Türk Milliyetçiliğinin Dȃvȃsı, Medeniyet Müdafȃsıdır

 

Tarihin gördüğü son medeniyet Osmanlı medeniyetidir ve Beşir Ayvazoğlu’nun divan şiirinin son şahikası Şeyh Galip için yaptığı muhteşem benzetmesiyle söyleyelim ki “kuğunun son şarkısı”dır o. Günümüz dünyası öyle bir medeniyetin yokluğunu çok büyük acılarla yaşıyor. Ne yazık ki son iki yüzyılda yaşanan felaketlerin, faciaların sebebi dünyada Türk medeniyetinden sonra bir medeniyet olmamasındandır. Dünyanın merkezinde bulunan Osmanlı coğrafyasının bugün kan revan içinde bulunmasını başka ne ile izah edebiliriz ki? 

Malum 19. yy’a yaklaştığımız zamanlarda Dünya’da Türk devleti ne yazık ki gücünü kaybediyordu. Gerçi bu gücü kaybetmemek için Nevzat Kösoğlu’nun ifadeleriyle “yapmadığımız çılgınlık” kalmadı, ama bir kere felek yüzünü bizden çevirmişti. Ne yapsak kâr etmedi. 

Osmanlı devletinin kuruluşu ne kadar zarifse, göçüşü de o kadar zarif oldu. Tarihte görülen birçok kepazeliği göremezsiniz bu çekilişte. Tarihte kaybetmek mecburiyetinde kaldığı yerlerden çekilirken, o yerlere benzeri görülmemiş zulümleri reva gören birçok çapulcu güçlerden bahsedilebilir ama Türk milletinin nâsiyesinde böyle düşkünlükler de olmadı. 

1917’de Kudüs’ten çekilen Osmanlı ordusu geride bir artçı birlik bırakır. Bu birliğin vazifesi, işgalci güçler şehirde kontrolü sağlayana kadar, asayişi korumaktır. İşgalci güçler geldiğinde o birlik oradan ayrılarak esas birliğine katılır. Katılır da onların içinde ki “Iğdırlı Hasan Onbaşı” kalır ve elli beş yıl tek başına vazife yerini terk etmez. Var mıdır böyle bir türbedar daha Dünya’da.   

Osmanlı devleti kaybederken de büyük bir zarafet gösterir. Medeniyeti müdafaa için önce Osmanlıcılığı teklif eder. Yani bütün Osmanlı tebâsını dönemin ruhu olarak parlatılan “vatandaşlık” hukukunu uygulayarak bir arada tutmaya çalışır. Ama görülür ki bu hiçbir işe yaramayacaktır. Çünkü “vatandaşlık” bahanedir ve esas olan Osmanlı topraklarının paylaşımıdır. Gayri müslim unsurları devamlı tahrik eden Rus, İngiliz, Fransız devletleri Avrupa’da ki Osmanlı topraklarını bünyeden koparmaya çalışırlar. O zamanlar “vatandaşlık” zemininde bir hukuk sisteminin işe yaramayacağını bilenler vardır ama devlet zayıflamıştır bir kere, ne yapsalar kâr etmez. Ziya Paşa’nın ifadesiyle “onlar içerden, biz dışardan” o güzelim devletimizin köküne kibrit suyu döküp duruyorduk. Malum batan gemiden önce fareler ayrılırmış. Osmanlı ne yapsa kabul görmeyecekti ve Avrupa Osmanlısının çok büyük bir kısmı elimizden çıktı. Çıktı ama biz oralardan ayrılırken yakıp, yıkmadık, soykırımda bulunmadık. Bilakis Avrupa Hunlarından beri Türk yurdu olan memleketleri bırakırken soykırımlara uğradık. 1912 Balkan faciası hala yüreğimizde taze yaradır.  

Bu teklifin kabul edilmediği fiilende ortaya çıkınca bu defa devlet yeni bir teklif ortaya koyar: İslamcılık

Evet, değil mi ki Osmanlı devletinin başı aynı zamanda bütün Müslümanların halifesidir. Dolayısıyla bütün Müslümanların da başında o olmalıdır. O zaman bu devlet İslamcı bir devlet olabilirdi. Osmanlı bu siyasetin peşine düştü. Özellikle Arapların böyle bir teklifin yanında olacağı düşünüldü. Esasen ahalide sıkıntı yoktu lakin o yörelerde İngiliz siyasetiyle zehirlenen Şerif Hüseyin gibi hainler, ahalinin bu duygularına eşlik etmediler. Kendilerine vaat edilen “naylon” devlet hayaliyle ihaneti tercih ettiler. Eğer bu teklif kabul görseydi Müslümanlar iki yüzyıldır yaşadığı gerileyişe dur diyebilirdi. Çünkü büyük ve zengin bir devlet olarak Osmanlı devam ediyor olurdu. Şüphesiz bu teklifi gören ve yanında duran Osmanlının “kavm-i necip” muamelesine layık gördüğü nice Arap vatan evladı oldu. Şimdi onlardan birçoğu Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Garp Ocakları’nda ve daha nice vatan sathında devleti uğruna, yani hilal-i ahmer uğruna, Allah uğruna şehit olmuş vaziyette koyun koyuna yatmaktadırlar. Muhtemelen Şerif Hüseyin ve adamlarının o güzelim devlete ihanetleri yaşanmasaydı Osmanlı devleti I. Dünya savaşından alnının akıyla da çıkmış olurdu.

Ne yazık ki olanlar oldu. Osmanlı devleti şimdi resmi olarak yok ama onların ahfadı elhamdülillah Türk devletleri ile var. Var olsunlar.

Şerif Hüseyin nesli ise yüz yılı geçkindir bir cehennemi yaşıyorlar bu dünyada. Ahiretleri ise meçhul. Allah bilir şüphesiz ama Türklerin bulunduğu bir cennette Şerif Hüseyin nesli olmamalı. 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu yüzyıl Müslümanlar için çok zor geçti. Bu zorluk el’an da bitmiş değil. Çünkü Müslümanlar devletlerini kaybettiklerinden bu yana sahipsizler, kimsesizler. Tarihin görmediği zulümlere uğradılar, malları, mülkleri, izzetleri tar-u mâr edildi. Mesela Doğu Türkistan’da ki olan faciaların sadece çok azını biliyoruz. Yemen’de Müslüman bilinen kalabalıkların arasında açlıktan ölen çocukların haddi hesabı yok. Bu bilinenlere itibar etmeyenlerimizin olması da başka bir dert.  Mynmar’da olanlar, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de, Garp Ocaklarında (Libya, Cezayir, Fas) olanlar bütün bir medeniyeti göçertecek cinsten hadiseler. İki yüzyıldır bu olanlara rağmen hala peh dedirtecek işlerimiz yok. Güya savunmadayız ama neyi nasıl savunduğumuz meçhul. 

Osmanlı devleti Müslümanların kadim devlet geleneğinin son kal’asıydı. Ne yazık ki Türklerden başka bu kalanın müdafaasında çok kimse kalamadı.  Esasen bütün Müslümanların devleti olan o güzelim devletin yanında ekseriyetle kalanlar Türkler oldu. Onlar, devletin müdafaası için Türk milliyetçiliği zırhına büründülerse de,  dertleri bütün Müslümanları düştükleri kör kuyulardan çıkarmaktı. Enver Paşa 1922 yılında Bakü’de toplanan İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı Kongresine bu şuur gereği Libya, Tunus, Cezayir ve Fas’ı temsilen katıldı. I.Dünya savaşından sonra bile Anadolu’ya sığınan hiçbir Müslüman topluluğu reddetmemiştir Türkler.  Hiçbir Müslümanı bir diğerinden ayırmayan, her Müslüman coğrafyasını vatan kabul eden Türk milliyetçileri Allah ve resulünün davasını sırtlamaktan berî durmamışlardır. 

Bu şuurun kendilerinin en büyük engeli olduğunu gören emperyalistler Türkler ile Müslüman toplumların arasını açmak adına her türlü hileyi yapmaktan geri durmadılar. Yönü Türklere dönük Müslüman toplumlarını ve onlara rehberlik eden riyaseti atıl bırakmak adına her türlü çabayı hâlâ da gösteriyorlar. Son otuz yıldan bu yana hemen yanı başımızda Irak ve Suriye beldelerinde olan hadiselerin de temelinde Türk korkusu var, bu çapulcuların.  

Osmanlı zamanından başlayıp günümüze kadar gelen Türk milliyetçiliği aslında bir medeniyet müdafaası derdinde olmuştur.  Böyle bir şuura sahip Türk milliyetçilerini “ırkçılık” suçlamasıyla sulandırarak bizi hepten müdafaasız bırakmak istemekteler. İlk zamanlardan beri bakıldığında Türk milliyetçiliği hareketi içerisinde devletin izzetini korumaya çalışmış, Türk devletinin izzetinin kendi izzeti bilmiş birçok insan mevcuttur. Bunların içerisinde Ermeni’de vardır, Yahudi’de; Arap’ta olmuştur, Sırp’ta.  Medeniyet tarihimize bakıldığında bunlar görülecektir. Dolayısıyla bütün ciddiyetimizle söylemeliyiz ki Türk milliyetçiliği bir kan derdi gütmemiş; o uzun yıllar kaygıda, tasada, neşede, ölümde, düğünde, çarşıda, pazarda bir olabilmiş, aynı hayatı paylaşmış bir milletin devamlılığı için, devleti için mücadele etmiştir.  El’an Türk milliyetçileri “Anadolu kıtası” büyüklüğündeki siperinde bu duygu ile mücadelesine devam etmektedirler. 

Osmanlıcılık yaparken de, İslamcılık peşindeyken de, Türkçülük özlemiyle Anadolu’yu,  savunurken de aynı dert ve tasanın peşinde olmuştur Türk milliyetçileri. Eğer öyle olmasaydı çekilmek mecburiyetinde olduğu yerleri hala “yitik vatan” olarak yüreğinde saklar mıydı bu yiğit millet? Türkeli’nin her ücra köşesinde hala Yemen’e ağıtlar yakılır. Yemenlere gidip de dönmeyen dedelerin özlemiyle yürekler dağlanır hâlâ. Coğrafyasını haritada gösteremezler belki ama hala yüreklerinin kuytu köşesinde vatan diye saklar Türk insanı çekilmek mecburiyetinde kaldığı yurtları. Türklerin türkülerinin yankıları gâhi Kırım’dan, gâhi Cezayir’den gelir. Tarihte Türkler kadar bu kadar geniş bir coğrafyaya Türkü yakmış başka bir millet var mıdır? Ve bir beldeye türkü yakılmışsa o belde ebediyyen vatandır artık. 

Hâsılı Türk milliyetçiliği İslam âleminin son umududur. Bu umudun heba edilmemesi gelecek nesillerimiz için çok önemlidir. Bütün Müslümanların böyle bir Türk milliyetçiliğinin arkasında durduğu gün diriliş başlıyor demektir. 

Cüneyt CESUR

Dr., Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen