Koçi Bey Risaleleri

kirmizilar.com

Yazar: Koçi Bey
Çeviren: Seda Kabakçıoğlu
Yayınevi: Kabalcı
ISBN: 978-605-9872-57-7
Sayfa Sayısı: 320
Yayım Tarihi: 2008
Baskı: 9

Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen

KOÇİ BEY RİSALELERİ

Çocuk yaşta devşirilerek İstanbul’a getirilen Arnavut kökenli devlet adamımız Koçi Bey hakkında çok az bilgiye sahibiz. Topkapı Sarayı’nın kalbinde, Enderun’da eğitilip yetiştirilmiş, bilim ve siyaset alanlarında bilgili, zamanının seçkin kişilerinden biriydi. Küçük yaşta tahta çıkan Sultan IV. Murad’a 1631 yılında sunduğu devlet idaresi ve saltanat işlerindeki sorunlara geçmişteki örneklere dayanarak önerdiği tedbirleri içeren ünlü risalenin sahibidir.Bu küçük, ama değerli eserinde sunduğu açıksözlü ve dürüst öneriler sayesinde IV. Murad’ın yakın dostu olup onunla Bağdat Seferi’ne çıkmıştır. IV. Murad’ın ölümünden sonra tahta çıkan I. İbrahim’e de devlet teşkilatı hakkında ikinci bir risale sunmuştur. Yüzyıllar öncesinden gelen bilgilerin ve önerilerin özetlendiği bu kitabı okuduktan sonra aradan neredeyse 400 yıl geçmiş olmasına rağmen Osmanlıdan günümüze devlet idaresindeki ana sorunlarda pek bir değişiklik olmadığı hissine kapılacaksınız…“Padişahımızın malumu olduğu üzere Osmanoğullarının ulu soylarından gelen padişahlar arasında, her şeyden önce memleketinin genişliği, hazinenin çokluğu ve ululuk yönünden en üst mertebeye çıkanı merhum ve mağfur Sultan Süleyman Han’dı. Ve yine âlemin bozulmasına sebep olan haller dahi onun zamanında ortaya çıktı; ama devlet gücünün en üst mertebesinde olduğu için belirtileri o zamanda duyulamasa da birkaç senedir ki artık görülür oldu.Nedimler ve diğer yakınlar, padişahın huzur-ı hümayununda kendilerine yer ve rütbeler bulup, saltanat işlerine müdahale eder, vezir-i âzamlara nice olmayacak teklifler eder oldular. Eğer onlar isteklerine müsaade etmezlerse hepsi gönül ve fikir birliği edip, huzur-ı hümayunda fırsat buldukça haklarında nice iftiralar edip, padişahın gazabını hiç durmadan kışkırtarak günahsız yere kimini katl, kimini sürgün ettirdiler ve kiminin de varını yoğunu aldırıp, pek çok hakaretlere uğrattılar…” (Kitap açıklaması)

Meşhur olan Koçi Bey  risalesi Dördüncü Murat’a  1631 yılında takdim ettiği ilk risaledir.Koçi Bey küçük yaşta tahta çıkan Sultan İbrahim’e de bir  risale sunmuştur. Bu  iki risale kitapta bir araya getirilmiştir. Bu risaleler öğretici mahiyettedir. Koç i Bey ince bir  üslûb ustalığı ile padişahlara  hissettirmeden, Osmanlı devlet düzenini anlatma yolunu bulmuştur. Sert ve zâlim bir hükümdar da olan IV Murad’a sunduğu ilk Koçi Bey, devlet teşkilâtındaki bozuklukları izah eder. Bu bozukluklara doğrudan sebep olmasa bile sorumlunun mahşer gününde  hükümdarın sorumlu olacağı uyarısını yapmaya cesaret eder. İlerleyen bölümlerdebütün bu bozuklukların düzeltilebilmesi için alınması gereken tedbirler anlatır. Tarihi bir değerlendirme yapıldığnda,  Koçi Bey risâlesinin Dördüncü Murad’ın köklü icraatlara girişmesi icrââtı üzerinde etkileri görülebilir

Sultan İbrahim’e sunulan risale  ise tamamen öğretici niteliktedir. Devlet ve saray düzeni,  ağaların görevleri,  sarayteşrifatları kullanılacak dil vehitaplara varıncaya kadar en ince ayrıntıları ile anlatılmıştır. 

Bu önemli kaynak eser, Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Tarih kurumu ve başka yayınevleri tarafından basılan kitapları vardır.

*****

GEÇMİŞTEKİ BİLGİNLER NE AHLÂKTA OLUP – HÂLÂ MEVCUT OLAN ASRIN BİLGİNLERİNİN NE HALDE OLDUĞU VE ARALARINDA YÜRÜRLÜKTE OLAN KANUNUN NE IDÜĞÜ BEYAN OLUNUR. 

Şevketlû, saâdetlû, Melek huylu padişah hazretlerinin çok cömert olan kusursuz tabiatlerine gizli değildir ki, Dört halife – Allah’ın rızası onların üzerine olsun – den sonra geçmişteki padişahlarda, -Allah hilâfetlerini kıymete kadar devam ettirsin – Osmanlı sülâlesi ayarında cevher gibi temiz ve asil bir sülâle; yüce talihli bir mübârek silsile, temiz mezhepli, temiz, kadri yüksek ve civan bahtlı pâdişâhlar gelmemiştir. Ve bunlara nasip olan gazâ ve cihad, bunlara nasip olan şehirler ve memleketler fethi, hiç bir padişaha nasip olmamıştır. Mübârek şer’iate ve din-i mübîne karşı olan tam hürmet ve ikramları bereketi ile cenâb-ı Hakk’ın  bunca lûtuflarına mazhar olmuşlardır.

 İmdi mâlûm-u humâyun ola ki, mübârek  şeriatın devamı bilgi iledir. Bilginin devamı, bilginlerledir. O yüzden yüce ataları zamanında bilgiye ve bilginlere olan hürmet ve ikram hiç bir devlette olmamıştır. Onlara olan itibârın meyvesi olarak nice güzel eserler görmüşlerdir. Bilginlerin hallerinin düzenli olması, din ve devletin en mühim hususlarındandır. 

Yüce atalarınızın mübarek zamanlarında bilginler arasında yürürlükte olan kanun ve usul budur ki, bilginlerin en bilgilisi, en faziletlisi, en dindarı, din emirlerine en fazla uyanı, en yaşlısı şeyhülislâm ve müfti-i enam olurdu. Ondan aşağı Rumeli ve Anadolu kazaskerleri… Bu tertip üzere istihkaklarına göre riâyet olunurdu. Bir kere fetva makamına  geçtikten sonra artık azl olunmazdı. Çünkü fetvâ makamı, aziz, şerefli ve ilmiye mansıblarının seçmesidir. Onun itibârı, başkasına benzemez. Azl ve tâyin kabul etmez. Her bilgin o makama lâyık olmaz. Evvelce Şeyhülislâm olan kimseler olgunluk ve fazilet kaynağı oldukdan başka çekinmeden hakikati  söyleyen kimseler olup, âlemin sığınağı pâdişâh hazretlerine her vakit güzel nasihatlerden geri  kalmazlardı. Din ve devletin düzenine çalışır olup, halkın ahvâli ile ilgilenirlerdi. Fetvâ makamı böyle bir adam ile şereflendikten sonra ömür boyunca azil olunmamak gerektir. İyilerin kadri bilinmek gerektir. Ebüssuud efendi, ömrü boyunca fetvâ makamından azlolunmadı. Doğru ve dindar olan kazaskerler dahi on, on beş yıl mevkiinde kalıp, azl olundukları vakit, yüz ellişer akçe emeklilik ihsan olunurdu.

 Bilâd-ı selâse  kadıları ve diğer şer’iat hâkimleri  de nice zaman mevkilerinde kalıp, sebepsiz azl olunmazlardı. Azilden sonra bir çokları maaş ile niceleri birer mederse ile emekliliği seçip, ömürlerinin geride kalanını ilim ve ibâdetle ve İslâm padişahına ve devletine duâ ile geçirirlerdi. Aralarında şimdiki gibi şöhret ve süs yoktu. Her biri mevkiinde doğruluk ve adâletle iş görüp, vardıkları yerlerde halka rahmet olurlardı. Emekliliği seçtikleri vakit, gece ve gündüz mübârek bilgi ile meşgul olup, nice eserler vücuda getirirlerdi. Devlet hâzinesinde bugün nice eserleri vardır. Ve iyi namları kıyâmete kadar halk dilinde anılmaktadır, mallarına da cenâb-ı Hak bereket verip, pek çok hayırlar ve güzel şeyler vücuda getirirlerdi. Bugün bile câmi ve mescitleri, medrese ve mektepleri, tekkeleri  islâm memleketlerinde mevcuttur.

 Bugün ilim yolu dahi fevkalâde bozulmuştur. Aralarında yürürlükte olan eski kanun işlemez olmuştur. Evvelce bir ilim öğrenmek isteyen dânişmend olmak isterse bilginlerden birisi ele alıp, evvelâ ondan mahreç dersi okur, istidadı ve kabiliyeti görüldükten sonra müderrislerden birine gönderirdi. Oduğu yerde durup, yolu ve sırası gelince mülâzım olup, ruznâme-i hümâyuna adı yazılırdı. Sırası gelince sahn dânişmendlerinin eskileri – ki muidlerdir – her birine birer tetimme  tâyin olunup, orada kalan softalara bilgi anlatırlardı.  1594 târihine gelinceye kadar Sahn muidlerinin şimdiki müderrisler kadar mevkii ve itibârı vardı. Dânişmend olup, uzun zaman medreselerde ilim ile meşgul olmayınca mülazım olunmazdı. Ve kimse kimsenin icâzetsiz dânişmcndini alamazdı. İlim yolu, gayet temiz ve derli  toplu idi. O yüzden içlerinde câhil ve yabancı olmayıp, her biri yolu ile geldiğinden kadı ve müderrislerden hepsi, bilgisi ve dini mükemmel ve vakar sâhibi adamlar olup, müderris olduğu takdirde mübârek ilme, mansıb sâhibi olduğu takdirde din ve devlete doğrulukla hizmet edüp, halka gayet faydalı olurdu.

 Nihâyet,  1594 târihinden  beri düzen bozulup, evvelce şeyhülislâm olan Sunullah efendi, birkaç defa yersiz olarak azl olundu, kazaskerler dahi  sık sık azl olunmakla yerine gelenler azil korkusuna düşüp, devlet büyüklerine karşı dalkavukluk yapmağa mecbur kaldılar. Pâdişâh huzurunda hak sözü söylemez oldular. Herkesin hatırım hoş etmeye  ehemmiyet verir oldular. Ama dininde sağlam olan olgun müslüman, azilden dahi korkmayıp, hak sözü söyler. Sunullah efendi, – Allah Rahmet eylesin – birkaç defa azl olunmuş iken, yine doğruyu söyleyip, din ve devlet işinde asla göz yummadı. Çünkü o makam şeyhülislâmlık makamıdır, göz yumma yeri değildir, riâyet yeri değildir.

 Giderek her işe hatır karışmakla ve her işe göz yummakla hak sâhibi olmayanlara hadden aşan mevkiiler verilip, eski kanun bozuldu. Kazaskerler  dahi  az zamanda yersiz olarak azil olunmakla, işlerinde tama’ sahibi ve haris olanlar, bulunduğu mevkii  fırsat ve fırsatı nimet bilip, memuriyetlerin çoğunu rüşvet ile ehliyetsizlere verir oldular. Mülâzimlikler dahi yolu ile verilmeyip, satılmağa başlayalı voyvoda ve subaşı kâtipleri ve avam tabakasından bir çokları beş – on bin akçe ile mülâzim oldu, sonra az zamanda müderris ve kadı olup, ilim sahâsı  câhillerle doldu, iyi ve kötü belirsiz oldu. Çoğunlukla zulüm ve adâletsizlik yapıp, bilginler adını kötüye çıkaran o gibi câhiller ve yabancılardır. Yoksa ilim yoluna hizmet etmiş ve yolu ile yükselegelmiş  bilginler hâşâ hak yolundan sapalar.. 

Nihâyet iyilere, iyilikleri karşılığında riâyetler, kötülere kötülükleri için ihânet olmamakla bilgin ve câhil ayırt edilmeyip, bilginlerin kadri bilinmemekle yüce bilginlerin halk gözünde itibârı kalmadı. Yücelikleri ve saygıları gitti. Geçmişteki bilginler din ve diyânet sâhipleri olup, doğruluktan zerre kadar sapmayıp, cenâb-ı Hakk’ın gazabını ve ululuğunu düşünüp, Allah’dan korktukları için bütün halk da onlardan korkarlardı. Bir iş için, (Hakk’ın emri budur) deseler herkes “Duyduk ve itâat ettik” der idi. Kimsenin karşı koymağa cesâreti  yoktu.

 Bir zerre kadar küçük olan bu fakir kul, İstanbul’a  geldiğim vakit, vâkıa yüce bilginler şimdiki gibi maiyyet sahibi değil idi. Fakat bir müderris duacıları yoldan geçse, bütün halk tamamen ona dönüp, pek fazla hürmet ve ikram ederlerdi. Irz ve vakarları olgun halde idi. Dışarı çıktıkları va­kit, kendileri ve adamları babayani elbiseler giyerlerdi. Katiyen süs ve zarâfetleri yoktu. Beyhude seyir ve sülük ve yüksek mevki isteğinde değillerdi. Herkes evlerinde ilim ile uğraşıp, çıktıklarında ya derse, ya câmi-i şerife, yahut Allah için sevdikleri kimselerin ziyâretlerine giderlerdi. Amma halk yanında her biri müctehid derecesinde aziz ve saygıdeğerdi. Bu asırda da bilgin ile câhil bir görülmeyip, bilgi ve marifet sahiplerine imtiyaz verilse az’ zamanda yine evvelki  dereceye varırdı. 

İlmiyeye âit yüksek makamların şunun bunun aracılığı ile verilmesi doğru değildir. En bilgilisi hangisi  ise ona verilmek gerekdir. Kadılık yolunda vâsıta, bilgidir. Yaş ve sene, soy ve sop değildir. Şimdi adâletle iş gördükleri vakit, makamı eskilere verirler. Halbuki eskilik, Allah yanında kadılığa sebep değildir. Şeriat seccâdesi  bilgin ve âdil olanlara gerektir. Medreseler dahi ilmi incelikler çıkarmağa kâdir olanlara gerektir. Bir câhilin, sırf eskidir  diye bir bilginin önüne geçirilmesi haksızlıktır. Bilgi ve diyâneti olunca, genç  olsa da zarar vermez. İmamlıkta da bilgili kimse daha yaşlının önüne geçer. Bilhassa kadılık mansıbında yaş, sene ve zamanın seçme sebebi olması, kendilerinin bilgide eşit oldukları zamandadır. Yaşlı ile genç, bilgi ve mârifette eşit olunca yaşlının öne geçmesi daha doğrudur. Amma bilgi ve mârifetten hissesiz olunca 1000 yaşında da olsa halka faydası olmaz. Ve hakkı, yanlıştan ayıramaz.

 Amma herkesin başlangıcı mülazımlıktır. Eğer yüksek dereceli bilginler, mülâzımlığı satmazlar, her birisi mülâzımlığı istihkak sâhiplerine verirlerse, ilim yolu kısa zamanda yoluna girer ve ehliyetli olan, ehliyetsize üstün gelir. Mülâzımlıklar çok verilir oldu. Birine arpalık ve yâhud vazife olsa teşriften nice mülâzım yazarlar. Her işte mülazımlık kanundan fazla verilir oldu. Bu asırda diyaneti ve emâneti olmayan birçok kazasker çeşit çeşit mülâzımlıklar yazıp, Ruzname-i Hümâyûnu doldurdular. Nicelerine maaş zammı  verip, bir iki yılda yeni bir mülâzımı (yüzelliye) çıkardılar. Bu yüzden kadıların halleri bozulup, aralarında ihtiyaçtan fazlalık ta olduğundan, bir kadı iki yıl beklediği halde bir yere tâyin edilemez oldu. Fakirlik canlarına yetti. Her biri dilenci derecesine geldi. Bir vazife çıksa on beş yirmi adam istekli olur. Birine verilince diğerlerinin eli boşta kalır. Bunlara bir çâre bulunmazsa halleri perişan olur. Bunun çâresi, mülâzımlığı sıkı tutmakla olur. Eğer kanundan fazla mülazımlık verilmez ve hak sâhibi olanlardan başkası alınmaz, bilgin ile câhil bir tutulmazsa, Allah’ın fazlı ile tez düzene girer. 

Kadıların ahvâli ile meşgul olmak mühimlerin mühimidir. Çünkü çok hor ve aşağılık hâle gelmişlerdir. Bir subaşı, bir haraççının şikâyeti ile mansıblan alınır, sebepsiz birçokları azl olunur.. Halk içinde hürmetleri kalmadı. Daha yüksek makamlara yazdıkları dinlenmez oldu. Bir zâlimi bildirseler, o zâlimin yükselmesine sebep olur. O halde nasıl zulmü ortadan kaldırsınlar? Nasıl şer’i şerif hükümlerini  yerine  getirsinler? Her şikâyet ile mansıbları verilmemek gerektir. Zulmettiği anlaşıldıktan sonra cezâsı  görülmek gerektir. Hakikaten onlarda da zâlim olanlar tam olarak derinliğine anlaşıldıktan sonra, azil ile yetinilmeyerek kimi sürgün, kimi ömrünün sonuna kadar azil olunmak gerektir. Aldırış etmemekle âlem elden gider. 

Baki emrü ferman, saâdetlû, islâmın dayanağı padişah hazretlerinindir.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen