Türk Milleti Yabancı Dil Öğrenmez!

 

“Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur…” (Bir halk deyimi)

13 Mayıs 1277’de “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil konuşmayacak” buyuran bir ferman çıkartıp Türkçe’yi “devlet dili” ilân ettiği kabul edilen Karamanoğlu Mehmet Bey’i rahmetle yâd ederek başlayalım söze.

Bu fıkranın gayesi her yıl çok büyük kaynak ve zaman harcadığımız yabancı dil eğitiminde yaptığımız israfın farkına varıp, sonlandırılması adına bir çabadır.  

Eğitim kavramı medeniliğin en önemli konusu olsa gerek. Eğer bir medeniyetten bahsedeceksek öncelikle iyi bir eğitim usulüne sahip olmalısınız. Bunun yanında tabi ki hedefleriniz olmalı. Bu temel konuları halleden milletler kendilerini birçok bakımdan emniyete almış olurlar ve refah içinde yaşarlar.

Yabancı dil eğitimi de söz konusu eğitim araçlarından biri şüphesiz. Yabancı dillere vakıf olan insanlar muhakkak ki kendileri için önemli elverişlilikleri sağlar. Türk milleti de “bir dil, bir insan; iki dil, iki insan” deyimiyle yabancı dilin ehemmiyetini idrak ettiğini göstermektedir. Çok dilli yöneticiler, devlet adamları, bilim insanları her zaman bu özellikleriyle övülmüştür. Mesela Osmanlı sultanlarından Fatih Sultan Mehmet övülürken de yedi dil bildiği hep vurgulanır. Vurgulanır ama şartlar, dönemler, imkânlar, fırsatlar, gereklilikler, meseleler hep göz ardı edilir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Türkiye’de “modern eğitime” sık vurgu yapılır ve bunun gerçekleşmesi adına “muassır medeniyet”e ulaşmak hedefi milli ülkü olarak kabul edilir.  Bizi bu hedefe ulaştıracak araçlardan birinin de yabancı dil eğitimi olduğu fikri, cinsi, cibilliyeti, eğitim seviyesi, mesleki birikimi ne kadar farklı olursa olsun bütün toplum nezdinde fikr-i sabittir. Çiftçi ile akademisyen; fakir ile zengin hâsılı ne kadar farklı yapıların içinde olurlarsa olsunlar, hiç fark etmez, yabancı dil önemlidir! “Ayranı yok içmeye…” diye başlayan deyim çok güzel anlatır bu zihnî sefaletimizi. Bu durum devlet ve bürokrasi ehibbâsı içinde böyledir. Hatta devlet ve milletin bu kadar mutabık olduğu başka bir konu yoktur dense yeridir. Yabancı dil herkes için önemlidir! Niçin önemlidir? “E işte önemlidir…” Ankara’da ki bürokrat için de, dağdaki çoban için de; üniversitede ki hoca içinde, sanayideki esnaf içinde aşılamaz, tartışılamaz bir tabudur bu. Yabancı dil ö-ğ-r-e-n-i-l-e-c-e-kkkk… Öğren.

Ne için, ne zaman, niye, nasıl… hiç önemli değil, yeter ki öğren… Daha doğrusu öğrenmeye çalış. 

Olmuyor ama… olur, “olacakkk”… gibi, tamamen zevahiri kurtarmak adına yapılan işler…

Boşuna mı deyim olmuştur, “bir dil, bir insan; iki dil, iki insan; üç dil…” Kimse karşı çıkamaz. Karşı çıkanın vay haline! Ne gericiliği kalır adamın, ne kafasızlığı. Pekî, bu ne işe yarar, nasıl bir faydası var diye bir soru karşısında da kimseler cevap veremez. Veremez çünkü bu kadar iman edilmiş olan ama bir türlü “öğrenilemeyen” başka bir konu yoktur.

Türk milli eğitim teşkilatında, adına modern dedikleri dönemin başından beri yabancı dil eğitimi için neler yapılmamıştır ki? Dönemler gelir, geçer, sistemler değişir, iktidar en solundan, en sağına kadar gider, gelir ama yabancı dil konusu asla eleştirilemez. Mesela benim lise yıllarıma tekabül eden milli eğitimi bakanı rahmetli Hasan Celal Güzel’dir. Ve rahmetlinin bakanlık yaptığı dönem milliyetçi ve mukaddesatçı mı yoksa eşi menendi görülmemiş bir menfaatperest mi olduğu halen tartışılan Turgut Özal’ın Anavatan Partisi dönemidir.  Ve bugün milliyetçi olduğunu ittifakla kabul ettiğimiz Hasan Celal Güzel döneminde ilk defa liselerde İngilizce ders saati haftalık on saate çıkarılmıştı. Çok önemli olduğu ittifakla kabul edilen, “yahu şöyle de bir durum olamaz mı” dediğinizde hemen taşlanacağınız, yabancı dil dersi, birden on saate çıkarılmaz mı. Güler misin, ağlar mısın? Artık, lise müfredatında Türkçe ya da matematik gibi iki temel dersten daha fazla modern putlarımızdan İngilizce dersi vardır artık. Allahtan memleket şartlarını bilen bir hocaya denk gelmiştik de eğitim hayatımız lisede sonlanmamıştı.

Daha sonra bir sürü macera. Unutmadan söyleyelim ki bu işin öncesi de var. Yani yetmişli yıllarda Türkiye’nin en zor yıllarında kurularak memleketimizin eğitimine önemli katkılar sağlayan Anadolu Liseleri ve Fen Liseleri, memleketin zeki ve kabiliyetli çocuklarına ulaşılabilmesi adına iki güzel uygulamaydı. Sonraki yıllarda ne yazık ki bu iki eğitim kurumu da “itlaf” edilecekti. Türk devletinin tarihi müktesabâtını beğenmeyen ve sözüm ona İslamcılığı ideoloji olarak hedefleyen ve şu anda da memleketin bütün müesseselerini temsil eden adamlar zamanında Anadolu liselerinin içi boşaltıldı ve Fen liseleri de can çekişiyor.

Bunlarda şöyle dursun bir kenarda ama bu okulların makalede mevzu edilmesinin temel sebebi bu okullardaki yabancı dil eğitiminin durumu. Bu okullarda malum ilk yıl hazırlık olarak yabancı dil eğitimi verilirdi ve sonraki yıllarda da esasen dersler yabancı dil de verilmeliydi ama gerekli hoca olmadığı için zannederim Türkçe yapılırdı. Yine bu okullardan sonra “süper lise” adı altında bir uygulama oldu. Yine yabancı dilde eğitim veren Orta Doğu Teknik Üniversitesi (O.D.T.Ü) ve Boğaziçi Üniversitesi gibi okul uygulamalarımız ve özel okullardaki yabancı dil hayranlığı. En son hatırladığım ise çocuğumun ilkokula başladığı Yozgat’ta artık yabancı dil İlkokul 2. sınıfa kadar gelmişti. Yani tabir-i caizse çember iyice daraldı. 

Şimdi gelelim esas meseleye

Bu kadar önem verip kıyametler kopardığımız yabancı dil eğitiminde geldiğimiz yer nere? Kanaatim o ki, eğer yurtdışı ile teması yok ise, özel bir merakı ya da kabiliyeti yok ise, o da yetmez, meşguliyeti yok ise Türk milletinin içinde yabancı dil konuşan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Üniversite hocaları da buna dâhildir. Belki elli yıldan bu yana toplumun neredeyse tamamına yakını amma ortaokulda, amma lise, amma da üniversite tahsili zamanında olsun iyi kötü yabancı dil eğitiminden geçmesine rağmen, Türk insanı niye yabancı dil konuşamaz? 

Bizim bu soruya cevap babında iki şıkkımız var. 

Bunlardan birincisi “Türk milleti geri zekâlıdır, bundan dolayı öğrenemez”

İkincisi de “Türk milleti yabancı dili taammüden öğrenmez.” Buyurun bu iki şıktan hangisini isterseniz onu seçin. 

Benim tercihim tabi ki ikincisi. 

Evet, benim iddiam, Türk milleti yabancı dil öğrenmez. Çünkü bizim hafızamızda bir dünya devleti var. Türk milleti büyük medeniyetin çocukları, Allah’ın turnaları olan, bu aziz millet yabancı dili tercihen öğrenmez. Sakın yanlış anlaşılmasın, “öğrenemez” değil, taammüden “öğrenmez.” Derin Türk milletinin şuurudur bu. Bana karşı yabancı dilin önemini vurgulayan bir dekan hocaya “sizin oğlunuz, O.D.T.Ü mezunu ve siz de yabancı dilin ne kadar önemli olduğunu bana anlatmaya çalışıyorsunuz, peki siz hiç evinizde oğlunuzla yabancı dilde konuşur musunuz” diye sorunca yaşadığı şaşkınlığı hiç unutmam. 

“Doğru, biz hiç İngilizce konuşmayız” demişti… 

Benim tam da demek istediğim buydu işte. İş hayatında ne yaparsak yapalım, hususi yaşantımızda Türk milleti yabancı dile eyvallah edip, onu tabir-i caizse “harim-i ismet”ine almaz. İyi ki de almaz. Yoksa mecbur kaldığı zaman, kişisel ya da mesleki gelişimi için elbette ki her türlü bilgiye ulaştığı gibi yabancı dil bilgisine de vakıf olur. 

Birçok insanın olumsuz gördüğü bu durum aslında bizim için önemli bir umut kaynağı. Biliyorum bu makaleyi okuma zahmetinde bulunan birçok insan benimle aynı fikirleri paylaşmayacaktır. Anlayışla karşılarım. Zordur, umumi kabullerin dışında tavır alabilmek.

Ancak bu söylediklerimin karşısında olan kişiler de o zaman “Türk milletinin geri zekâlı” olduğunu kabul etmek durumunda kalacaktır, zımnen de olsa. Çünkü bu kadar emek verilmesine rağmen, yabancı dilin öğrenilememesine başka türlü nasıl cevap verilebilecektir. Tabi efendim niye bir üçüncü yol yok diyenlerin de teklifini elbette dinlemek isterim.

Elli yıldan bu yana, elli çeşit yol, usul denenmesine rağmen, yabancı dil bilen sayısının bir elin parmaklarını geçmeyişinin (buna akademidekiler de dâhil) izahını kim nasıl yapacaksa buyursun yapsın.  

Eğer kabul edilecekse buyursun kabul etsinler, benim teklifim olan iki şıkkın dışında bir şık yok mu diye soracaklara benim bir teklifim olur ki o da “Türkiye’de milli eğitim sistemi içinde Türkçe’nin yasaklanarak yabancı dilde eğitimin mecburi hale getirilmesidir. İşte bakın bakalım üç seneye kalmaz herkes yabancı dil konuşuyor mu, konuşmuyor mu? Hodri meydan, “Halep ordaysa, arşın burada” işte. 

Bozok Üniversitesinde iken bir gün İlahiyat Fakültesinin bölüm seminerine katılmıştım ve konu Arapça eğitimi idi. Sohbeti veren kişi bir doçent idi ama ismini şimdi hatırlayamıyorum ve anladığım o idi ki İlahiyat fakültelerinin başı da Arapça ile dertliydi. Çıkışta fakülte yöneticisi bir arkadaşa “ben ilahiyat fakültelerinde Arapça eğitimimiz iyi bir seviyededir zannederdim ama sizin halinizde bizim gibiymiş” diye takılınca, o da “hiç sorma hocam, Arapça’da bir türlü istenen seviyede olamıyoruz” diye cevaplamıştı. Belki beni taşlayacaksınız ama ben oradan Türk milletinin geleceğine olan inancı daha da artmış mutlu bir insan olarak ayrılmıştım. Tabi bunu hocanın anlamasını beklemedim. Çünkü muhtemelen anlamadı zaten.

Evet, dostlar isteyen istediği kadar dil öğrensin, bundan milletim adına elbette mutluluk duyarım. Ama hayatını tarlada çiftçi, sanayide usta olarak geçirecek ve kendi dünyasında Türkçesi ile mutlu yaşayacak insanlara yabancı dil tahakkümü niye? Bir yolun yanlış olduğunu anlamak için daha kaç elli yıl aynı hatalara devam edeceğiz? Eğer murâd edilen yabancı dilde olanların öğrenilmesiyse ya ihtiyacımız kadar adamı yurtdışında beş yıl mis gibi yaşatarak dili öğrenmesini sağlayalım ya da muazzam bir çeviri merkezi kurarak, dünyada hangi dilde ne tür yayın yapılıyorsa Türkçeye çevirisini yaparak medeniyet âlemimizin faydasına sunalım. Bu sayede hem zaman ve kaynak israfı önlenmiş olur, hem de hatırı sayılır istihdam sağlamış oluruz.

Son söz olarak da ekleyelim ki Türkiye’de yabancı dille eğitim yapan bütün okullar hemen kapatılmalıdır. Buna ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi gibi “yerli” ve diğer yabancı okullarda dâhildir. Türkçe eğitim yapılmayacaksa gariban Türk milletinin sırtından maliyeti karşılanan üniversitelere hiç de gerek yoktur. 

Evet, baylar bayanlar, ya boşa kürek çekmeye devam edip, modern putlarınıza tapmaya devam edeceksiniz, ya da akledip yanlıştan döneceksiniz, tercih sizin…  

[i] Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim üyesi

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen