biliyorum, içkiyi harâm ettin, ama nefsime mağlûb oluyorum, kendimi tutamıyor, içiyorum’ dese, dinden çıkmaz, günahkâr olur, harâmı harâm olarak kabûl ettiği için, bağışlanma ihtimâli  vardır; ama, ağzına bir damla bile içki koymayan birisi, ‘içki harâm mı olurmuş, ben sağlığıma zararlı gördüğüm için içmiyorum’, veya ‘pahalı bulduğum için içmiyorum’ dese, o görüşte olsaölçüyü değiştirdiği için, harâmı helâl kabûl ettiği için dinden çıkar” demişler. (‘Kâfir olur’ demişler de tekfîrciler arasında sayılmayalım diye ‘dînden çıkar’ sözünü yeğliyoruz.)

Tefsîr Profesörü, ‘bir konu incelenirken, ilgili bütün âyetlere bakılmalı’ derken, tabiî, doğru söylüyor:  İçki konusu, “Ey inananlar! Sarhoşluk veren içkiler, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa  eresiniz” (Mâide (5) 90) buyuran âyeti kerîme ile birlikte ele alındığında içkinin harâm olduğu kesinlikle hükme bağlanıyor: Peki, burada, Mâide Sûresinin 90 ıncı âyeti, önceki âyetlerin hükmünü nesh etmiş olmuyor mu? Çelişki, kimde? Nesh olayını kabûl edenlerde mi, yoksa Tefsîr Profesöründe mi?

***

Aklıma, önce yeni yetme ilâhiyatçıların; ciddiye alıp yazdıkları nesneleri dilimize aktardıkları dâl ضال  ve mudill (sapkın ve saptırıcı) oryantalistler geldi. Çünkü, onları ciddiye alan, konunun arka planını bilmeyen ilâhiyat mezunları ve öğretim üyeleri var, bâzı öğretim üyelerinin düşünce mekanizmasında onların küçümsenemeyecek etkileri mevcut. 

Sonra, bu profesör, öğrenciliğinde siyret (yanlış olarak ‘Siyer’ diye okutulur) dersini kimden dinledi? diye düşündüm: Öyle ya, kitapların çoğu, olayları hikâye eder, Hz. Muhammed Aleyhis Selâm’ın siyretini anlatan hoca, olayları anıp geçti mi, yoksa tahlîlî (analitik) olarak verdi mi? 

Hz. Ebû Bekr R.A. in Hilâfetinin ilk günlerinde irtidâd (dinden dönme) olayları çıkmıştı; bâzı göçebeler de ‘namaz kılarız, oruç tutarız, zekât vermeyiz’ demişlerdi de Hz. Ebû Bekr R.A. onlara karşı ordu göndermişti. ‘Namaz kılanlara karşı ordu mu gönderiyorsun?’ denilince, ‘Hz. Muhammed S.A.V. zamanında zekât olarak verdikleri bir ip parçasını bile vermezlerse harbederim’ demişti. Sâdece bu olay, onun büyüklüğünü anlamamıza yeter: küçücük bir ödün verse idi, daha 14 asır önce (zekâtsız, namazsız, az sayıda namazlı, az sayıda rekâtlı, sabah namazının vaktini kuşluk vaktine değiştiren, oruçsuz, abdestsiz, gusülsüz) yüzlerce çeşit İslâm anlayışı ortalığı kaplardı, günümüze gelinceyedek sayıları herhâlde binleri bulurdu!

İslâm Tarihi, Sahâbe Târihi iyi bilinmeden, onların İslâmı NASIL ANLAYIP NASIL UYGULADIKLARI göz önünde tutulmadan, sâdece Kur’ânı Kerîme bakılırsa, büyük yanlışlara düşülmesi kaçınılmaz olur.

Soru kendiliğinden ortaya çıkar:

İslâmı, Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekr mi daha iyi bilir, anlar, yoksa bâzı çağdaş Tefsîr Profesörleri mi?

Tevbe Sûresindeki kıtâl âyetini ilk Müslümanlar mı yoksa Tefsîr profesörleri mi daha iyi anlar?

Hz. Muhammed Aleyhis Selâmı ve sahâbîleri devreden çıkarma mantığının, tutumunun temelinde maskara oryantalistlerin ektiği fitne tohumları vardır.

Avrupa’nın, Orientalist yetiştiren en eski, köklü bir fakültesinde 3 yıl bulunmuş ve oryantalistleri daha yetişme, yetiştirilme devresinde yakından tanımış biri olarak ağzımı doldura doldura söylüyorum. Sözlerimin, yazdıklarımın arkasındayım ve isteyenle, istediği zemînde  bu konuyu tartışmağa hazırım.

***

Yazıyı yeni bitirmiştim ki, değerli arkadaşım Profesör Âlim Yıldız’dan Jonathan  A.C. Brown’ın Hadis’le ilgili bir yazısı geldi. Oryantalistlerin maskaralığını bildiğim için, vakit ayırıp okumayacağımı bildirdim. Fakat Âlim Bey, ‘okuduklarımdan bildiğim kadarı ile kelimei şehâdet getirerek Müslüman olmuş birisi’ diyerek yazarın Müslüman olduğunu bildirdi ve şunları ekledi: 

Bir yazısının ana fikri şu idi:

“Hristiyanlık statik bir din olduğu için günün ihtiyaçlarına cevap veremiyor.

İslam ise, Hadis ve Sünnet sayesinde günün meselelerine bir çözüm bulma kapasitesinde olması sebebiyle dinamiktir.

Hadis karşıtlığının ana sebebi İslamı bu imkândan mahrum bırakarak statik hâle dönüştürmektir.”

***

Gördünüz mü gâvur oğlu gâvurların şeytanca mârifetlerini?

Sünnette, bâzı hadîslerde ŞÜPHELER UYANDIRARAK İslâmın bu ikinci ve son derece değerli, DİNAMİK kaynağını ortadan kaldırma h e d e f i n i görüyor muyuz?

Ve dahî maskara oryantalistleri ciddîye alıp onların dediklerini Türkçeye aktararak mârifet yaptıklarını, fikir ürettiklerini zanneden bâzı ilâhiyatçılara ne demeli?

İslâmda bir konu incelenirken, Müslüman OLMAYANI, KÂFİRİ dinlemek, onun yazdıklarını elinin tersiyle itmemek, şaşkınlığın dibi değilse nedir?

***

Son yıllarda ülkemizde İlâhiyat Fakültelerinin sayısı arttırıldı. Daha önceki durumda, Avrupa ve Amerika kıtalarındaki Şarkıyat Fakültelerinin sayısı, nüfûsunun çoğu Müslüman olan ülkelerin hepsindeki Şeriat Fakültelerinin tamamından daha çoktu; yâni, kendi ülkelerindeki vatandaşlarını İslâm’a karşı korumak  ve Müslümanlarda, Sünnet ve Hadîsten başlayarak İslâm hakkında şüpheler uyandırmak hedefiyle çalışanlar, İslâm konusunda söz sahibi olmak üzere yetiştirilmekte olanlardan daha fazla idi. 

Amerika, İslâmı korkunç, iptidâî bir umacı gibi göstermek için Daeş kuklasını nasıl imâl edip piyasaya sürdü? Tabiî, oryantalistlerin İslâmla ilgili verdikleri bilgileri kullanarak. Daeş’in bir ABD mâmûlü olduğu artık hemen herkesçe biliniyor.

Emperyalist kâfirlerin başlarındaki yöneticiler Daeş gibi bir gürûhu nasıl ortaya çıkarabildi? Oryantalistlerin sâyesinde oldu bu iş. Şöyle oluyor:

Oryantalistler, nüfus çoğunluğu Müslüman ülkelerde hiçbir rejimin islâmî olmadığını, pek çok ülkede halkların, yöneticilere güvenmediğini, “kurtuluş’un İslâm’dan beklendiğini” bilip, bu beklentiyi kullanıyorlar. Sosyolojik, siyâsî şartları asla değerlendirmeden, hiçbir fikrî, ilmî, siyâsî altyapı hazırlamadan, sâdece belli Şeriat kurallarını ezberlettikleri kuklaları hazırlayıp ortaya salıveriyorlar. (1960 lı yılların sonlarında Cambridge, Middle East Centre’da bilgisayarda Arap ülkelerindeki neşriyat takip edilerek word frequency ölçülüyordu; nabız ellerinde idi.) Ortaya atılan at gözlüğü takılmış bu gürûha iyi niyetli fakat eksikleri olan veya macera arayanlar da katılıyorlardı. 

Küfür merkezleri, bir yandan kâfir askerî güçlere bilgi bazında lojistik sağlar, hattâ akıl hocalığı yaparken, bir yandan da neşrettikleri ilmî görünüşlü kitapları bilim oltası olarak kullanırlar. Bu oltaları, zokaları yutan nevzuhûrlar da onlardan aldıkları değişik, aykırı görüşleri, yenilik diye Türkçe olarak sunarlar, 7-8 nesildir İslâm’a zıt şekilde biçimlenegelen statüko zemininde de dinleyici, seyirci kitlesi bulurlar.

***

Oryantalist maskaraların iki mârifetini belirtmiş olduk:

1.Nüfus çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki eğilimleri yakından takip ederek, İslâm zuhuruna düşük yaptırmak – cenini ölü olarak dünya getirtmek,

2.İslâma dinamizm sağlayan Sünnet/Hadîs bağlamında Hz. Muhammed A.S.ı devreden çıkarıcı ilmî (!) oltaları bıkmadan, usanmadan kullanmak, zokayı yutan nevzuhûrlar vasıtasıyla, İslâmı da bozulmuş Hristiyanlık gibi statik hâle getirmek.

***

Kur’ân ve Sünnet konularında araştırma, anlama, anlatma faaliyetleri tabiî yapılsın, ama, İslâmî bir konuda, gayrı Müslimleri, (bilhassa, kuruluş sebebleri İslâmla savaşmak olan kurumlardan yetişen gâvurları, yâni oryantalistleri) BU  İŞTEN UZAK TUTMAK şartıyla!

10 Eylül 2020

 

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen